İslam'da Ahlak-16
Bu bölümde ahde vefalı kalmak ve anlaşmaları ihlal etmemekle ilgili konuşacağız.
İslam'ın ahlaki kültüründe ciddi olarak dikkate alınan önemli özelliklerden biri de itikadi, toplumsal, ekonomik, siyasi ve askeri anlaşmalar ve ahitlere bağlı kalmak ve ahde vefadır. İnsanlar hangi din, milliyet, ekol veya hangi harekete bağlı olursa olsun anlaşmalara bağlı kalmayı över. Bu yüzden milletler, hükümetler ve hatta kişiler arasında varılan anlaşmalar ve sağlanan ahitler değerli ve saygıdeğerdir.
Buna ilaveten anlaşmalara bağlı kalmak, ilişkileri güçlendirip güven duygusunu da pekiştirir. Toplumlar, hükümetler veya kişiler ise anlaşmalara ve ahitlere karşı sorumluluk duymazsa, bu anlaşmalara kayıtsız kalırsa kendi itibarı ve haysiyetine darbe vurmuş olacaktır.
Tabii ki toplumsal, siyasi, ekonomik, askeri veya diğer alanlardaki ahitler ve anlaşmalar sağlanması sürecinde herkes kendi kapasitelerine ve kabiliyetlerine dikkat etmelidir. Her taraf kendi kapasitelerinden yol çıkarak taahhütler üstlenmeli ki sonunda bu taahhütleri yerine getirebilsin ve eleştirilmesin.
Geçen bölümlerde de değindiğimiz gibi en sağlam icraat güvencesinin de ahlaki değerlere, dini inançlara bağlı olmak ve değerlere karşı olan durumlardan uzak durmak ilkeleri olduğunu söylemeliyiz. Çünkü mevcut ve geçen yüzyıllardaki acı deneyimler de iktidar ve servet odaklarının çıkarlarının sağlandığı sürece anlaşmalara bağlı kaldıklarını ancak anlaşmaların onların çıkarlarını sağlamadığını görünce hemen anlaşmaları ayaklar altına aldıklarını gösteriyor. Tabii böyle bir durumda akıl ve dini ilkeler de düşmanın ve karşı tarafın anlaşmaları ayakları altına alması halinde bizin de anlaşmalara kayıtsız kalmamızı ve tepki göstermemizi icap ediyor.
Hatta Kuran-ı Kerim'deki ayetlerin birinde de düşmanınızın anlaşmaları ihlal edeceğini seziyorsanız siz de aynı şekilde davranın, taahhütlerinizi askıya alın ve ahit ve anlaşma belgelerini karşı tarafa geri gönderin ve onların size karşı böyle davranmasına izin vermeyin diye buyrulmuştur.
Bu çerçevede tüm insanların , milli, coğrafi ve etnik olarak Allahu Teala ile vardıkları anlaşmalara ilaveten ilk önem taşıyan anlaşma fıtrî ve tevhide dayalı anlaşmadır. Öyle bir anlaşma ki alemlerin yaratıcısı Allahu Teala hakkında Yasin Suresinin 61 ve 62'inci ayetinde şöyle buyurmuştur:" ﴾60-61﴿ Ey Âdemoğulları! Size "Şeytana kulluk etmeyin, o sizin için apaçık bir düşmandır; bana kulluk edin, doğru yol budur" dememiş miydim? "
İşte Allahu Teala bu ahdin yerine getirilmesine karşılık insanlara, özellikle de iman getirenlere bir sürü vaatte bulunmuş ve onları destekleyeceğini, savunacağını, düşmanlara karşı izzetli ve kerametli kılacağını , öbür dünyada da cennete götüreceğini ve onları evliya ile beraber yaşatacağını buyurmuştur. Kuran-ı Kerim'in Tevbe suresinin 111'inci ayetindeki tabiri ile " Kim Allah’tan daha fazla sözüne bağlı olabilir" ki?
Böylece en huzur verici ve en iyi ahitlerden biri de inananların Allahu Teala ile sağladıkları anlaşmadır. Çünkü kesin vaatler içeren uygulanmasına kesin gözü ile bakılan bir anlaşmadır. Bu yüzden Allahu Teala Tevbe suresinin 111'inci ayetinin devamında ise şöyle buyuruyor:" O halde yaptığınız bu alışverişten ötürü sevinin. İşte büyük bahtiyarlık da budur."
Her halükarda ahde vefalı kalmak ve anlaşmalara bağlı kalmak İslami ahlak kültüründe vurgu yapılan ilkelerden biri olmuştur. Öz İslam'ın erdemlik yaratan ve yapıcı öğreticilerine göre böyle bir ahde vefalı kalmanın zarureti, ilahi takvadır. İlahi takva, insanın gücündeki caydırıcı güçtür. İnsanın ahdini ayaklar altına almasını engelleyen güç.
Kuran-ı Kerimde ise anlaşmalara bağlılık ve ahde vefalı kalmanın önemli hakkında ise Al-ı İmran suresinin 76'ıncı ayetinde şöyle buyrulmuştur:" ﴾76﴿ Hayır, öyle değil! Her kim ahdine vefa gösterir ve sakınırsa, bilsin ki Allah o sakınanları sever."
Bu yüzden hakiki İslam açısından ahitlere vefalı kalmak insanın üzerindeki bir sorumluluk sayılır. Özellikle de ilahi adalet mahkemesinde, kıyamet günü sorumlu olduğunu bilen kişi daha duyarlı davranmalıdır. Kuran-ı Kerim'in İsra suresinin 34'üncü ayetinde ise bu hususta şöyle buyrulmaktadır:" ﴾34﴿ ... Ahde vefa gösterin; çünkü ahid sorumluluk doğurur."
Sonuçta Allah'a inanmak ve maada inanmak gibi iki ilkenin anlaşmalara bağlı kalmayı da garantiye aldığını görüyoruz. Kuşkusuz Allah'ı kendi denetçisi ve gözlemcisi olarak bilen bir insan, kıyamet günü ve sonrası sorumlu olduğunu bilen bir insan hiçbir zaman ahde vefasızlık yapmayı düşünmez. Allah Resulü ise bu hususta şöyle buyurmuşlardır:" Ahde vefasız olan birinin dini yoktur. "
Tüm bu tavsiyeler ve özelliklerden yola çıkarak kimi çıkarcı ve fırsatçı kişilerin kimi yanlış bahaneleri ve izahatları uydurarak iyi ve günahkarlar arasında belli garazkar sınırlar belirleyerek ahde vefasızlık yapmak istedikleri ve taahhütlerinden kurtulmak istediklerini söyleyebiliriz.
İmam Bakır as ise bu tür bir bakış açısını reddedip şöyle buyurmuşlardır:" Allahu Teala üç amele karşı çıkmaya kimseye müsaade etmemiştir. İlki emanetin korunması ve geri verilmesi,ikincisi ahde vefa ve üçüncüsü de anne ve babaya iyilik yapmak. İster karşı taraf iyi olsun ister günahkar, bu durum değişmeyecektir. "
Sonuçta ahitlere ve anlaşmalara bağlı kalmanın ahlaki ve insani bir özellik, sadakat ve doğruluğun göstergesi olduğunu söylemek mümkün. Zaten sadakat ve doğruluğun da karakterlerin değerlendirilmesinde ne denli önemli olduğunu daha önce söylemiştik. Bu özellikler sayesinde hakiki dindarlar ve münafık ve görünüşte dindarlar arasındaki fark açıkça ortaya çıkacaktır.