Mart 14, 2021 23:15 Europe/Istanbul

Bu bölümde azınlıkların uluslararası hukuktaki hakları ve bu hakların Suudi Arabistan'daki ihlallerini ele alacağız.

Azınlık gruplarının var olma hakkını ihlal edenlere cezai yaptırımlar uygulanması, azınlık grupları için en yüksek koruma şekli olarak kabul edilebilir. Açık ve nettir ki, bu değerler ve normlar uluslararası ceza hukuku tarafından korunmaktadır ve bunların korunması ve kollanması, uluslararası toplumun arzulanan düzeninin tutarlılığı ve istikrarında önemli bir rol oynamaktadır. İran'da Uluslararası Hukuk Profesörü Dr. Cemşid Mümtaz şöyle diyor: "Uluslararası toplum, bu kuralların faillerini ve ihlal edenleri cezalandırarak ihlallerin tekrarlanmasını önleyeceğini ve kamu hukukunun temellerini güçlendireceğini umuyor."

Azınlıkların adli olarak korunmasında ilk yapıcı hamle, Birleşmiş Milletler'in kuruluşundan sonra geldi. BMT Genel Kurulu, 9 Aralık 1948 tarihli 260 sayılı kararda, soykırım suçlarına bakılması için uluslararası bir ceza mahkemesi kurulması konusunu gündeme getirdi. Karar, soykırımla suçlanan kişilerin yargılanması için bir adli mahkemenin kurulmasının yanı sıra, daha geniş yetkiye sahip bir uluslararası ceza mahkemesi kurulması konusunu gündeme getirdi. Böyle bir mahkemenin tüzüğünün hazırlanması yetkisi ise  Uluslararası Hukuk Komisyonu'na bırakıldı. 

1992 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, azınlıkların uzun süredir devam eden özel kimliklerini koruma arzusunu karşılamak için Ulusal ve Etnik, Dinsel veya Dilsel Azınlıklara Ait Kişilerin Hakları Beyannamesi'ni kabul etti. Bu beyanname, azınlıklara bir grup  olarak özel destek sağlıyordu. Ayrıca Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin 27. Maddesine göre, bir ülkedeki "azınlıklara mensup kişiler" üç tür haktan yoksun bırakılmamalıydı. Bu haklar: Kişinin kendi kültürel yaşamına sahip olma hakkı, kendi dini görevlerini yayma ve yerine getirme hakkı ve kendi dilini kullanma hakkıdır. 1992 Bildirgesi aynı zamanda azınlıkların kimliklerini korumak için yeni haklar da sağlamıştır. Bildirinin 1. Maddesinin ilk paragrafı, azınlıkların varlıklarını ve kimliklerini korumak için kendi hükümetlerinin desteğinden yararlanma hakkını vurgulamaktadır. 

Demin de sözü geçtiği gibi, kendi kültürel yaşamına sahip olma hakkı, azınlıkların ondan yoksun bırakılmaması gereken haklardan biridir. En geniş antropolojik anlamında kültür, bireylerin toplumun üyeleri olarak edindikleri bilgi, inanç, sanat, etik, hukuk, gelenek ve diğer alışkanlıkları demektir. Seçkin uluslararası hukuk profesörü ve BM Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi üyesi olan Patrick Thornberry, bazı azınlıkların tamamen dilsel, bazılarının dinsel ve bazılarının da etnik ve ırksal olduğuna inanıyor. Bu azınlıklar diğer hususlarda ve bileşenlerde yaşadıkları toplumdaki insanlarla kültürel ortaklıkları vardır. Aslında, azınlık gruplarının kimliği genellikle etnik köken, din ve dilin bir kombinasyonudur."

Azınlıkların kültürel kimliği Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin 27. Maddesinde doğrudan ele alınmaktadır. Bu sözleşmede kültür;  din ve dilin yanı sıra tartışılmaktadır. Din ve dilin kültürün öğeleri olduğu düşünüldüğünde, bu sözleşmenin genellikle kültür örneklerini sayma konumunda olduğu söylenmelidir.  Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 1992 Ulusal ve Etnik, Dini veya Dilsel Azınlıklara Ait Kişilerin Hakları Beyannamesi, Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi'nin 27. Maddesinde belirtilen üç hakkı açıkça belirtmektedir. Bildirge'nin 3. maddesinin birinci fıkrası,  olumlu bir şekilde, azınlıklar için bu hakları teyit ediyor ve şöyle diyor:" Azınlıklara mensup kişiler, kendi kültürlerini yaşama, kendi dini törenlerini hayata geçirme ve uygulama hakkına sahiptir ve kendi dillerini de kullanabilirler ... ".

Peki Suudi Arabistan'da azınlıkların kültürel hakları ihlal ediliyor mu? Bu soruya cevaben şunu söylemek gerekir: Suudi hükümetine yönelik açık bir eleştiride, sözde ulusal her türlü ideoloji ve tavrın aslında sadece iktidardaki azınlığın programı olduğu ve Vahabiler ile Necdilerin dar görüşlü tutumuna uygun olduğu belirtiliyor. Bu çerçevede azınlıkların bir payı yok. Bu bağlamda sadece Şii merkezleri değil, aynı zamanda Hicaz ve kuzeybatı Suudi Arabistan'daki Hanefi Sünnileri ve Asir'deki Zeydiler dahil Vahabi olmayan hukuk okulları da kapatılmıştır.  Bu bölgelerin farklı kültürlerinin tümü, kraliyet ailesinin önderliğindeki ülkenin yönetici sınıfını oluşturduğu Necdilerin dayatmaları ve baskısına tabidir. Bu arada Suudi Şiiler kültürel olarak ciddi şekilde bastırıldıklarına inanıyorlar. Şii din kitapları, ilahileri ve kasetleri yasaktır ve bunları bulundurmak bile ceza sayılır. 

Suudi eğitim sisteminde Vahhabi öğretileri Şiilere de empoze ediliyor. Şiiliği öğrenmelerine  izin verilmiyor. Aynı zamanda Suudi Arabistan Şiileri Şiiliğe karşı nefret yaymayı da içeren Vahabi öğretilerini öğrenmeye zorlanıyorlar. Pek çok kanıt, bazı öğrencilerin, özellikle genç kızların Şii karşıtı dini telkinler nedeniyle Şiilikten vazgeçtiklerini gösteriyor. Bu nedenle Şiiler, kültürlerini ve kimliklerini kaybetmekten endişe duyuyorlar ve Vahabi hükümeti tarafından empoze edilen kültür tarafından asimile olmaktan korkuyorlar.  Bu empoze edilmiş Vahabi kültürü,bir din olarak Şiiliği baltalamayı amaçlayan bir kültürdür. Bu diğer yandan Şiilerin üniversitelerin ve araştırma enstitülerinin en az yüzde 50'sine girmesi bile yasak. Şiilerin mahkemede ifade vermesine bile izin verilmiyor. Ayrıca Suudi mahkemelerinde Şii yargıç bulunmadığından Şiilerin mahkemelerdeki konumu Vahabilerinkine göre daha zayıftır. 

Sp8

Boston Üniversitesi'nden Angelo Codevilla dahil uluslararası toplum uzmanları, Suudi Arabistan'daki Şiilere yönelik baskının çoğunun, genellikle dinler arası farklılıklara daha duyarlı olan ve Şiileri Siyonistlerden daha tehlikeli bulan Vahabi dünya görüşünden kaynaklandığını savunuyorlar. Codeville'ya göre, Vahabiler kendi özel ve aşırılıkçı yorumlarına dayanarak Müslüman Ümmetinin kural ve normlarını yeniden yazmaya çalışıyorlar. Ali el Waradi'ye göre, tekfir ilkesi, Vahabilerin bir zayıf noktası sayılsa da  bu prensibi meşruiyetlerinin kaynağı olarak seçiyorlar ve Şiiler dahil Vahabi olmayanları yenmek için bir araç olarak kullanıyorlar.Suudi Arabistan'daki azınlıklara yönelik bu tür eylemler, azınlıkların kültürel haklarının büyük bir ihlalidir ve Uluslararası yasal belgelere bağlı kalmaya, hakka hukuka aykırıdır.

Suudi Arabistan'daki Şiiler dini olarak sistematik, resmi ve yasal dini ayrımcılığa maruz kalıyor. İslam dünyasında resmen ötekileştirilen, Müslüman oldukları reddedilen tek Şii toplum Suudi Arabistan Şiileri. 1927'de, İngiliz sömürgeciliğine uygun düşecek şekilde, üst düzey Suudi alimler Şiilerin dinden çıktığına dair bir fetva çıkararak, onları ölüm cezasını bile hak ettiklerini, mürted ve kâfir olduklarını belirttiler. Açıklamada, "Şiilerin dinlerini uygulama hakları yok ve bu yasağı ihlal ederlerse topraklardan sınır dışı edilmeleri gerekiyor." denildi. 1991 yılında, yüksek rütbeli bir müftü Bin Cebrin, sözde Şii sadakatsizliğini yeniden teyit eden bir fetva yayınladı. Böyle bir karara göre, onları öldürmek hukuken gayri meşru olmayacaktı. 

Suudi Şiilerin cami inşa etme veya dini ibadet yerlerini restore etme hakları ciddi şekilde kısıtlanmıştır. Hükümet tarafından inşaata getirilen kısıtlamalar, örneğin, Safva'da, yalnızca üç veya dört Hüseyniyenin faaliyet göstermesine izin verildiği ve hiçbir yeni binaya izin verilmediği anlamına geliyor. Aslında, Suudi hükümetinin Şiilere yönelik dini ayrımcılığı çok yaygın ve derin bir husustur. Suudi Arabistan'ın siyasi sistemi ve din bilginleri, Şiileri ikinci sınıf vatandaşlar olarak görüp Şiilerin  şefaat ve tevessül inançlarını hurafe olarak tanıtıyorlar.  Sonuç olarak Şiiler, Hüseyniyye gibi dini yapılar inşa etme, özel kıyafetler giyme, ibadet mekanları yapma ve dini törenler düzenleme konusunda da ciddi kısıtlamalara tabi tutuluyorlar. 

Ayrıca Şiilerin Şiilikle ilgili herhangi bir yazılı dini eseri olmasına izin verilmiyor ve bu tür eserlerin ülkeye getirilmesine bile izin verilmiyor. Hatta ezanın Şii formunda söylenmesine bile  izin verilmiyor. Suudi Arabistan'da Şii öğretilerini öğrenme hakkının yasaklanmasıyla, Şiilerin ülkede kalmaktan ve din eğitiminden mahrum kalmaktan başka seçeneği yok. Resmi olarak yürütülen Şii karşıtı ideoloji, yirminci yüzyılın başlarından beri eski şiddetini yitirmiş olsa da, Suudi dini çevrelerinde hala yaygın bir Şii karşıtı ruhu hakimdir. 

İnsan Hakları İzleme Örgütü 2017 raporunda, Suudi yetkililerin, ülkenin nüfusunun yüzde 15'ini oluşturan ve çoğu doğu bölgesinde yaşayan Şii azınlığa yönelik ayrımcılığının dini ve etnik gerilimleri körüklediğini,  protestocular ile güvenlik güçleri arasında devam eden çatışmalara neden olduğunu söyledi. Örgüt, Suudi Arabistan ve hükümet destekli Vahabi kurumlarının Şii düşmanlığı ve Şii azınlık şüphelerinin ülkede uzun süredir devam eden dini önyargıları aştığını da bildirdi.İnsan Hakları İzleme Örgütü, Suudi Arabistan hakkında 62 sayfalık "Onlar bizim kardeşlerimiz değil; Suudi Makamların Nefret Saçmaları" başlıklı bir rapor yayınlamış ve şu ifadelere yer vermişti:"  Kimi Suudi Arabistan'ın devlet kurumu ve müftüleri   Şii azınlık dahil dini azınlıklara karşı ayrımcılık, nefret saçma ve kışkırtma eylemlerinde bulunuyorlar.  Bu da  din ve inanca dayalı ayrımcılıkların yok edilmesi konvansiyonunun açık ihlalidir. "

Suudi Arabistan'da başta Şiiler olmak üzere azınlıklara karşı alınan tedbirler ve aslında uygulanan baskılar, azınlık hakları ilke ve kurallarına aykırıdır. Alınan tedbirler ve hayata geçirilen uygulamalar aslında  , "Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi'nin 27. Maddesi, Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin 4. Maddesi, Din Mensuplarının Korunması Hakkında İnsan Hakları Komitesi 22. Azınlık kavramı tanımı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin azınlık gruplarının kendi dini mekanlarını inşa etme özgürlüğüne ilişkin 11. Maddesi, İnsan Hakları Komitesi'nin ebeveynlerin çocuklarının dini ve ahlaki eğitimi hakkına ilişkin 22 sayılı genel tanımı, ve Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'nin 20. Maddesinin açık ihlali sayılıyor.