İmam Humeyni –ks– mektebinde - 107
Bugünkü sohbetimizde İmam Humeyni’nin -ks- ilahi dinlerde ölüme bakış hakkındaki görüş ve düşüncelerini ele almak istiyoruz.
Değerli dostlar, bilindiği üzere yavaş yavaş İran İslam inkılabının büyük önderi İmam Humeyni’nin -ks- rihlet yıl dönümüne yaklaşıyoruz. Bu yüzden şimdi İmam’ın insan yaşamının en esrarengiz boyutlarından biri olan ve yine canlı mahlukların yaşamında önemli bir merhale sayılan ölüm meselesine bakışını gözden geçirmek istiyoruz.
Biyoloji biliminde ölüm, canlı mahlukların yaşamının son bulması ve tıp biliminde de hayati semptomların bir daha geri dönmemek üzere tamamen durması demektir. Bu bilimlere göre insanın kalp ve hayati semptomları durunca tüm hisleri uyanıklığını kaybeder ve artık hiç bir şeyi hissetmez, görmez ve duymaz; zira bu fonksiyonlar beyni tarafından analiz edilen ve vücudu ve sinir sisteminin faaliyeti ile ilgili olan durumlardır ve yok olunca, doğumdan önceki uzun huzura kavuşur.
Adli tıp bilimine göre ise ölüm iki gruba ayrılır. Birincisi, trafik kazası veya cinayet gibi herhangi bir dış etkenin etkisi ile meydana gelen ve doğal sayılmayan ölüm ve ikincisi de ileri yaşta veya bir veya bir kaç hastalık yüzünden meydana gelen ölümdür.
Doğal ölüm vücudun hayati organlarının işlevinde yaşanan aksama, yaşlanma ve çalışamaz hale gelme veya enfeksiyon hastalıkları gibi durumlarla insanda veya diğer canlılarda meydana gelen bir olaydır.
Doğal ölümden başka, doğal olmayan ölümler söz konusudur ki bu da cinayet, intihar veya sel, deprem ve benzeri doğal afetler v trafik kazası gibi insanların sebebiyet verdiği durumlarda meydana gelir.
Ölüm olayı hemen hemen tüm ilahi olan veya olmayan dinlerde üzerinde durulan ve niteliği ve niceliği hakkında açıklama yapılan bir konudur. Hristiyanlık inancını benimseyen insanlar ölümü kabul eder ve bir gün tüm insanların yok olacağına ve yeni bir dünyada yeni bir yaşama başlayacağına inanır. Yine Hristiyanların arasında Hz. İsa’nın -s- ölümü de çok ilgi gören bir konudur. Hristiyanlara göre Hz. İsa -s- ölümü ile onların işlediği tüm günahların kefaretini ödedi ve Allah evladı, yani Hz. İsa’nın -s- ölümü ile Hristiyanların tüm günahlarını bağışladı.
Yahudi inancında da ölüm olayına inanılır, fakat ölümden sonraki yaşam hakkında Yahudilerin arasında farklı görüşler söz konusudur. Yahudilerin büyük bir bölümü ölülerin yeniden dirileceğine inanır. Gerçekte Yahudilerin dini öğretilerinde gelecek dünya hakkındaki konularda hiç bir konu ölülerin yeniden dirileceğine inanmak kadar önemli değildir. Gerçekte yeniden dirilişe inanç, Yahudi inancının temel ilkelerinden biridir ve inkar edilmesi büyük günah sayılır.
Zerdüşti inancında da ölüm, Maad ve yeniden diriliş günü hakkında açıkça söz edilmiştir. Zerdüşt’e göre insan ruhu bedeninden ayrılır ayrılmaz hayattayken yaptıkları iyiliklerin yargılanması gerekir. ölen insan dört gün sonra berzah aleminde Mitra ve Mehr adı ile anılan tanrının huzuruna çıkıyor ve burada sorgulanıyor. Zerdüştilere göre insan sırat köprüsüne varır varmaz köprünün üzerinde üç adım ilerliyor ve ameli bir mahluk veya insan kılığında ona doğru geliyor. Bu üç adım Zerdüşti inancında iyi düşünce, iyi söz ve iyi ameli simgeliyor.
Her halükarda bu inançlara göre ölüm, kaçışı olmayan bir olaydır. Gerçi insanoğlu her zaman ebedi hayatı olsun, istemiş ve arzu etmiş ve ebediyen bu dünyada yaşamak istemiştir; ancak yine de ölümü kaçınılmaz bir hakikat olarak kabul etmiştir. Bu yüzden başta ilahi dinler olmak üzere tüm dinlerde insanların bu dünyada iyi ve sağlıklı bir yaşamı olması ve sonuçta ahiret aleminde rahat bir yaşama kavuşmasını istiyor. Bu durumda ölüm ve can vermek tüm insanlar için zevkli ve huzur veren bir olay olacaktır.
İslam dinine göre ölüm sadece gayb alemine girmek üzere bir güzergah gibidir. İslam Peygamberi -ks- fani dünyada hayatı uykuya ve ölümü ise uyanmaya benzetmiştir; yani ölüm hayal aleminden çıkış ve hakiki ve gerçek aleme geçiş kapısıdır.
Kur'an'ı Kerim’de ölümden bir makamdan bir başka makama geçiş süreci şeklinde söz edilmiştir. Yani insan ölünce bir şeyi kaybetmiyor veya eğer bir şeyi kaybederse, kaybettiği şey, kazandığı şeye karşı pek değerli sayılmıyor. Bir başka tabirle ölüm, bir kelebeğin hayatı boyunca yaşadığı evrim gibidir. Bir kurtçuk önce dalda, sonra kozada yaşıyor ve sonunda kanadı olan bir kelebeğe dönüşüyor, oysa daha önce ne kelebeğin güzelliğine ve ne de uçma gücüne sahipti.
Kur'an'ı Kerim’e göre insan uyuyunca ölümden küçük bir tecrübe yaşıyor, fakat bu ölümün bir dönüşü var ve insan hayatına devam ediyor ve sonuçta yeniden diriliş kavramını daha iyi idrak edebiliyor.
Kur'an'ı Kerim ayetlerinde ölümden genel bir kanun şeklinde söz ediliyor ve bu kanun tüm canlı ve hatta cansız mahluklar için geçerli ve kesin olduğu vurgulanıyor. Allah teala Kur'an'ı Kerim’de her insan sonunda ölümü tadacağını buyuruyor. Kur'an'ı Kerim müfessirleri burada tatma kelimesini tefsir ederken ince bir noktaya temas ediyor; şöyle ki, evvela insan ruhu onun ölümü ile ölmüyor, zira tatmanın anlamı, ruhun bekası ve ölümü idrak etmesidir. İkincisi, ruh insan bedeninden farklıdır, zira insan ölünce ruh hayatta kalır.
İmam Humeyni -ks- bir İslam alimi ve yine bir arif olarak ölümü zahiri alemden batıni aleme intikal şeklinde tanımlıyor. Bu felsefi ve irfani tanımın anlamı şu ki, ölüm, helak olmak veya yok olmak değildir. Ölüm esas itibarı ile bir nevi hayattır ve insan onunla doğadan çıkış yaparak nefsi bağımsızlık kazanır ve bu çıkışın en güzel biçimi şehadettir.
İmam Humeyni -ks- insanların ölümden korkma sebebini, fani dünyaya gönül vermiş olmaları ve ayrıca Maad ilkesine inanmamaları ve yine maddi hayattan daha üstün bir hayatın varlığını kabul etmemeleri gibi iki önemli etkene bağlıyor ve bu korkuyu gidermek için en iyi tedbirin takvalı olmak ve ölümü yok olma zanneden batıl düşünceden kurtulmak olduğunu vurguluyor.
İmam Humeyni -ks- ölüm anını Muayene (Görme) olarak adlandırıyor; zira o sırada öbür alemin işaretleri açıkça görülüyor ve insanın gaybi ve melekuti gözü açılmaya başlıyor ve melekut alemini ve bazı işaretlerini ve ayrıca kendi halini ve amellerini görüyor.
İmam Humeyni’ye -ks- göre insanın can verirken zorluk çekmesinin sebebi fani dünyaya ve lezzetlerine gönül vermiş olmasıdır. Oysa eğer insan bu dünyaya ve lezzetlerine karşı duyarsız olur ve ahireti için iyi bir birikimi olursa ruhu bedeninden ayrılması çok kolay olur ve yüzünde neşe ve mutluluk izleri görülür.
İmam Humeyni’nin -ks- bereketli ömrünün son günleri ve son saatleri ölüm meselesine inancını yansıtan en bariz örnek ve mısdak sayılır.
İmam’ın mübarek ömrünün son günlerini onun yanında geçirenler, ölümle nasıl yüzleştiğini çok iyi beyan eden ilginç anıları paylaşıyor.
İmam’ın oğlu merhum Seyyid Ahmet Humeyni babasının mübarek hayatının tüm anlarında ve özellikle son günlerinde onun yanındaydı ve İmam’ın son gününden ilginç bir anıyı paylaşıyor. Bu anı, İmam’ın hatta hastalığının doruk noktasında büyük bir huzur içinde ibadetle meşgul olduğunu gösteriyor.
Seyyid Ahmet Humeyni şöyle anlatıyor:
Son günde artık hekimler de umudunu kestiği bir sırada İmam’ın odasına yaklaştım. İmam’ın yüzü nurani olmuş ve yanakları kırmızı olmuş, namaz kılıyordu. İmam bir gece öncesinden namaz kılmaya başlamıştı, yani vefat etmeden bir gün önceden gece saat on sularından itibaren sürekli namaz kılmıştı. İmam uzanmış vaziyette ve başını zor kaldırdığı halde rüku ve secdeye işaret ediyordu. O sırada İmam’la konuşmak istedim, fakat o manevi atmosferi bozmak içimden gelmedi, sadece biraz baktım ve odadan ayrıldım. Öğleden sonra saat üç sularında İmam’ın durumu kötüye gitmeye başladı ve cihazlar çalıştı, fakat o gece saat onda İmam vefat etti.