Şubat 09, 2016 00:12 Europe/Istanbul

Geçen bölümde ölümden sonraki hayata inanmaktan söz ettik ve tüm insanların içten bekaya ve ebedileşmeye eğilimli olduklarını ve bu duyguya mantıklı ve samimi bir şekilde cevap verilmesi gerektiğini vurguladık.

Şimdi sohbetimize acaba akıl bu iç duyguyu onaylıyor mu? Acaba Maad gerçekten yaşanabilir mi, yaşanamaz mı? sorularına cevap vermeye çalışacağız.

Kur'an'ı Kerim insanları sürükli düşünmeye ve akıllarını kullanmaya davet eder. Bu semavi kitap düşünce, şuur, basiret, dirayet, tedbir ve benzeri sözcüklerle insanların düşünmesini ve akıllarına başvurmasını takdir ve teşvik etmiştir.

Kur'an'ı Kerim’in büyük müfessirlerinden Allame Tebatebai’nin beyan ettiği üzere Kur'an'ı Kerim ayetlerinde en az 300 kez insanlar düşünmeye davet edilmiştir. Bu arada üzerinde düşünülmesi gereken ve Kur'an'ı Kerim’de sık sık vurgu yapılan konulardan biri Maad meselesidir.

Gerçekte tüm ilahi dinler Maad ilkesine inanır ve bu ilkeyi en temel ilkelerden biri olarak kabul eder. Fakat bazı insanlar da vardır ki bu konuya inanmaz ve ölümden sonraki hayata karşı çıkar. Gerçi bu insanlar hiç bir zaman Maad’ı inkar etmeleri için güçlü ve sağlam bir gerekçe sunamamıştır. Maad karşıtlarının tek fısıldadığı şey, ölen ve vücudu parçalanan ve her tarafa dağılan bir insanın bir daha dirilmesinin asla mümkün olmadığıdır. Bu zümre yüce Allah’ın ve sonsuz gücünü göz ardı eden insanlardan oluşur. Oysa varlık aleminin bunca şaşırtıcı durumlarıyla yaratan Allah teala, ölümden sonraki hayatı inşa etmeye de kadirdir. Aslında insanların aklı da bir mahlukun dağılan parçalarını toparlamanın o mahluka yaratmaktan daha kolay olduğuna hükmeder. Bu durum, her hangi bir makineyi tasarlayan ve yapan kimsenin söz konusu makinenin parçalarını montaj etmesine benzer.

Yeniden dirilmek, insanlar için tasavvur edilmesi mümkün olan bir durumdur, çünkü insanlar yaşadıkları ortamda sürekli bunun örneklerine rastlamaktadır. Örneğin eğer kış mevsiminde bir bahçeye uğrayacak olursak, burası adeta bir mezar gibi sessiz ve hareketsiz ve cansızdır. Bu mevsimde bu bahçede hiç bir yeşillik, tazelik ve canlılık göze çarpmaz ve her taraf sessiz ve mahzun bir görüntü arz eder. Ancak ilkbahar mevsimiyle beraber, hayat meltemi dünün ölüleri üzerine esmeye başlar ve birden ölü toprak canlanır ve harekete geçer ve bahçede bulunan tüm bitkiler yeniden yeşerir.

Bu tür manzaralar her yıl insanların gözü önünde tekrarlanır, fakat bir çokları bu heyecan ve ibret verici manzaralardan ders almak yerine duyarsızlığını sürdürür.

Kur'an'ı Kerim bazı ayetlerinde Araf suresinin 29. Ayetinde insanların ilk yaşamını kısa ve net bir şekilde şöyle beyan ediyor: İlkin sizi yarattığı gibi (ölümden sonra) O’na döneceksiniz.

Kur'an'ı Kerim’in diğer bazı ayetlerinde de ölümden sonraki yaşam bitkilerin yeniden canlanışına benzetilir ve örneğin Kaf suresinde şöyle buyurur:

Allah'a yönelen her kula gönül gözünü açmak ve ibret vermek için (bütün bunları yaptık). Gökten bereketli bir su indirdik, onunla bahçeler ve biçilecek daneler bitirdik. Kullara rızık olması için birbirine girmiş, küme küme tomurcukları olan uzun boylu hurma ağaçları yetiştirdik. Ve o su ile ölü toprağa can verdik. İşte hayata yeniden çıkış da böyledir.

Allah teala Fatır suresinin 9. Ayetinde de ölümden sonraki dünyaya inanmayanlar için maddi dünyadan bazı örnekler vererek şöyle buyurur:

Rüzgârları gönderip de bulutu harekete geçiren Allah'tır. Biz onu ölü bir bölgeye göndeririz de ölümünden sonra toprağa onunla hayat veririz. Ölülerin yeniden dirilmesi de böyle olacaktır.

Kur'an'ı Kerim dağılan bedenleri yeniden canlandırma meselesini gündeme getirerek dünyadaki hareket ve değişimi ve içinde yaşanan her şeyi beyan ediyor. Kur'an'ı Kerim açısından yaratılışın başlangıcı bir dizi kanunlara tabi olduğu gibi ahiret dünyası da yine bir dizi kesin kanunlara tabidir ve insanın bedeni ilk haline geri getirilir. Bu yüzden Tarık suresi insanların dikkatini bu meseleye çekerek şöyle buyurur:

İnsan neden yaratıldığına bir baksın! Atılan bir sudan yaratıldı. (O su) sırt ile göğüs kafesi arasından çıkar. İşte Allah (başlangıçta bu şekilde yarattığı) insanı tekrar yaratmaya da kadirdir.

Bu ayetler en başta insanı yaratılışın başlangıcı konusunda düşünmeye yöneltir ve acaba böyle bir alemi yaratan Allah bir insanın dağılan bedenini yeniden toparlayamaz mı, sorusunu aklına getirir.

Gerçekte Kur'an'ı Kerim aklî bir kıyasla bir ameli yerine getiren kimsenin o ameli yeniden yerine getirebilecek güce de sahip olduğunu beyan eder.

Kur'an'ı Kerim Maad konusunda ayetlerinde bir kaç somut ve tarihi örneğe de işaret eder ki bunların tümü ölümden sonraki hayatın mısdakıdır. Bu örneklerden biri olan Uzeyr peygamberin öyküsüdür ve Bakara suresinin 259. Ayetinde şöyle anlatılır:

Yahut görmedin mi o kimseyi ki, evlerinin duvarları çatıları üzerine çökmüş (alt üst olmuş) bir kasabaya uğradı; "Ölümünden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba!" dedi. Bunun üzerine Allah onu öldürüp yüz sene bıraktı; sonra tekrar diriltti. Ne kadar kaldın? dedi. "Bir gün yahut daha az" dedi. Allah ona: Hayır, yüz sene kaldın. Yiyeceğine ve içeceğine bak, henüz bozulmamıştır. Eşeğine de bak. Seni insanlara bir ibret kılalım diye (yüz sene ölü tuttuk, sonra tekrar dirilttik). Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl düzenliyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz, dedi. Durum kendisince anlaşılınca: Şimdi iyice biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir, dedi.

Kur'an'ı Kerim Hz. İbrahim –s– öyküsünde de Maad meselesini somut bir şekilde gündeme getiriyor ve açıkça dağılan parçaların yeniden birleştirileceğini beyan ediyor.

Bir gün Hz. İbrahim bir ırmağın kenarından geçiyordu. O sırada suyun kenarına düşen bir hayvanın cesedini gördü. Denizdeki hayvanlar ve çöldeki yırtıcı hayvanlar ve uçan kuşlar, her biri murdarın bir parçasından besleniyordu. Hz. İbrahim kendi kendine düşündü: eğer bir gün bir insanın naşı da böyle olur ve denizde, çölde ve havada yaşayan hayvanlara yem olursa, Allah teala kıyamet gününde bu insanın bedenini nasıl ve nerelerden toplayarak diriltecek acaba? Bu yüzden Hz. İbrahim yüce Allah’a kendisine ölüleri nasıl dirilttiğini göstermesini arz etti. Gerçi Hz. İbrahim akıl ve mantığı ile Maad’a kesin inanıyordu, fakat imanda daha yüksek yakin derecelerine ermek için Allah tealadan kıyamet gününde ölüleri nasıl dirilttiğini kendisine göstermesini talep etti.

Hz. İbrahim’in bu talebi üzerine nida geldi: acaba iman etmedin mi? Hz. İbrahim şöye karşılık verdi: evet, iman ettim, ama içim rahatlasın istiyorum. 

Hz. İbrahim Maad ilkesine inanıyordu, fakat yakinini güçlendirmek istiyordu. Yakin arttırılabilen bir durumdur ve bazı aşamaları vardır. Hz. İbrahim gözleriyle görerek bu hakikati idrak etmek ve hissi gözlemleriyle yakinin doruk noktasına ulaşmak istiyordu.

Allah teala peygamberinin talebini icabet etti ve ona dört kuş avlayarak getirmesini ve ardından hepsini doğramasını emretti. Rivayetlere göre bu dört kuş tavus, horoz, güvercin ve kargadan oluşuyordu ve her biri bir sıfatı simgeliyordu. Tavuz güzellik ve gurur, horoz şehvet, güvercin oyunculuk ve karga uzak arzuların simgesiydi. Nida geldi ve Hz. İbrahim’e bu dört kuşu avlaması ve onları kesmesi ve ardından doğraması ve sonra da tüm parçaları birbiriyle karıştırması, daha sonra da her bir parçayı bir dağın zirvesine bırakması ve en son bu kuşları çağırması emredildi.

Hz. İbrahim verilen emirlere bir bir uydu ve en son kuşlara seslendi ve kendisine doğru gelmelerini istedi ve büyük bir şaşkınlık içinde kuşların param parça olan et ve kemikleri çeşitli yönlerden toplanarak eski haline döndüğünü ve ona doğru geldiklerini gördü.

Bakara suresinin 260 ayetinde anlatılan bu öykünün devamında Hz. İbrahim’e hitaben Allah tealanın güçlü ve hikmetli olduğu ve her şeye kadir olduğu ve bu tür işlerin O’nun gücü karşısında basit işler olduğu buyuruldu.