Şubat 09, 2016 00:18 Europe/Istanbul

sohbetimizin bu bölümünde Maad’a inancın tesirlerini irdelemeye çalışacağız.

Bazı beşeri toplumlarda din ve dini inançlar kişisel ve bireysel bir mesele şeklinde telakki edilir, oysa gerçekte Allah’a ve ahiret dünyasına iman etmek, insan yaşamında inkar edilemez bir rolü söz konusudur. Aslında insan yaşamı bu inançlara göre anlam kazanır ve belli bir çerçeveye yerleşerek belli bir hedefin izlenmesine vesile olur. Maad ilkesine inanan kimsenin dünya görüşü, amelleri, söz ve davranışları ve hatta niyetleri maad ilkesini inkar eden kimseden çok farklıdır. Maad’a inanın insan fani dünyada yaşamı ahiret dünyada yaşamının ön hazırlığı gibi görür ve bu tarlada tohum ekerer ahiretteki ebedi yaşamında hasadını toplaması gerektiğine inanır. Bu açıdan her şey insanın gelişmesi ve kemale ermesi için birer araçtır ve bu durumda yaşam daha neşeli ve daha umutlu hale gelir.

Dünyaya eğilim ve maddi yaşamın şatafatlı yönlerine gönül vermek, insanların ızdırap ve kaygılarının en büyük etkenlerinden biridir. Sırf dünyevi işlerle uğraşmak da başlı başına insanın kafasında bir dizi kaygıya ve olumsuz düşünceye neden olur ve huzurunu kaçırır. Fani dünyaya gönül vermek bezen içinde barındırdığı sıkıntıların yüzünden insani üzer ve bazen belirsiz yarından duyulan kaygılar insanı ızdıraba sürüklediği gibi bazen de başarısız bir geçmiş insanda hasret ve pişmanlık duygusu yaratır. 

Allah Resulü –s– dünaya bağımlı olmak insanların hüzün ve kederini arttırdığını buyurur. İmam Ali –s– ise bu konuda şöyle buyurur: Kim gönlünü dünyaya vermişse kalbine üç şey musallat olur: Onu bırakmaya hüzün, ondan el çekmeyen hırs ve ulaşamadığı arzular.

Oysa Maad ilkesine inanmak, bir nevi güvenli bir limana ve kurtuluş sahiline sığınmaktır, çünkü Maad’a iman insanların başına bela olan umutsuzlukları ve kederi yok eder. Maad ilkesine inanan insan hayatın şu fani dünya ile özetlenmediğine ve ölümden sonra yeni bir yaşam onu beklediğine ve orarda istek ve arzularına kavuşacağına inanır. Nitekim Kur'an'ı Kerim ayetlerine göre ahiret dünyasına mutluk huzur ve güvenlik hakimdir ve buradaki yaşam ebedidir.

Maad ve ahiret dünyasına inanmak insanın yaşamına yön ve hedef kazandırdığı gibi yetişmesinde de derin etkisi olur. Bu inanç insanların cesaretini geliştirir, öyle ki hiç bir zaman zor şartlar altında dahi batıl ehline karşı teslim olmaz. Maad inancı insan ruhunda ve düşüncesinde derin değişime vesile olur, öyle ki sorumluluklarını yerine getirme yolunda karşılaştığı baskılardan acı çekmez, bilkasi bu baskılara karşı direnir. Böyle bir inanca sahip olan insan asla adaletsizliklere karşı teslim olmaz, çünkü en ufak iyi veya kötü amelinin mükafatı veya cezası olduğuna inanır.

Maad inancının tesirinin en bariz örneğine Firavun sarayına gelen sihirbazlarda rastlamaktayız. Sihirbazlar Hz. Musa’nın açık mucizelerini görünce hiç bir kaygı duymaksızın Allah’a ve Hz. Musa’nın ilahi öğretilerine inandıklarını açıkça ilan etti. Oysa Firavun sihirbazlara Hz. Musa’yı yendikleri takdirde mal ve mevki vaadinde bulunmuştu. Bu yüzden sihirbazların iman etmesi Firavun’a çok ağır geldi ve onları en ağır cezalarla tehdit etti. Fakat sihirbazların cevabı de net ve açıktı:

"Seni, bize gelen açık açık mucizelere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. Öyle ise yapacağını yap! Sen, ancak bu dünya hayatında hükmünü geçirebilirsin." "Bize, hatalarımızı ve senin bize zorla yaptırdığın büyüyü bağışlaması için Rabbimize iman ettik. Allah, (mükâfatı) en hayırlı ve (cezası) en sürekli olandır."

İnsanların içinde cinsel içgüdüler, güç ve liderlik ve servet hırsı gibi bir çok içgüdü söz konusudur ve eğer kontrol altına alınmaz ve çerçevesi belirlenmezse, kaosa sebebiyet verir ve insan yaşamının temelini sarsarak huzurunu kaçırır. Allah’a ve maad ilkesine ve hesap gününe iman etmek, insanların istek ve içgüdülerini kontrol almakta ve bunları Allah tealanın istediği yöne yönlendirmekte yardımcı olur. Maad ve ölümden sonraki hayata inanan ve tüm amelleri ve davranışları ve hatta niyetleri yaratılış sisteminin merceği altında olduğunu bilen insan yaşamında hesapsız harekette bulunmaz, çünkü her türlü ameli ve dvranış kayda alındığı gibi ölümden sonraki hayatını da etkileyeceğini bilir.

Kur'an'ı Kerim öyküleri arasında Maad ilkesine imanın tesirleriyle ilgili bir çok örnek yer alır. Bu tesirlerin en önemlisi insanı en kritik anlarda düşmekten kurtarmasıdır. Kur'an'ı Kerim Hz. Yusuf ve Züleyha ile yalnız kaldığında bu kadının şehvetine ve isteklerine karşı direnişini çok güzel bir şekilde anlatır ve ardından o hazreti kurtaran ve günaha bulaşmaktan alıkoyan etkeni şöyle beyan eder: Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak istedi, kapıları iyice kapattı ve "Haydi gel!" dedi. O da" (Hâşâ), Allah'a sığınırım! Zira kocanız benim velinimetimdir, bana güzel davrandı. Gerçek şu ki, zalimler iflah olmaz!" dedi.

Burada Hz. Yusuf’u Allah’a ve maad’a olan inançları kurtardığı beyan edilir. yüce Allah Hz. Yusuf’u maad’a olan inancı koruduğunu, bu inanç olmasaydı o tuzakta hiç bir şey onu günahtan ve çirkin amelden alıkoymaya gücü yetmeyeceğini buyurur.

Maad ilkesine yönelik imanın bir başka tesiri, insanları ve toplumları ıslah etmesidir. Bu yüzden tüm semavi dinler ve mezhepler insanların nefsini düzeltmek ve ıslah etmek için ahiret dünyasına inanç aracından yararlanır. Gerçekte ölümden sonraki aleme inanmak ve insanın amellerinin hesabının sorulacağını bilmek, günah ve hataya karşı güçlü bir caydırıcı etkendir. Ölümden sonraki aleme inanmak fasık ve sapkın insanların ıslah olması ve dürüst insanlara dönüşmesinde etkilidir. Bu inanç sıradan beşeri mahkemelerin vereceği cezadan veya sıradan mükafatlardan kat kat güçlüdür, çünkü kıyamet gününde kurulan mahkemede artık temyize baş vurmak, torpil yapmak, tavsiyede bulunmak veya yargıcı etkilemek veya sahte belge sunmak gibi durumlar asla söz konusu değildir. Bu yüzden maad ilkesine inanmak, toplumun ıslah edilmesinde etkili olduğu aşikardır.

İmam Ali –s– getirdiği kurallar ve hükümet genelgelerinde Hakkı ve Maad’ı unutmamaya vurgu yapıyor ve hükümetin yetkililerine ve görevlilerine Allah’ı ve kıyamet gününü ve verilecek hesabı unutmamalarını ve buna göre ahlak ilkelerine uymalarını emreiyor.

İmam Ali –s– verdiği emirlerde yer yer maad ilkesini hatırlatıyor ve şöyle diyor: Kullara zulmetmek, ahiret için alınacak en kötü yolluktur. O zaman onların hakkını eda etmelisin, yoksa kıyamet gününde en çok düşmanı olan kişilerden olursun.

İmam Ali –s– Mısır’a atadığı valisi Malik Eşter’e de sık sık Allah’a dönüşü hatırlamasını ve böylece doğru amel etmesini ve insafsızlıktan ve zulmetmekten uzak durmasını tavsiye ediyor.

Maad inancıyla beraber bir çok yüce ahlaki kavram da anlam kazanır. Cömertlik, fedakarlık ve benzeri güzel sıfatlar aslında ahiret dünyasına inançtan kaynaklanır. Gerçekte maad ilkesine iman etmek insanları toplumun mağdur kesimlerine karşı sorumlu ve yükümlü yetiştirir.

Kur'an'ı Kerim özel bir yöntemle maad ilkesini inkar etmenin insani duyguları yok ettiğini buyurur. Bu acımasızlık insanın kalbini taş kesecek ve yetimlere ve yoksullara acımayacak derecede sertleştirecek noktaya kadar ilerler. Nitekim Maun suresinin ilk ayetlerinde şöyle buyurur:

Dini yalanlayanı gördün mü? İşte yetimi itip-kakan, Yoksulu doyurmayı teşvik etmeyen odur.

Dolaysıyla bir gün yüce Allah’a döneceklerini inanan insanlar insanlarla hizmet etmek için büyük çaba sarf eder ve sorumluluk duygusu ve günahtan sakınmakla aydın bir geleceğe kavuşur.