Şubat 09, 2016 00:22 Europe/Istanbul

Bugünkü sohbetimizde ölüm ve mahiyetini irdelemeye çalışacağız.

Ölüm, tüm mahluklar için geçerli olan genel bir kuraldır ve hemen hemen her gün ölüm hakkında bir şeyler duyar veya bizzat şahit oluruz.

Öte yandan dünyevi yaşama gönül veren ve fani dünyanın eğlencelerine kendilerini kaptıran bir çok insan, ölümün yok olmak olduğunu ve ölümden sonra her hangi bir yaşamın anlamı olmadığını düşünüyor ve bu yüzden ölümden korkuyor ve bu gerçekten kaçmaya çalışıyor. Oysa yüce Allah bu tür düşünen insanlara Kur'an'ı Kerim’in Nisa suresinin 78. Ayetinde hitap ederek şöyle buyuruyor:

Nerede olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve sağlam kalelerde olsanız bile!

İslam dinine göre ölüm yok olmak olmadığı gibi, ebedi yaşama doğru açılan bir kapıdır. Bir başka ifade ile ölüm insan için fani dünyada yaşamın sonu ve başka bir dünyaya intikal etme ve yep yeni bir yaşama başlamaktır. Nasıl ki insan anasının rahiminden bu dünyaya geçiyor ve daha büyük ve daha iyi bir ortamda yeni bir hayata başlıyor, insanın bu dünyadan ahiret dünyasına intikal etmesi de yeni bir doğuş ve daha üstün bir hayata başlama anlamına geliyor.

Bebek anasının rahiminde göbek bağı yardımıyla beslenir, fakat fani dünyaya ayak bastığında bu yol kapanır ve beslenme bu kez ağızdan yapılır. Bebeğin solunum sistemi, görme, duyma, tatma, dokunma ve diğer sistemleri onca karmaşıklığına rağmen ana rahiminde kaldığı kısa sürede yapılır, fakat tüm bu sistemler bebeğin ana rahiminde kaldığı sürede işi yaramaz ve gerçekte yaşamının bir sonraki merhalesi için yaratılmıştır.

Fani dünya da baki dünyaya kıyasla bir rahim hükmündedir. Bu dünyada insanın ruhi sistemleri öteki dünyada işe yarayacak şekilde yapılır ve onun ahiret dünyasında nasıl yaşayacağını belirler. Bu yüzden eğer insan sahip olduğu ruhi ve manevi tüm yetenekleriyle ahiret dünyasına intikal etmezse, bu durum rahimdeki alemden sonra başka alem olmamasına ve tüm ceninlerin rahim evresinden sonra yok olmalarına benzer. o zaman bu durumda solunum sistemi, görme, duyma, tatma, dokunma ve diğer sistemleri onca karmaşıklığına rağmen boşuna yaratılmış olur, çünkü hiç bir faydası olmadan yok olup gider.

Kur'an'ı Kerim Müminun suresinin 115. Ayetinde bu meseleyi çok güzel bir şekilde hatırlatarak şöyle buyurur:

Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?

Varlık aleminin sırlarından biri, ölümdür. Çünkü ölüm kişisel bir deneyimdir ve bu dünya ile tüm irtibatların kesilmesiyle sonuçlanır. Bu yüzden bu deneyimi elde eden kişi deneyimini başkasına beyan edemez. Dolaysıyla bilim adamları da ölüm meselesine farklı açılardan bakmış ve bu bağlamda görüşlerini beyan etmiştir.

Biyoloji uzmanlarına göre ölümle beraber insanın beyni, kalbi ve tüm hisleri durur ve insanın bedeni ısısını kaybeder ve kuru bir cesede dönüşür. Bu kesime göre ölüm, bedenin heba olmasıdır. Biyoloji uzmanları genellikle ölüm sırasında bedenden ruhun ayrılması diye bir şeyden söz etmez.

İnsani bilimler uzmanları da her biri branşına göre ölümü tanımlayarak yorumlamaya çalışıyor. Yine bazı filozoflar ölümü, ruhun veya nefsin ebediyen bedeni terk etmesi şeklinde tanımlıyor ve bunu bedenin doğal düzeninin bozulmasının sonucu olduğunu belirtiyor. Filozoflar ölümü ve ruhun veya nefsin bedeni terk etmesini, evi yıkılan ve mecburen terk etmek ve başka yere sığınmak zorunda kalan birine benzetiyor.

Ancak semavi kitap Kur'an'ı Kerim ölümü başka türlü tanımlıyor. Bu kutsal kitapta ölüm “Tufi” şeklinde tabir ediliyor. Tufi, bir şeyi tam olarak almaktır. Bu sözcüğün neden ölüm için kullanıldığına gelince, ölüm sırasında insan ruhunun tam olarak alınması ve ahirete intikal ettirilmesidir. Zümer suresinin 42. Ayetinde bu durum şöyle anlatılıyor:

Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır.

Kur'an'ı Kerim müfessirleri bu ayetten hareketle ruhu insanın ana parçası olarak kabul ediyor. Bu ruh gerçekte insanın asıl benliğidir, yani insanın fiziki veya maddi yapısını değil, gerçek kişiliğini şekillendiren şeydir. Çünkü yüce Allah ölüm sırasında ruhu tam olarak aldıklarını buyurur. Oysa insanın maddi bedeni bu dünyada kalır ve yavaş yavaş çürüdükten sonra dağılır gider.

Buna göre insanın hakiki varlığı ve Kur'an'ı Kerim’in ruh ve nefis olarak tabir ettiği şey çürümüz ve sadece maddi alemden ahiret alemine intikal eder. Bu konuda İmam Sadık –s– şöyle buyurur: İnsan dünya ve ahiret olmak üzere iki şandan yaratılmıştır. Yüce Allah bu iki şanı bir araya getirince insanın fani dünyada yaşamı başlar ve ne zaman Allah teala bu iki şanı bir birinden ayırırsa, ki bu da ölümdür, o zaman ahiret şanı göklere geri döner. Dolaysıyla hayat yerde ve ölüm göklerdedir ve bu yüzdendir ki ölüm sırasında maddi cesetle ruh birbirinden ayrılır ve ruh göklere geri götürülürken, ceset yerde kalır, çünkü beden şu dünyanın cinsinden ve şanındandır.

Ölüm, fani dünyada atılan son adım ve ahiret aleminde atılan ilk adımdır. Ölüm ancak Allah tealanın bildiği anda gerçekleşir. Yüce Allah Enam suresinin 2. Ayetinde ölüm hakkında şöyle buyurur:

Sizi bir çamurdan yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak O'dur. Bir de O'nun katında muayyen bir ecel (kıyamet günü) vardır. Siz hâla şüphe ediyorsunuz.

Bu ayete göre iki çeşit ölüm vardır. Bunlardan biri doğal ve kesin ölümdür ve ona “Ecel-i Mahtum” denir. Bu tür ölüm asla vuku bulacağı zamandan şaşmaz, yani ne ileri ve ne de geri alınır. Öteki ölüm, erken gelen ölümdür ve buna da “Ecel-i Muallak” denir ki bu tür ölümler trafik kazası, hastalık veya doğal afet gibi durumlarda gerçekleşir. Örneğin bir feneri düşünün ki içinde biraz gaz var ve onu yakıyoruz. Şimdi bu feneri söndürmek için iki yol düşünebiliriz. Bunlardan biri fenerin gazı bitinceye kadar beklemektir, ki doğal olarak fener kendiliğinden söner. İkinci yol ise fenerin gazı bitmeden biri onu söndürmesi veya yere düşerek sönmesi gibi durumlardır. Bir başka örnek vermek gerekirse, bir mevye ağacını düşünün ki meyveleri belli bir zamanda yetiştikten sonra kendiliğinden yere düşer. Kesin ölüm de bunun gibidir. Fakat bazen bazı hadiseler yüzünden ve örneğin bir fırtına veya başka bir gelişme yüzünden meyve ağaçtan erken kopar. Erken ölüm de bunun gibi bir şeydir. Gerçi her iki ölüm çeşidi yüce Allah’ın iradesi ve hikmetine tabi olduğu da belirtilmelidir.

Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta şu ki, insanın amelleri ve kendi iradesiyle sergilediği tutumu da nasıl öleceği konusunda etkilidir. Bir çok ölüm erken ölüm şeklinde gerçekleşir. Yani bir dizi etkenler insanın ölümünü erkene alır. Örneğin eğer insan kendi sağlığına bakmaz ve sağlıksız ve zararlı bir şekilde beslenirse veya yemeklerden zehirlenir veya damarları tutulursa, ömrü kısalır. Oysa insan kendi sağlığına dikkat ederse ömrü uzayabilir.

İslamî rivayetlerde ana baba hakkını çiğnemek ve onları taciz etmek, insanlara zulmetmek ve buna benzer çirkin amellerin ömrü kısalttığı belirtilir.

İmam Sadık –s– günah ve takvasızlığın erken ölüme sebebiyet vermesi konusunda şöyle buyurur: Günahları yüzünden erken ölenlerin sayısı, doğal ömürleri sona erdiği için ölenlerin sayısından daha fazladır ve yine iyilik ve ihsan yüzünden daha uzun ömürlü yaşayanların sayısı da fazladır. Gerçi unutmamak gerekir ki tüm bu amellerin tesiri kesin ecel değil, erken gelen ecel üzerinde etkilidir.