Haziran 16, 2016 12:55 Europe/Istanbul

Geçen bölümde Enam suresine başlamıştık, ancak bu surede yer alan konuların geniş bir alana kapsaması yüzünden sohbetimizi yarıda kesmek zorunda kalmaştık.

Şimdi söze kaldığımız yerden ve Enam suresinin 32. Ayeti ile devam ediyoruz:

وَمَا الْحَیَوةُ الدُّنْیَا إِلاَّ لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَلَلدَّارُ الآخِرَةُ خَیْرٌ لِّلَّذِینَ یَتَّقُونَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ»

Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttakî olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâla akıl erdiremiyor musunuz

 

Kur'an-ı Kerim bu ayette dünya ve ahiret yaşamını karşılaştırıyor. Bu iki yaşam insanın kemale ermesinde bir birini tamamlayan yaşamlardır.

Kur'an-ı Kerim müfessirlerine göre dünyadaki yaşamın bir oyun ve eğlenceye benzetilmesinin sebebi, oyunların ve eğlencelerin genellikle hayali ve içi boş ameller olması ve gerçek yaşamdan uzak olmalarıdır, çünkü oyun sona erdikten sonra her şey eski haline döner.

Örneğin eğlenme amaçlı hazırlanan bir gösteride savaş, aşk, kin ve nefret gibi sahneler yer alır, fakat gösteri sona erdikten sonra ne oyunun kahramanlarından ne de o sahnelerden bir iz kalır.

Dünya da böyle bir oyuna benzer ve oyuncuları bu dünyada yaşayan insanlardır. Bazen bu oyun ve eğlence insanı o kadar etkiler ki çabucak sona ereceğinden gafil olur. Bu ayette yüce Allah fani dünyada yaşamı bir oyun ve eğlenceye benzettikten sonra ahiretteki yaşamı bu yaşamla mukayese eder. Gerçi fani dünyanın şatafatlı nesneleri yüzünden herkes bu gerçeği idrak etemez. Bu yüzden yüce Allah insanları düşünmeye davet eder. Yüce Allah insanlardan neden ahiret sarayının daha büyük ve daha yüce bir alem olduğunu anlamak için düşünmediklerini sorar. Ahiret dünyasında hayat ebedi ve sonsuzdur. Bu dünyada her şey hakikidir, nimetleri acılarla karışmaz ve baştan son nimettir.

 

Enam suresinde bazı ayetler sosyal düzende her türlü sınıfsal yaklaşımı reddeder. Dürrül Mansur tefsirinde şöyle okumaktayız:

Kureyş halkından bir grup İslam peygamberinin (sav) düzenlediği bir meclisin kenarından geçiyordu. Mecliste bazı yoksul müslümanlar o hazretin huzurundaydı. Kureyşliler bu sahneyi görünce şaşırır, çünkü onlar insanların kişiliğini mal ve servet ve sosyal konumları ile ölçüyordu ve bu yüzden Allah resulünün (sav) Allah'a inanan mümnin sahabesinin ruhi azametini idrak edemedi ve İslam peygamberine (sav) dönerek şöyle sordular: Ey Muhammed, acaba insanların arasından şu insanlarla mı yetindin? Acaba bunlar Allah'ın bizlerin arasından seçtiği ve bizim onları izlememiz gereken insanlar mı? eğer bizim sana yakınlaşmamızı istiyorsan, hemen bu insanları kendinden uzaklaştırdı.

O sırada bu ayetler nazil oldu:

Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O'na yalvaranları kovma! Onların hesabından sana bir sorumluluk; senin hesabından da onlara herhangi bir sorumluluk yoktur ki onları kovup ta zalimlerden olasın! "Aramızdan Allah'ın kendilerine lütuf ve ihsanda bulunduğu kimseler de bunlar mı!" demeleri için onların bir kısmını diğerleri ile işte böyle imtihan ettik. Allah şükredenleri daha iyi bilmez mi?

 

Bu ayetler gayet latif ve aynı zamanda net bir ifade ile İslam peygamberinden (sav) hiç bir mümini hangi ırktan veya sınıftan olursa olsun, kovmamasını ve kucağını bütün insanlara eşit bir şekilde açmasını istiyor. Kur'an-ı Kerim ve İslam'ın azametinin bir işareti de zenginlerin yersiz taleplerine karşı durmaları ve sınıfsal imtiyazları reddetmeleridir.

 

Ebu Cehil İslam peygamberinin (sav) en inatçı düşmanlarından biriydi. Bir gün Ebu Cehil Allah resulünü (sav) ağır bir şekilde taciz etti ve hakarette bulundu. O gün resulüllah efendimizin (sav) cesur amcası Hamza avlanmak üzere çöle çıkmıştı. Avdan döndüğünde Ebu Cehil'in yeğenini rahatsız ettiğini öğrendi ve çok öfkelendi ve hemen Ebu Cehil'e doğru gitti ve ona hakettiği cezayı vermek istedi. Ebu Cehil Mekke halkı arasında onca nüfuzuna karşın Hamza'ya karşı hiç bir tepki veremedi.

Hamza o güne kadar İslam dinini benimsememişti, fakat sürekle yeğeninin getirdiği yeni inancın üzerinde düşünüyord. O gün yaşanan o hadisenin ardından Hamza Allah resulünü (sav) buldu ve huzurunda İslam dinini benimsedi. O günden sonra Hamza İslam'ın cesur komutanlarından biri oldu ve hayatının son anına kadar bu semavi dini savundu.

Bu maceranın ardından Enam suresinin 122. Ayeti nazil oldu. ayette gönlü iman nuru ile aydınlanan birine işaret ediliyor. Bu insan Ebu Cehil gibi kültür ve sapkınlığın karanlığına batan biri ile mukayese ediliyor.

اوَ مَن کَانَ مَیْتًا فَأَحْیَیْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا یَمْشِی بِهِ فِی النَّاسِ کَمَن مَّثَلُهُ فِی الظُّلُمَاتِ لَیْسَ بِخَارِجٍ مِّنْهَا کَذَلِکَ زُیِّنَ لِلْکَافِرِینَ مَا کَانُواْ یَعْمَلُونَ

Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayacak durumdaki kimse gibi olur mu! İşte kâfirlere yaptıkları böyle süslü gösterilmiştir.

Bu ayette sapkınlık içinde olan ancak daha sonra Hakkı kabul etmek ve iman etmek sureti ile doğru yola gelen insanlar yüce Allah 'ın lütfu ile yeniden dirilen ölüye benzetiliyor. Kur'an-ı Kerim'de yer yer hayat ve memat, iman ve küfürle özdeş tutuluyor. Kur'an-ı Kerim'in bu Zarif tabiri, iman meselesi sırf kuru  ve boş bir inanç olmadığını, bilakis imansız insanların vücuduna giren bir ruh misali olduğunu ve onları etkileyerek adeta yeniden canlandırdığını gösteriyor.

 

Enam suresinin bazı ayetler yüce Allah'ın varlık alemini yaratırken hikmet ve tedbirini beyan ediyor. Bu ayetler bazen Allah'ın özel sıfatlarını ve bazen de mahluklarını yaratırken emsalsiz gücünden söz ediyor. Örneğin 59. Ayette şöyle okumaktayız:

Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır; onları O'ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir; O'nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahi bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.

Yüce Allah denizlerin dibinde milyarlarca canlı varlığın hareketinden, ormanlarda ve dağlarda ağaçların yapraklarının titremesinden, çiçeklerin açmasından, derelerde ve ovalarda ve dağlarda esen rüzgardan, her insanın vücudundaki hüre sayısından haberdardır. Yüce Allah ayrıca bir ormanda aniden esen rüzgarın düşürdüğü yaprak sayısından da haberdardır. Tüm bu örnekler yüce Allah'ın sonsuz ilminin küçük bir bölümünü oluşturur ve ayete göre Rabbimiz her işin en ince detayından haberdardır.

 

Enam suresinin bir başka yerinde ayetler tevhid delillerini ilginç ifadeler ve yaratılış aleminin sırlarından canlı örneklerle beyan ediyor. Örneğin 95. Ayette şöyle okumaktayız:

Şüphesiz Allah, tohumu ve çekirdeği çatlatandır, ölüden diriyi çıkaran, diriden de ölüyü çıkarandır. İşte Allah budur. O halde (haktan) nasıl dönersiniz!

Bitkiler aleminde çekirdeğin çatlaması harikulade bir hadisedir ve Kur'an-ı Kerim bu hadiseye tevhid işaretlerinden biri olarak işaret eder. Bu ayet ayrıca hayat ve memat düzenine ve mahlukların bir halden başka bir hale dönüşmelerine işaret eder. Bazen cansız maddelerden okyanusların derinliklerinde veya çöllerde türlü hayat örnekleri oluşur ve bazen de ufak bir değişiklikle güçlü ve canlı bir mahluk, cansız bir mahluka dönüşür.

 

Canlı mahlukların ister bitki ister hayvan, yaşamları beşeri bilimin bugüne kadar sırrını öğrenemediği karmaşık bir meseledir. Gerçekten de insanoğlu bazı cansız maddelerin nasıl bir değişimle canlı mahluklara dönüştüğünü bilememektedir. Dolaysıyla Kur'an-ı Kerim yüce Allah'ın varlığını ispat etmek amacıyla çok kez bu konuya vurgu yapmıştır.

Kur'an-ı Kerim göklerin, yerin ve yıldızların varlığını, düşünen insan için birer ayet olduğunu belirtirken, böyle bir alemin hedefsiz bir şekilde yaratılmış olmasının imkansız olduğunu beyan ediyor.

Dolaysıyla insan yüce Allah'ın has mahluku olaraka sürekli amellerini gözetlemesi gerekir.

Kur'an-ı Kerim ayetlerine göre Hz. İbrahim ve Hz. Musa gibi büyük peygamberler de Nemrud ve Firavun gibi isyankar hükümdarların karşısında hayat meselesi ve varlık aleminin kadir ve hekim Allah tarafından yaratıldığını belirterek istidlalde bulunuyordu.