Nisan 08, 2023 10:23 Europe/Istanbul
  • Türkiye'den köşe yazarları

Cumhuriyet: AKP'de 'üç dönem' kavgası

Karar:

Bahçeli'den Akşener'e 'mermi' tepkisi: Demokrasiye saygısızlık

Yeniasya:

Millet İttifakı, İsrail’in Gazze saldırısını kınadı

Şimdi ise hafta içi köşe yazıları

...***

Faruk Çakır 7 Nisan tarihli Yeniasya gazetesinde, “İsrail’i ‘kınama’ da unutuldu!”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

“Her sene olduğu gibi bu Ramazan ayında da İsrail zulmü hız kazandı. Dikkat çeken noktalardan biri de, Türkiye’yi idare edenlerin neredeyse İsrail’i kınamayı dahi unuttuğudur. İsrail zulmünü gösteren can sıkıcı haberde şu bilgiler var: İsrail polisi, işgal altındaki Doğu Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’ya baskın düzenleyerek Kıble Mescidi’ne sığınanlara ses bombası ve kauçuk kaplı mermiyle müdahale etti, buradaki kişileri copla darbetti.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

…***

Fanatik Yahudi yerleşimcilerin Yahudilerce Pesah Bayramı nedeniyle Mescid-i Aksa’ya baskın düzenleme ve burada kurban kesme çağrıları üzerine teravih namazının ardından bir grup Filistinli Mescid-i Aksa içindeki Kıble Mescidi’ne sığındı. Aralarında kadın ve çocukların da yer aldığı grup, Kıble Mescidi’nin kapılarını kapattı. İsrail polisi, Mescid-i Aksa’nın avlusuna girerek temizlik görevlileri ve Müslümanları buradan güç kullanarak çıkardı, Aksa’nın kapılarını kapattı. Kıble Mescidi’nin etrafını sararak mescidin çatısına çıkan İsrail polisi, mabedin camlarından bazılarını kırarak önce içeridekilere ses bombasıyla müdahale etti. Mescid’deki gruptan bazıları havai fişek atarak İsrail polisine direnmeye çalıştı. İsrail polisi, daha sonra Kıble Mescidi’ne girerek içeridekilere ses bombası, göz yaşartıcı gaz ve kauçuk kaplı mermilerle müdahale etti. İsrail polisinin, mescide sığınan aralarında kadınların da yer aldığı grubu coplarla darbettiği görüntüler sosyal medyada paylaşıldı. (...) İsrail polisinin Mescid-i Aksa’ya düzenlediği baskın sırasında 250 civarında Filistinliyi gözaltına aldığı bildirildi. (...) Genç Filistinlilerin Aksa’ya girişine izin vermeyen İsrail polisi, bazı gruplara ses bombasıyla müdahale etti. İsrail güçleri, işgal altındaki Doğu Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’ya gece yarısı şiddet kullanarak düzenlediği baskının üzerine sabah namazından sonra ikinci kez baskın düzenledi. (AA, 5 Nisan 2023)

Sosyal medyada paylaşılan videolarda İsrail kuvvetlerinin namaz kılan Müslümanlara müdahale ettiğini ve namazlarını bozdurduğu görülüyor. Zulüm ve haksızlıkta sınır tanımayan İsrail, yine her zaman olduğu gibi Müslüman Filistinlileri suçluyor. Neymiş, Filistinliler taş atıyorlarmış. Dünyanın gözü önünde kıbleye dönmüş, namaz kılan Müslümanları itekleyen, namazlarını bozduran silahlı İsrail birlikleri suçlu değil mi?

İktidar cenahından bir yetkili, “Artık yeter! İsrail durdurulmalıdır!” demiş. Bir başka yetkili de, “Uluslararası toplumdan aynı kararlılıkla tepki göstermelerini ve İsrail hükümeti üzerinde baskı kurmalarını istiyoruz” şeklinde açıklama yapmış. (AA, 5 Nisan 2023)

Elbette İsrail durdurulmalıdır ve elbette uluslararası toplum da İsrail üzerinde baskı kurmalıdır. Fakat bunun yapılması için Türkiye’ye çok iş düşmüyor mu? Günde beş defa ‘uluslararası toplum’la kavga ederek onların İsrail’i durdurmasını temin edebilir miyiz? Hem, çok yakın zamanda İsrail’e ‘elçi’ tayin eden ve yeni ‘dostluk köprüleri kuran’ idareciler bu günleri hiç düşünmedi mi?

İsrail mutlaka durdurulmalıdır. Bunun bir yolu da dünyadaki ‘iyi’lerle dostluk kurmaktan geçer. Zalim İsrail’i “insanlık” durduracak inşallah.

…***

Taha Akyol 7 Nisan tarihli Karar gazetesinde, “Bunlar iyi günler!”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

“CHP İstanbul il binasının önünde, hızla geçen bir araçtan havaya iki el ateş edilmesi, zihinlerde hemen İYİ Parti’ye silahlı saldırı ile birleşti ve bunların siyasi saldırı ya da korkutma eylemleri olabileceği endişesi doğdu. Bu iki olayın maddi gerçeği ne olursa olsun, önemli olan toplumda yarattığı siyasi endişedir. Fakat mesele sadece bu iki olay değil.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

…***

Saldırıya uğrayan liderler muhalefet liderleridir: Kılıçdaroğlu’na linç girişimi… Meral Akşener’e çeşitli tehditler, saldırı teşebbüsleri… Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ’ın dövülmesi…Dövülen gazeteciler muhalif gazetecilerdir. Hoşlanılmayan gazeteler de saldırıya uğramıştır.

Toplumun vahim surette kutuplaştırılması ve muhalefetin düşman, hatta hain gösterilmesi yüz yıllık siyasi hastalığımızdır.

Hiçbir dönemde kalkınmamız dünya ortalamasının üstünde istikrarlı halde devam edemedi. AK Partinin ikinci on yılı hem kutuplaşmanın körüklendiği hem ekonominin bozulduğu dönemdir. Hiçbir dönemde Uzak Doğu performansını gösteremedik. Kurumların zayıf, kuralların fazla esnek olması, çatışmacı siyasetin kitlelerde heyecanlı taraftarlar bulmasını kolaylaştırıyor. Sağduyu hep güçsüz kalıyor. 21. yüzyılda bile!

Böyle toplumlarda mutlaka sağduyuyu temsil eden politika-dışı toplumsal kesimlerin güçlü olması, sağduyuyu temsil edecek yüksek kurumların bulunması, hukukun etkin olmasına ihtiyaç vardır.

Bu açıdan baktığımızda CB hükümet sistemi Türkiye için gerçek bir talihsizlik oldu. Devlet başkanlığı ile parti başkanlığının birleşmesi hiçbir bakımdan olumlu sonuç vermedi.

Bizde hangi muhalif politikacıya, partiye, gazeteye, gazeteciye saldırı olduğunda Cumhurbaşkanı kınadı?Kılıçdaroğlu linç edilmek istendiğinde… Akşener’e çirkin tavırlar sergilendiğinde… Politikacılar, gazeteciler dövüldüğünde Cumhurbaşkanı bir kınama açıklaması yaptı mı? Mağdurlara bir geçmiş olsun jestinde bulundu mu?

Hatta Hürriyet’e fiili saldıranların başında bulunan ve “bizim hatamız bunlara zamanında dayak atmamak” diye konuşan şahıs, Bakan Yardımcısı yapıldı!

…***

Esfender Korkmaz 7 Nisan tarihli Yeniçağ gazetesinde, “Beşeri yatırım kaybımız: Beyin göçü”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

“TÜİK'in uluslararası göç istatistiklerine göre, 2019, 2020 ve 2021 yıllarında, üç yılda Türkiye'den toplam 1 milyon 38 bin 403 kişi yurt dışına göç etti. Dışarıya gidenlerin, yüzde 53 ile yüz 58 arasındaki çoğunluğu, 15-39 yaş arası genç nüfustur. Vasıflı iş gücü yetiştirmek için her ülke büyük kaynaklar ayırır. Bir ülkenin yetiştiği vasıflı insanlar, gençler, bilim adamları, hekim, mühendis, başka ülkeye gidip, orada kalıp çalışmaya başlarsa, bu katlanılan maliyetin atıl kalması demektir. Bu şekildeki insanların göçüne "Beyin göçü (brain drain)" deniliyor.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

…***

Medya her gün doktorların dışarıya gittiğini yazıyor ve iktidar giderlerse gitsinler diyor. Yalnızca doktorlar değil, eğitimli işgücü ve özellikle gençler Türkiye'de durmuyor.

Göç veren ülkeler gelişmekte olan ülkelerdir. Yani beyin göçü temelde gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere yönelik bir kaynak aktarımıdır.

Türkiye 1933 yılında üniversite reformu yaptı. Darülfünun kaldırıldı, adı İstanbul Üniversitesi oldu. İstanbul Üniversitesi'nin kuruluşu ve gelişmesi Alman profesörlerin desteği ile gerçekleşti. Aynı şekilde bunlardan bir kısmı da Ankara'da hizmet verdi.

Alman profesörlerden Fritz Neumark, Türkiye'de 1933-1953 arasında yirmi yıl kaldı. İlk yıllarda Türkçeye hâkim oldu ve İktisat Fakültesi Maliye Kürsüsü'nün kurulmasında da etkili oldu. Ayrıca 1950 yılında yürürlüğe giren Türk Vergi Sistemi'nde reform komisyonunda görev aldı. Bu gelenlerden birçoğu kamu reformunda görev aldılar.

İstanbul ve Ankara'da görev alan bu profesörlerin çoğu geldikleri zaman genç bilim adamlarıydı.

O günün savaş dışında kalmayı başarabilmiş huzurlu genç Türkiye'si beyin göçü alırken, ne oldu da bugün Türkiye yüksek oranlı beyin göçü veren bir ülke konumuna geriledi?

Beyin göçü konusunda, 2009 yılında Mecliste, ''Yurtdışı Türkler Başkanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı'' hakkında konuşmamdan bir kesit veriyorum:

''Değerli arkadaşlar, yurt dışında yaşayanları ikiye ayırmak gerekiyor. Eğer olaya doğru bir teşhis koymak istiyorsak bunun altyapısını da iyi araştırmamız gerekiyor. Birincisi; yurt dışına çıkıp ve yurt dışında yaşayanlar ile yurt dışında yaşayan akraba topluluklarıdır. İkincisi, yurt dışında yaşamaya mecbur olanlardır.

Yurt dışında yaşamaya mecbur olanları ayrı bir kategoride incelememiz ve bunun nedenlerini ayrı yorumlamamız lazım. Neden yurt dışında yaşamaya mecbur oluyor? Çünkü Türkiye'de fiilî işsiz sayısı 5,5 milyondur 2009 yılı ortalaması, çünkü Türkiye'de gençler arasında 3 kişiden 1 kişi işsizdir.

Beyin göçü, bir fabrikayı başkasına vermek kadar önemlidir. Siz, bir kişiyi eğitiyorsunuz, uzman yapıyorsunuz, masraf yapıyorsunuz ama bunu, iş veremediğiniz için, iş bulamadığınız için başka ülkeye hediye ediyorsunuz, gidip başka ülkede çalışıyor. Yani maliyetini siz karşılıyorsunuz, faydasını gelişmiş ülkeler, Amerika Birleşik Devletleri ve Almanya gibi ülkeler görüyor. Bu demektir ki Türkiye'de gençler arasındaki işsizlik, beyin göçünü önemli ölçüde etkileyen bir faktördür.''