Haziran 10, 2023 08:11 Europe/Istanbul
  • Türkiye'den köşe yazarları

Karar: Kur artışının faturası 1.7 trilyon lira

Yeniasya:

Yanlış politikalarla pahalılık sona ermez

Star:

CHP'de Kılıçdaroğlu'na bir istifa çağrısı daha: Derhal görevden çekil

Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:

…***

Esfender Korkmaz 9 Haziran tarihli Yeniçağ gazetesinde, “Yüz işçiden 86'sı sendikalı değil”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

“Türkiye’de her kriz sonrası, dolaylı veya açık yoldan, ücret ve maaşlar tırpanlanır. Ücret ve maaşlarda dolaylı yoldan tırpanlama TÜFE'yi düşük göstererek yapılıyor. Yine her krizden sonra tarımsal destekler azalır. 2001 krizinde de aynısı oldu. 2000 öncesi, sendikalar bu tür yanlışlara karşı çıkardı. Kamuoyu oluştururdu ve hükümetleri zorlarlardı. Bugünkü siyasi iktidar işçiyi sendikasızlaştırdı ve grevleri de dolaylı yoldan uygulamada yasakladı. Demokratik ülkelerde sık görünen grevler, Türkiye’de artık yapılamıyor.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

…***

Öte yandan siyasi iktidar devlette de kendi sendikasını yarattı. Memurlar Memur-Sen'e üye olmak zorunda kaldı. Memur-Sen başkan veya mensupları Ak Parti’den milletvekili veya aday oluyor.

Bizde 1999 yılında sendikalaşma oranı yüzde 69,3 idi. Bu oran yasalar ve düzenlemelerle 2023 yılında yüzde 14,42'ye kadar geriledi.

Sendikalaşma zayıfladığı için işçiler artık haklarına sahip çıkamıyor.

Söz gelimi asgari ücret masasında sendika yok gibi; azınlıkta kalıyor. Asgari ücret masasına en fazla üyesi olan ve fakat Türkiye’de toplam işçi sayısının yalnızca yüzde 7,9'unu temsil eden TÜRK-İŞ oturuyor. Hükümet ve işveren iş birliği yaparak, eğer seçim arifesi değilse asgari ücret düzeltmesini yaşanan enflasyonun altında yapıyor.

İşçinin grev yapmasına da fiilen izin verilmiyor. Siyasi iktidar Hükümetin grevleri 60 gün süreyle erteleme yetkisini keyfi kullanıyor. Yasa şöyle; ''Karar verilmiş veya başlanmış olan kanuni bir grev veya lokavt genel sağlığı veya millî güvenliği bozucu nitelikte ise Bakanlar Kurulu bu uyuşmazlıkta grev ve lokavtı altmış gün süre ile erteleyebilir." Gel gör ki Millî Güvenliği bozucu etki yetkisi objektif değil, yoruma bağlıdır ve bu nedenle hükümet tarafından kullanılıyor. Söz gelimi Birleşik Metal-İş Sendikası tarafından alınmış olan grev kararının, millî güvenliği bozucu nitelikte görüldüğünden 60 gün süreyle ertelendi.

Erteleme kararı sonrası tarafların anlaşmamaları halinde grevlerin yeniden başlaması yasal olarak mümkün değil. Bu nedenle 60 gün içinde taraflardan ya anlaşmaları bekleniyor ya da toplu iş sözleşmesi Yüksek Hakem Kurulu tarafından sonuçlandırılıyor. Bu yapılmazsa sendikanın toplu iş sözleşme yetkisi düşüyor.

Hasılı, işçinin grev hakkı fiilen elinden alındı. Ama işçiyi temsil eden sendika olmadığı için, işçilerin eli kolu bağlı kalmış oluyor.

Piyasa ekonomisi ve geleneksel iktisat politikalarında da hedef insan refahıdır. Grev hakkı hem insani gelişme ve hem de toplumsal refah, sosyal huzur açısından gereklidir.

Dahası, reel ücretlerin düşmesi, toplam talebin düşmesine ve düşük büyümeye neden olur. Zengin-fakir farkının açılması ve ikili piyasa yapısına yol açar.

İşçiler de bilmelidir ki, her hükümet dikensiz gül bahçesi ister: Bu nedenle hak verilmez, alınır. İşçiler dağınık sendikaları toparlamaya zorlamalı. Sendikalaşmayı sağlamalıdırlar.

…***

Cihat Tekin 9 Haziran tarihli Yenimesaj gazetesinde, “Borç almak sebep, faiz ve enflasyon sonuçtur”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

“Cumhurbaşkanı Erdoğan,  çok uzun süredir ısrarla faiz sebep enflasyon sonuç düşüncesini tekrarlayarak faizin düşmesinin tek başına enflasyonu düşüreceğini iddia ederek uygulama sahasına soktu. Günümüzde politika faizi yıllık %8,5 nispetindedir. Fakat piyasada oluşan faiz bunun çok çok üstündedir. Kredi kartı, tüketici faizi konut kredisi ve ticari krediler bu oranın çok üzerinde teşekkül etmiş olup piyasadaki enflasyonun da oluşmasının en büyük sebeplerinden bir tanesidir.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

…***

Türkiye'de maliyet enflasyonu dikkate alındığı zaman; faizin, ham maddenin,  enerji giderlerinin, işçi ücretlerinin, kiraların, yol ve taşıma masraflarının, vergi giderlerinin ve diğer giderlerin maliyet unsuru olarak fiyatı oluşturduğunu söyleyebiliriz.

Esasında Erdoğan bu tespiti ile beraber doğru bir teşhis yapmakla beraber eksik bir tanım yapmaktadır.

Doğrusu şudur: Borçlanmak sebep, faiz de, enflasyon da bir sonuçtur.

Faiz, borç ilişkisi ile beraber bir anlam taşımaktadır. 21 yıllık AKP iktidarı döneminde dış kaynak bulmak maksadıyla önemli girişimler yapılmış olup çok yüksek faizlerle 100 milyarlarca dolar dış borç bulunmuştur.

AKP'nin temel ekonomi anlayışı borcu borçla kapatmak ve bir nevi saadet zinciri oluşturmaktan ibarettir.

AKP'nin meşhur bakanlarından Ali Babacan bunu "sürdürülebilir borç"  kavramı ile açıklayarak "Borçlanma kötü bir şey olsaydı ABD hiç borçlanır mıydı?" mottosuyla açıklamıştı.

Mehmet Şimşek aslında Erdoğan'ın hayalci bir ekonomi sistemine sahip olduğunu "Artık rasyonel politikalara dönmeliyiz" sözüyle teyit etmiş oldu.

Ekonomi sadece faizden, Merkez Bankası'ndan, dövizden, borsadan ve kripto paralardan ibaret değildir.

Bu anlayış sahipleri kapitalizmi ve onun üstatlarını hıfzederek bu makamlara geldikleri için yeni bir yaklaşım getiremezler.

Paranın sadece bir mübadele ve değer saklama aracı olmadığı aynı zamanda bir tahrik unsuru ve üretilen değerin karşılığı olduğu düşünüldüğünde aktif bir para politikası ekonomi uygulayıcıları için şart ve zaruridir.

Paranın hem emeği ve üretimi hem de talebi devreye koyan bir tahrik unsuru aynı zamanda üretilen değerin karşılığı olduğunu unutmayalım.

…***

İsmet Özçelik 9 Haziran tarihli Aydınlık gazetesinde,” İsmet Özçelik - ABD boş durmuyor… IMF’li mi, ‘IMF’siz IMF programı’ mı?”başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

“Seçim sonrası gelişmeler. Kritik görevlere yapılan atamalar. Öne çıkan konu ekonomi. İşlerin iyi gitmediği ortada. İzlenen seçim ekonomisi sorunları iyice büyüttü. Şimdi nasıl bir politika izlenecek? ABD derin devletinin önemli kuruluşu. Dış İlişkiler Konseyi (CFR). Türkiye ekonomisiyle ilgili bir rapor yayımladı.”diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

…***

Raporun ana hatları şöyle:

“Türkiye'nin mali kriz riski büyük. Ana nedeni dış finansman ihtiyacı. Cari açık 2021'de 20 milyar dolardan azdı. Bu yıl 60 milyar dolara ulaşacak. İthalat artışı, ihracat artışından fazla. Açığın kapanma şansı yok.

Şu anda en önemli sorunu kredi. Dış finansman bulamaması. Politika faizi ile enflasyon arasında uçurum büyük. Yabancı yatırımcılar bu durumdan endişeli. Körfez ülkelerinin verdiği destek de yeterli değil. Sıkıntı giderek artıyor. Türkiye ciddi dış açıkla boğuşuyor. 2023 yılındaki dış açık… Rezervlerin satılmasıyla karşılandı. Ama döviz rezervleri tükeniyor. Ödemeler dengesi verileri ortada. 6 milyar dolarlık girişe rağmen işler iyi değil. Yılın ilk üç ayında düşüş 14 milyar dolar. 10 milyar doların üzerinde dış borçlanma yapıldı. Buna rağmen rezervler 30 milyar dolar azaldı. Türkiye şu andaki rezervi… 48 milyar dolar döviz, 50 milyar dolarlık altın. 48 milyar doların tamamı da kullanılabilir değil. 19 milyar doları, Katar ve BAE ile yapılan swap anlaşmaları.

Gerçek döviz rezervi 29 milyar dolar.

Yaz aylarında kullanılabilir rezervler tükenebilir.” CFR’nin raporu özetle böyle. Verilen mesaj da açık. Türkiye’nin “Aşil topuğu”nu gösteriyor. Ekonomideki sıkışmışlığımızın pususundalar. Bu durumun fırsata çevrilmesi isteniyor. Batı’dan gelen haberler de bu yönde. Bazı görüşmeler yapıldığı anlaşılıyor.

Kulislere yansıyanlara bakılırsa, Şimşek’in Erdoğan’a sunduğu tablo… CFR’nin tespitlerine benzer. Mehmet Şimşek’in atanması…

Merkez Bankası, BDDK, SPK, … Bu kuruluşlara yapılacak atamalarda etkisi… Diğer bir deyişle ekibiyle gelmesi… Batı’nın yeni hamlesi… IMF’siz IMF Mİ? Şimşek’in ilk icraatı… Döviz serbest bırakıldı. Nereye kadar gideceği bilinmiyor. Birinci aşama 24-25, yıl sonu 28 TL diyenler var. Arkasından zamlar hızlandı. Petrol ürünleri yeniden tırmanışa geçti.

Marketlerde fiyat değişimi için personel ayrıldı. İğneden ipliğe fiyatlar artıyor. Önümüzdeki günlerde alınacak kararlar. Büyümenin yavaşlaması…Beraberinde işsizlik… Neoliberal politikaların klasik uygulaması. Ekonomik krizin faturası halka kesiliyor. Bundan sonrası nasıl olacak belli değil. IMF’li mi yoksa IMF’siz IMF politikaları mı? İzleyip göreceğiz.

 

Etiketler