Haziran 28, 2023 12:23 Europe/Istanbul
  • Türkiye'den köşe yazarları

Milli gazete: Tarım Kredi skandalı: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararını yok saydılar

Karar:

Deprem konutlarında 8 ayda teslimat

Yeniasya:

Ürküten uyuşturucu raporu

Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:

...***

Mehmet Ali Verçin 27 Haziran tarihli Karar gazetesinde, "Ekonomi yönetimi ve başarının şartları"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" TCMB faiz kararı %15 olarak açıklanınca kurlar 23,50 TL’den 26,04 TL’ye kadar yükseldi. Niçin? Çünkü bazı ünlü Amerikan bankaları %25 ve üzeri bir faiz oranı bekliyorlardı. Peki, TCMB “faiz oranlarını %15’te tutacağım” dedi mi? Hayır. Peki, bu bankalar, TCMB’nin faizleri 6 ay içinde %25 ve üzerine çıkaracağına inanıyorlar mı? Muhtemelen evet. Yani üç beş ay sonra ulaşılacak bir faiz oranı bu ay yapılmadı diye TL’ye spekülatif bir atak mı yapıldı?"diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Cevaplar karışık, hem “evet spekülatif bir atak yapıldı” hem de hayır “döviz kurlarının yükselmesi” gerekiyor. Türkiye’yi ekonomik krize sürükleyen Merhum Bülent Ecevit 1979 yılındaki seçimi kaybedince yerine kurulan Merhum Süleyman Demirel Hükümetinin Başbakanlık Müsteşarı Merhum Turgut Özal, “24 Ocak Kararları” olarak bilinen bir program açıklamıştı.

Programın amacı dışa açık büyüme, verimlilikte artış ve rekabet gücünü artırmayı amaçlayan istikrarlı bir ekonomiye sahip olmaya çalışmaktı, vs. vs. O günden beri biliyoruz ki devalüasyon, ya da daha kibar tanımıyla “rekabetçi kur” ekonomideki hastalıkların çoğunu iyileştirir. Geriye kalan hastalıkların çoğunu da, büyük ölçüde, yüksek faiz oranlarıyla iyileştirmeyi defalarca deneyimledik.

Bünyeye yüksek kur ve faiz antibiyotikleri enjekte edilince, ekonominin doktoruna “aktarım mekanizmaları”nın etkin çalışmasını sağlamak için “ince ayar” işleri yapmak kalıyor. Bu dönemde hastaların doktorlarına güvenmesi, en az verilen ilaçlar kadar önemlidir. Hastanın güvenmediği doktor ne ilaç alırsa alsın iyileşemeyebilir.

Peki, enflasyonu düşürmeyi hedefleyen bir yönetim için kurların, bu kadar kısa bir sürede bu kadar yüksek bir oranda artması bir çelişki değil mi?

Yüksek kurların arz yönlü enflasyona sebebiyet verdiği genelde doğrudur. Fakat Türkiye’de, enerji hariç neredeyse diğer bütün sektörler ürün satış fiyatlarını hesaplarken, yüksek kurları, mesela bir dolar 25 - 30 TL, fiyatlarına yedirmiş durumdadırlar.

%15 FAİZ ARTIŞI ETKİSİZ Mİ?

Önceki yazıda “Şahsen, TCMB’nin ilk hamlede, faizleri %18 civarında bir yere yükselteceğini, ardından her ay 2-3 puan artırarak enflasyonu dizginlemeye çalışacağını düşünüyorum” tahmininde bulunmuştum fakat faizler %15’e yükseltildi. Tedirgin olmuştum. Tedirginliğimin sebebi faizlerin 3 puan aşağıda olması değildi.

Murat Çetinkaya’nın Başkanlığı döneminde faizler 625 baz puan artırılmıştı. Bu şok artış da hem kurları hem de enflasyonu düşürerek başarılı olmuştu. Bu bilgi hafızasına sahip Sayın Erdoğan ve ekibi, 625 baz puanı civarında bir faiz oranında diretebilir hatta Ekonomi Yönetimine bu oranı dayatabilirdi.

TCMB, gösterge faiz oranını %15 olarak açıklayınca, doğrusu içimden “acaba” sorusu geçti.

Fakat PPK Toplantı Kararı metni yayınlanınca, metni dikkatle inceledim ve yapılması gereken her şeyi zamana yayarak çözmek isteyen bir yönetim gördüm ve tedirginliğimin yerini umut aldı.

TCMB Başkanı Sayın Erkan’ın “risk yönetimi” alanında uzman olması da, alınan kararların etki ve itibarını artırdı.

Bir risk, zarar vermesi kesin olan bir soruna dönüşünce, bu “riskli sorun” tek bir hamlede ve tek bir çözüm yöntemiyle çözülemez, genellikle.

...***

Fatma Çelik 27 Haziran tarihli Yeniçağ gazetesinde, " İttifak konusu üzerine…"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Siyasetin gündemindeki tartışmaların, “ittifak meselesi”ne bir açıklık getirmeyi gerektirdiği kanaatiyle, neden ittifaklara ihtiyaç duyuldu, nedir bu ittifakları gerekli/gereksiz yapan, bu yazıda ele alalım isterim… Türkiye’de 2018 yılına kadar siyasi partilerin seçimlere kendi isimleriyle “ittifak kurarak” girmeleri, açıkça yasaktı."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

2018 yılında, Milletvekili Seçimi Kanunu, değişikliğe uğradı. Bu değişiklik, Kanunun 34. maddesine seçim ittifaklarını dâhil etti.

Buna göre, siyasi partiler seçimlere katılırken ittifak kurabildi. Bu ittifaka verilen oyların barajı geçmesi halinde ise, ittifaktaki partiler bireysel olarak barajdan muaf oldu.

Düzenlemenin ilk halinde ittifaktaki siyasi partiler, hem kendi oylarından hem de ittifaktaki diğer partilerin oylarından faydalanarak sandalye elde etmekteydi.

Ardından 6 Nisan 2022’de 7393 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle, bu son imkân kalktı. Ancak ittifak barajı uygulaması ve ittifakın ortak oyu uygulaması partilerin oy oranlarının katsayılarına göre dağıtılmak suretiyle devam etti.

Elbette ki, kanun, seçimlerde ittifak kurulmasını zorunlu kılmıyor ama hükümet sisteminin gerektirdiği 50+1 çoğunluğu ve seçim barajı, siyasi partileri, bir araya toplanmaya mecbur bırakıyor.

Olumlu tarafından bakarsak, demokrasilerde ittifaklar, farklı ideolojilerin bir araya gelmesini, böylece yapılacak siyasi pazarlıklar sonucu uzlaşmacı bir yol izlenmesini mümkün kılabiliyor. Ne oluyor seçim ittifakı kurulunca?

Siyasi partiler, seçimlere tek başına katılmak yerine, ortak bir seçim stratejisi kurma yoluna gidiyor.

Burada, ortak strateji, elbette başarılı veya başarısız sonuçlanabiliyor.

Genel seçimler özelinde Türkiye’de muhalefet blogunun kurduğu Millet İttifakı’nın CHP ve İYİ Parti’ye belki de getirisi olduğu kadar götürüsü olmuştur. Özellikle, ideolojik kaymalar, seçmen tarafından tutarsızlık olarak algılanmış ve güven kaybına neden olmuştur.

Bu sebeple, seçim sonrası partilerin bireysel siyasetlerine geri dönmeleri, kendi seçmenlerini konsolide etmeyi kolaylaştırabilir.

Bu elbette ki, partilerin bundan sonra birbirine sırtını dönmesi ve/veya meydanlarda birbirlerini karşılarına alan sert söylemlerde bulunmaları anlamına gelmiyor. Ancak aynı çatı altında toplanmanın neden olduğu, ayrıştırıcı özelliklerin kaybolması halinin de iyi değerlendirilmesi gerekiyor.

...***

Cevher İlhan 27 Haziran tarihli Yeniasya gazetesinde, " “Gazlı” seçim asparagası…"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Hâlâ sonuçları tartışılan kara propagandalı kirli seçim kampanyasında peşpeşe patlatılan “gaz müjdeleri”nin sonu olan “Gabar’da petrol!” iddiasının fos çıkması da karambold geldi. Mâlum gerçek gündemi saptırma hesâbıyla “iktidara iliştirilmiş medya”da günlerce “Gabar’da petrol fışkırıyor!” manşetleri atılmıştı. O denli ki bir “havuz kanalı”nda “Milli Enerji Hamlesi kapsamında Cumhuriyet tarihinin en büyük petrol keşfi Gabar Dağı’nda yapıldı. Günlük 100 bin varil üretim kapasitesine sahip rezerv, 6 Şubat depremlerinin maliyetini tek başına karşılayabiliyor” diye bin 800 rakımdaki kuyudan “işte tarihi keşfin hikâyesi” uydurmaları sıralanmıştı."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Devlet kanalı da “Gabar’da petrol fışkırıyor” dezenformasyonuna “Şırnak’ta 150 milyon varillik petrol rezervi keşfiyle Gabar’da günde yaklaşık 5 bin varil petrol çıkarılıyor” haberini servis etmişti. Keza dönemin İçişleri Bakanı da “Gabar’da bulduğumuz petrolü, direkt olarak traktöre koy çalıştır!” tweetiyle uyduruk propagandaya katılmıştı…

“Gabar’da petrol fışkırıyor!” uydurması, son yıllarda daha sondajı, çıkarılması, taşınması, işlenmesi, üretim mâliyeti ve kullanıma sunulma süresine dair hiçbir plânı ve projesi olmadan iktidardakilerden menkul “trilyonluk doğalgaz, petrol ve gaz müjdelerini hatırlattı.

Hatırlanacağı üzere daha Başbakan iken, 2004’te Akçakoca’da, 2009’da Sakarya’da, 2012’de Hakkari ve Trabzon Sürmene’de, 2013’te Silivri’de doğalgaz rezervi bulunduğunu duyuran Cumhurbaşkanının, Ağustos 2020’de “Türkiye tarihinin en büyük doğalgaz keşfi” diye 450 milyar metreküp rezervin çıkarılıp 2023’te kullanımına sunulacağı “müjdesi” de havada kaldı.

Yine 2022’de “iktidara iliştirilmiş meddah medya”da “eli kulağında”, “gün sayıyoruz”, “dere göründü” başlıklarıyla “yeni doğalgaz müjdeleri”yle “Sakarya gaz sahası geliştirme projesi”yle Zonguldak ili Filyos ve çevresinin “enerji üssü” haline getirilip doğalgazın 2023’te evlerde kullanılacağı ve “proje süresinin 2032’te biteceği” vaadleri verilmişti.  

Oysa gerçek olan, her “müjde”nin ardından dayatılan zamlarla bir yılda 13 kere zamla doğalgaz sanayide yüzde 601, meskende yüzde 146 zamlanırken, en son seçim öncesi Cumhurbaşkanı’nın “Çaycuma’da uluslararası piyasalardaki karşılığı 1 trilyon doları bulan 58 milyar metreküplük doğalgaz rezervi” “müjdesi”yle verdiği, çıkarılsa dahi Türkiye’nin üç haftalık ihtiyacına yetmeyen “Karadeniz’de yeni doğalgaz” söyleminin akıbetsiz çıkmasıydı.

Etiketler