Ağustos 09, 2023 09:37 Europe/Istanbul
  • Türkiye'den köşe yazarları

Star: Erdoğan'dan enflasyonla mücadelede kararlılık mesajı

Karar:

İflaslar ve işsizlik artacak

Milli gazete:

Toplu ulaşıma dev zam geliyor!

Şimdi ise hafta içi köşe yazıları:

...***

Faruk Çakır 8 Ağustos tarihli Yeniasya gazetesinde, "Depreme hazırlanabilir miyiz?"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Herkesin bildiği sırra göre başta İstanbul olmak üzere ülkemiz “muhtemel bir büyük depreme” hazırlıklı değil. Türkiye’yi idare edenler her ne kadar “Depremle birlikte yaşamaya alışmak lazım” ve “(Mesela) Deprem hazırlığı için İstanbul’u yıkıp yeniden inşa edeceğiz” demiş olsa da bu yönce ciddi adımlar atılmadığını herkes görüyor."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Kahramanmaraş merkezli büyük depremin değil yaralarının sarılması, “6 ayda unutulduğu” söyleniyor ki her halde bu da inkar edilmez. Konu ile ilgili bir haber özetle şöyle:

“Tarihte Antakya, 7 defa yıkılmasına rağmen hiç terk edilmedi. Havası, suyu, bereketli toprakları, çok tarihli, kültürlü yapısı Antakya’yı tercih edilen şehir yaptı. Antakya 6 Şubat gecesi 8. kez yıkıldı. Binlerce insan enkaz altında kalarak vefat etti, binlercesi de yaralandı. Felaketin üzerinden tam 6 ay geçti. İlk aylardaki hayata tutunma telaşından ve ‘mutlaka döneceğiz’ umudundan gelinen nokta; toz içinde bir şehir, su kuyrukları, çadır ve konteynerlerde yaşam mücadelesi veren insanlar ve unutulmuşluk… Antakyalı depremzedelerin bir kısmı neredeyse tamamen unutulduklarını düşünüyor. 6 Şubat merkezli depremler nedeniyle Malatya’da 1400 kişi hayatını kaybederken yaklaşık 300 bin kişi de şehri terk etti. Aradan 6 ay geçmesine rağmen kentteki pek çok sorun çözülmeyi bekliyor.

Barınma sorununun ciddi kronikleştiği Malatya’da, şimdiye kadar 2 bin 124 binanın yıkımı gerçekleşti. Yıkılmayı bekleyen ağır hasarlı bina sayısı ise 33 bin. Kentte barınma sorununun yanı sıra yıkımı yapılan binalar da tehdit saçıyor. Depremlerin üzerinden 6 ay geçmesine ve yetkililer tarafından sözler verilmesine rağmen, hasarlı binaların çoğunun yıkımı gerçekleşmedi. En fazla yıkımın yaşandığı Kahramanmaraş, Hatay ve Adıyaman’da enkaz kaldırma çalışmalarında sona gelindiği belirtilse de yıkılan binalara ilişkin soruşturmalarda neredeyse bir ilerleme kaydedilemiyor.”

Bir de “büyük deprem” beklenen İstanbul hakkındaki ‘uzman’ görüşünü aktaralım: “Bugünkü halinde İstanbul depreme hazır değil. Hiçbir şey yapılmadı diyemeyiz. İlk başlarda Acil Afet Yönetim Merkezi kuruldu. Belediyeler ona göre çalıştı. Her mahalleye konteyner konuldu. İstanbul Valiliği, hastane ve okulları elden geçirdi. Viyadükler, yollar, köprüler yapıldı. Bir takım tatbikatlar yapıldı. AFAD planlar programlar yaptı. Hazırlıklar yapıldı. Lakin bunlar yeterli değil. Bu yapılanların çoğu ya afete yönelik ya da masa başında kalıyor. 16 milyonun oturduğu konutlar depreme hazırlanmadı. Vatandaşlar kendi evlerini depreme hazırlamadı. Bunlar vatandaşın kabahati değil. Devlet gözetim denetim ve sorumluluğu altında yapmalı.” (Prof. Dr. Naci Görür, Habertürk TV, 6 Ağustos 2023) 

Bu tablo varken, “İstanbul ve Türkiye depreme hazır” diyenler samimi olabilir mi? Lütfen, yarını beklemeden atılması gereken adımlar atılsın.

...***

Esfender Korkmaz 8 Ağustos tarihli Yeniçağ gazetesinde, " Kira savaşları"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Pandemi sonrası gayrimenkul fiyatları ve kiralarda spekülatif artış yaşadık. Bu artışta, seçim öncesi kaynağı ne olursa olsun kara para aklama da etkili oldu. Deprem sonrası da, yeni binaların ve müstakil evlerin fiyatları bir daha arttı. Söz gelimi Çekmeköy Ömerli’de arsa metrekare fiyatı bin lira iken önce 20.000 liraya çıktı. Bir miktar satış oldu. Ama satışlar durdu. Şimdi 12.000’e indi. Yine de fazla talep olmuyor."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Kiralardaki spekülatif artışı önlemek için, 2022 Haziran ayında çıkarılan bir yasa ile ve bir yıl süre ile kira artışına yüzde 25 sınır getirildi. 2023’te yüzde 25 sınırı bir yıl uzatıldı. 2022 yılında kiralara yüzde 25 sınır getirilmesine, muhalefet de evet oyu verdi.

Kiraların yüzde 25 ile sınırlı tutulması, mülk sahibinin servetine kanun yoluyla el konulması demektir. Bu yolla mülk sahibinin, enflasyon oranı -yüzde 25 farkı kadar geliri devlet eliyle kiracıya transfer edildi.

Mülk sahibinin fırsat gelirine de el konulmuş oldu. Zira 1 milyonluk ev, 5 milyona çıktıysa ve kira zorla enflasyonun altında tutuluyor ise, konut yatırımı diğer yatırımlara göre, zarar ediyor demektir. Yani “devlet eliyle piyasada haksız rekabet oluşturuluyor.” demektir.

Dahası, bu uygulama emekli ikramiyesi veya tasarrufu ile ev almış ve geçimini bu yolla sağlayanları aç bırakmak anlamına gelir.

Bu uygulama aynı zamanda mülkiyet güvencesini ortadan kaldırır. Yarın da aynı hükümet; döviz karşılığı TL veriyorum der ve döviz tasarruflarına el koyabilir.

Gerçekte ise devletin ilk görevi, halkın mülkiyetini korumaktır. Mülkiyet güvencesi zedelenirse, yabancı sermaye gelmez, yerli ve yabancı yatırım yapmaz, dolar-altın yastık altına girer, tasarruflar yurt dışına çıkar.

Dahası bugünkü devlet, el parası ile popülizm ve kabadayılık yapıyor.

*Kırılgan ve spekülatif piyasayı, günübirlik kararlarla hükümetler yarattı.

*Ekonomik istikrarı hükümet bozdu, enflasyonu göz göre göre yanlış faiz politikası yarattı.

*Hükümet yanlış yaptıysa, bunun cezasını zaten halkla birlikte ev sahibi de çekiyor. İktidarı ve muhalefeti neden ev sahibine ilave ceza kesiyor?

*Muhalefet, önce devlette lüks tüketimi, popülizmi kaldır demek yerine, bu haksızlığa neden evet dedi?

...***

İsmet Berkan 8 Ağustos tarihli Karar gazetesinde, " Erdoğan hatasını kabul etmeden ekonomi düzelir mi?"başlıklı yazısını okuyucularla paylaşıyor.

" Ekonomi görece genç bir bilim belki ama bu bilimsel disiplin içinde özellikle son 100 yıla varan sürede o kadar çok akademik çalışma yapılıyor ki, pek çok alanda çok hızlı bir ilerleme kaydedildi, bugün dahil ekonomi bilimi ilerlemeye devam ediyor. İktisat bilimi, biz vatandaşlardan devletlere ve şirketlere kadar bütün ekonomik aktörlerin karşılıklı etkileşimine bakıp bazı ekonomik kanunlar bulma iddiasında. Bizim davranışlarımız ve önceliklerimiz değiştikçe bu kanunlar da değişebiliyor."diyen yazar, yazısının devamında şu ifadelere yer veriyor:

...***

Muhtemelen hiçbir zaman bütün ekonomik ilişkiler birer ‘kanun’a indirgenemeyecek, her zaman bir belirsizlik alanı kalacak ama bazı konularda bu bilim dalının net bazı neden-sonuç ilişkilerini ortaya koyduğunu herkes kabul ediyor.

Türkiye’de Tayyip Erdoğan, 2018’de başkanlık sisteminin başkanı seçildiğinden beri bazıları fazlasıyla yerleşik olan bu net iktisat kanunlarından bir tanesiyle açıktan kavga halinde.

Bu kavga 2021 yılının ikinci yarısında Merkez Bankası’nın politika faizini indirmesiyle teoriden pratik düzeyine de geçti. Oysa iktisadın ‘imkansız üçlü’ kuralı, defalarca denenmiş ve artık kanun olarak literatüre geçmiş bir şey. Türkiye’de Tayyip Erdoğan neredeyse bir ‘doğa kanunu’ seviyesindeki bu kuralla kavga ediyor.

Kuralı hatırlayalım: Sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ülkenin Merkez Bankası, aynı anda hem döviz kurlarının seviyesini kontrol edip hem de para miktarını belirleyemez. Bu üç unsurdan en fazla ikisini kontrol edebilir.

Türkiye, sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ülke. Yani buraya yurt dışından paranızla gelip yatırım yapmanız da serbest, paranızı alıp yurt dışına yatırıma götürmek de. Bu kural, çeşitli kısıtlamalar olmasına rağmen değişmedi.

Kalan iki unsurdan, yani paranın miktarını belirleme (faiz) ve döviz kurunun seviyesini kontrol etmeden birini tercih etmeliydi Merkez Bankası. Ki geleneksel olarak Merkez Bankaları burada kur seviyesiyle uğraşmak yerine faizi, yani piyasadaki yerel paranın miktarını belirlerler. Bizim bankamız da işe böyle başladı, faizi indirdi, parayı bollaştırdı..

Faiz inip TL bollaşınca para, kurun artacağı beklentisiyle dövize ve yurt dışına yöneldi.

Derken 2021’de Merkez Bankası faiz indirdi ve hemen ardından bekleneceği gibi döviz kuru da patladı.

Döviz kurundaki patlamayı enflasyon izledi.

Şimdi gelen yeni ekonomi yönetimi ‘rasyonel’ olmaktan söz ediyor ama onların bu sözlerinin samimiyeti ve inandırıcılığı tartışılıyor. İşte son olarak İstanbul’da yabancı yatırımcılarla buluştu yeni ekonomi yönetimi. Yabancı bankalar onların samimiyetine veya söylediklerini yapabileceklerine ikna olmadı.

Neden olmadı? Mesele sadece faizin seviyesi değil. Mesele, 2018’de bu bilim dışı politikaları hayata geçirip bütün Türkiye’ye büyük bedel ödeten siyasi otoritenin çıkıp ‘Ben hatalıydım, yanlış politika uyguladım, bilimle savaştım, şimdi hatamı anladım ve bilimin emrettiğine geri dönüyorum’ dememiş olması.

 

Etiketler