Ekim 01, 2016 11:35 Europe/Istanbul

Mübahele ayeti, İmam Ali’nin –s– üstünlüğünün ispatı ve imametinin delillerinden biridir.

Bu ayette Hz. Hasan –s–  ve Hz. Hüseyin –s– İslam Peygamberi’nin –s– evlatları ve Hz. Fatıma –s– de risalet hanedanına mensup tek kadın olarak tanıtılmasının yanında Hz. Ali’den –s– de Peygamber’in nefsi ve canı olarak söz edilmiştir. Gerçekten de bir insan için maneviyat ve fazilet açısından İslam Peygamberi –s– onu canı ve ruhu olarak adlandıracağı kadar yüksek derecelere nail olmasından daha büyük bir fazilet olabilir mi?

Değerli doslar, geçen bölümde imamet hakkında yüce Allah’ın Hz. İbrahim’e uzun yıllar nübüvvet ve risaleti ve çok sıkı sınavlara tabi tuttuktan sonra imamet makamını sunduğunu anlattık. Bugünkü sohbetimizde mübarek Al-i İmran suresinin 61. Ayeti olan mübahele ayetini ele almak istiyoruz.

İslam Peygamberi –s– nebevi hükümeti kurup İslam ümmetinin oluşturduktan sonra Necranlı hristiyanlara İslam’a davet mektubu gönderdi. Necran Hicaz topraklarının güneyinde ve şimdiki Yemen sınırlarında hristiyanların önemli bir merkeziydi. Necranlı hristiyanlar Bizans ve Habeşistan kiliselerinin büyükleri ile sıkı irtibat halindeydi. Necranlı hristiyanlar Hz. İsa’nın ilah olduğuna inanıyordu.

İslam Peygamberi –s– Necranlı hristiyanlara yazdığı mektupta şu ifadelere yer verdi: İbrahim ve İshak ve Yakub’un  Allah’ı adına, Allah’ın Resulü Muhammed’den Necran kardinaline. İbrahim ve İshak ve Yakub’un Rabbine hamd ediyor ve sizi kullara tapmaktan Allah’a tapmaya davet ediyorum. Sizi kulların velayetinden çıkıp Allah’ın velayetine girmeye davet ediyorum. Ve eğer benim davetimi kabul etmeyecek olursanız, İslamî devlete vergi ve ceziye ödemelisiniz, aksi takdirde size tehlike ilan ediyorum.

Hristiyanlar bu mektubu alınca bir konseyde toplantılar. Konsey Necran’dan Medine’ye temsilci bir heyet göndermeye ve Muhammed –s– ile yakından görüşerek nübüvvet gerekçelerini incelemeye karar verdi. Böylece aralarında hristiyanların üç dini lideri de bulunan hristiyan kanaat önderleri ve seçkin şahsiyetlerinden bir heyet Medine’ye geldi. Heyetin amacı İslam Peygamberi –s– ile yakından görüşmek ve uygun bir çözüm yolu bulmaktı.

Kur'an'ı Kerim de buyurduğu üzere Necran heyeti İslam Peygamberi’nin huzuruna çıktıında bir insanın babasız doğuşunu Hz. İsa’nın ilah oluşu ve Allah’ın oğlu ve hatta Allah’ın kendisi oluşunun delili olarak gündeme getirdiler. Al-i İmran suresinin 59. Ayeti ise heyetin iddiasının reddedinde nazil oldu, şöyle ki Hz. İsa’nın bakire olan ve kocası olmayan Hz. Meryem’den doğması ilahi irade olduğu ve dünya için bir mucize olarak zahir olduğu, nitekim Hz. Adem’in de anasız babasız doğduğu beyan edildi. Nitekim Allah teala ne zaman bir şeyin var olmasını irade edecek olursa o şey hemen var olur.

Ancak Hz. İsa’nın ilah olduğuna ve o hazretin Allah’ın evladı olduğuna inanan hristiyanlar bu istidlal karşısında aciz kaldı ve bu yüzden şiddetle inkar etmeye kalkıştı, öyle ki Allah Resulü –s– Necranlı heyetin tavrından usanmaya başladı ve ardından Al-i İmran suresinin 61. Ayetinde belirtildiği üzere İslam Peygamberi –s– yüce Allah’ın emriüzerine hristiyanları mübaheleye davet etti:

Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki: Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım, sonra da dua edelim de Allah'tan yalancılar üzerine lânet dileyelim.

Ertesi gün iki taraf Medine çevresinde bir çölde karşı karşıya geldi. İslam Peygamberi –s– Hz. Ali –s– ve Hz. Fatıma –s– ve çocukları Hasan –s– ve Hüseyin –s– ile birlikte geldi. Hasan –s– ve Hüseyin –s– önden gidiyor ve Hz. Fatıma –s– da onların artından yürüyordu. Hristiyan heyet de önde baş kardinalleri yürürken arenaya çıktı. Baş kardinal İslam Peygamberi’ni –s– ve beraberindekileri görünce onların kim olduklarını sordu. Baş kardinale onlardan biri İslam Peygamberi’nin –s– amcaoğlu ve damadı ve en sevilen insan olduğu ve iki erkek çocuk da İslam Peygamberi’nin –s– kızından torunları ve o genç kadın da kızı Hz. Fatıma –s– olduğu ve o da halk arasında en sevilen kadın ve İslam Peygamberi’ne –s– en yakın insanlardan bir olduğu anlatıldı. Hristiyan heyetin lideri İslam Peygamberi’nin –s– en sevdiği insanlarla beraber mübaheleye geldiğini görünce şöyle dedi: ben öyle yüzler görüyorum ki eğer dağların yerinden kopmasını isteyecek olurlarsa, öyle olur. Sakın onlarla mübahele etmeyin. Allah’a and olsun o da diğer peygamberler gibi mübaheleye gelmiştir. Eğer mübahele ederseniz helak olmanız kesindir ve kıyamet gününe dek yer yüzünde bir tek hristiyan kalmaz.

Mübahele İslam Peygamberi’nin –s– ehli beytinin faziletinin en büyük belgesidir. Çünkü mübahele ayetinde yer alan sözcükler ve manaları, Resulullah’ın beraberindeki insanların fazilet bakımından hangi mevkide olduklarını açıkça ortaya koyuyor. Nitekim sohbetimizin başında da belirtildiği üzere, bu ayette Hz. Hasan –s–  ve Hz. Hüseyin –s– İslam Peygamberi’nin –s– evlatları ve Hz. Fatıma –s– de risalet hanedanına mensup tek kadın olarak tanıtılmasının yanında Hz. Ali’den –s– de Peygamber’in nefsi ve canı olarak söz edilmiştir. Gerçekten de bir insan için maneviyat ve fazilet açısından İslam Peygamberi –s– onu canı ve ruhu olarak adlandıracağı kadar yüksek derecelere nail olmasından daha büyük bir fazilet olabilir mi?

Mübahele ayeti, İmam Ali’nin –s– üstünlüğünün ispatı ve imametinin delillerinden biridir. Bu ayette Hz. Ali’den –s– Resulullah’ın –s– nefsi ve ruhu olarak söz ediliyor. Bazıları nefisten maksadın İslam Peygamberi’nin –s– ta kendisi olarak söz ediyor. Gerçi nefis derken akla kan ve hava ve insanın maddi yapısının kıvamını oluşturan şeyler akla geliyor. Çünkü peygamber efendimizin –s– kendisi davet edendir ve davet eden, davet edilenden farklıdır. Bu yüzden bu ayette nefis, Allah teala katında peygamber efendimiz –s– kadar izzeti, kerameti, sevgisi, önderliği, fedakarlığı, büyüklüğü ve celali olan birini kastediyor.

Tarihte ve rivayetlerde belirtildiği üzere, bir gün Abbasi Halife Mamun İmam Rıza’nın –s– huzurunda bazı ulemayı davet ederek bir oturum düzenledi. Oturumda Mamun İslam ümmetinin seçkin şahsiyetleri hakkında bazı sorular sordu. İmam Rıza –s– şöyle buyurdu: Kur'an'ı Kerim’de bir kaç yerde bu üstünlük açıkça beyan edilmiştir. İlkin Tathir ayetidir ki ehli beytin her türlü kötülükten pak olduğunu beyan eder. Diğeri ise mübahele ayetidir ki nazil olduğunda İmam Ali –s– ve Hz. Fatıma –s– ve Hasan –s– ve Hüseyin –s– Resulullah’ın canı olduğu anlaşıldı.

Mamun İmam Rıza’dan –s– ayrıca neden insanlar o hazreti ibni Resulullah –s– hitap ettiklerini, ama kendisini böyle hitap etmediklerini, oysa her ikisi İslam Peygamberi’nin soyundan olduklarını sordu.

Gerçekte Mamun, İslam Peygamberi’nin –s– amcası Abbas soyundandır. İmam Rıza –s– bu soruya verdiği cevapta, bunu halkın kendisinden sormaları gerektiğini ve neden kendisini ibni Resulullah –s– hitap ettikleri halde Mamun’u böyle hitap etmediklerini halktan öğrenmeleri gerektiğini kaydetti. Ancak Mamun bu sorunun cevabını bizzat İmam Rıza’dan –s– öğrenmek istediğini belirterek ısrar etti. İmam Rıza –s– bir tek kelamda bunun sebebi mübahele ayetinde “bizim çocuklarımız” ibaresinde yattığını belirtti ve şöyle devam etti: bu ayette Allah teala İmam Hasan –s– ve İmam Hüseyin’den –s– Resulullah’ın –s– çocukları olarak söz etmiştir ve bu yüzden halk bizi de Resulullah’ın evlatları olarak bilmektedir. Oysa 61. Ayet ve bizim çocuklarımız tabiri sizin hakkınızda nazil olmamıştır.

Mamun İmam Rıza’ya –s– verdiği cevapta bir kuşkuyu gündeme getirdi, ancak İmam Rıza –s– şöyle karşılık verdi:

“Nisa Na” tabiri bizim kadınlarımız demek ve Allah Resulü –s– o sırada eşlerinden hiç birini götürmemişti ve mübahelede hazır bulunan tek kadın o hazretin kızı Hz. Fatıma idi.

Aslında Mamun ortaya attığı kuşkuda “Nisa na” yani bizim kadınlarımız tabiri mecazi anlamda kullanıldığını ve Hz. Fatıma –s– da Resulullah’ın –s– tek kızı olarak mübahelede yer aldığını ve bu yüzden İmam Hasan –s– ve İmam Hüseyin –s– Resulullah’ın –s– evlatları sayılmayacağını ve burada mecazi anlamda evlatları olarak belirtildiğini söylemek istiyordu.

İmam Rıza –s– Mamun’un ortaya attığı bu kuşkuya şöyle karşılık verdi: sizin bu istidlaliniz eğer ayetinden devamında Enfüsena, yani canımız gelmemiş olsaydı doğru olurdu, oysa enfüsena tabiri burada İmam Ali’nin –s– Resulullah’ın nefsi olduğunun delilidir. Hz. Fatıma –s– da İmam Ali’nin –s– eşidir ve bizim kadınlarımız tabiri de İmam Ali’nin –s– itibarına göre doğrudur, çünkü kendisi Resulullah’ın –s– nefsidir. Dolaysıyla kadınlarımız kelimesi mecazi değil, hakikidir. Çocuklarımız kelimesi de öyledir.

Mamun bu cevabı duyunca İmam Rıza –s– karşısında boyun eğdi ve imamları Resulullah’ın evlatları hitap etmenin şayeste olduğunu itiraf etti.015