Hidayetin parlayan güneşi; Hz Muhammed-saa- 23
Resul ekrem'in -saa- siyerindeki temel ve esas konu, tevhidi hakimiyetin üzerinedir.
Bu hakimiyet 4 temel konu üzerine dayalıdır:
- insanların, tevhidi olmayan hükümetlerin kulluğundan kurtarılması
- insanların, zalim ve mütecaviz hükümranların sözleşmelerinden kurtarılması
- insanların, şeytani hakimiyetlerin boyunduruğundan kurtarılması
- ve tağuti hükümetler ve vilayetlerin nefy edilmesi.
Bu görüşe göre, mustazaflar ve zülme maruz kalanların kurtarılması için tevhidi hakimiyet ile tağuti ve mütecaviz hükümetlerin karşılaşması kaçınılmazdır. Başka bir ifade ile Resulullah'ın -saa- siyerine göre insanları esir alan tüm bağların koparılması ve dünyanın mazlum halkların omuzlarındaki ağır yükün kaldırılması gerekir. Bu temel ilkenin gerçekleşmesi ile insanoğlu zilletten izzet ve iktidara, esaret ve kulluktan bağımsızlık ve özgürlüğe ulaşarak kendi kaderine egemen olur. Kur'an Kerim Resulullah'ın -saa- bu görevini Araf suresinin 157. ayetinin bir bölümünde şöyle çiziyor: Üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır. Ona iman edenler, ona saygı gösterenler, ona yardım edenler ve ona indirilen nura (Kur’an’a) uyanlar var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.
Bu eğilim ve bakış açının temelinde, derinliklerinde müstekbirlerin devrilmesi ve mustazafların hakimiyeti yatan öz tevhidi inanç ve düşünceler yatıyor ve Allah'ın isteğinin temelini oluşturuyor. Nitekim Kasas suresinin 5. ayetinde şöyle okuyoruz: Biz ise, istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve onları varisler kılalım.
"Mustazaf" Kur'an Kerim'in siyasi edebiyatı ve kültüründe, müstekbir güçler ve hakimiyetlerin, kendi sultalarını dayatmak için çıkarcı siyasetler uygulayarak, muazzam kaynakları yağmalanan, tüm alanlarda karar alma yetenekleri yok edilen, ilerlemesi engellenerek geri kalmışlığa mahküm olan, her türlü uyanışı şiddetle bastırılan milletlere denir.
İslam peygamberinin -saa- siyeri Kur'an Kerim'den ilham alarak bu insanlık dışı sömürü siyasetin tam karşısında yer alıyor. Bu yüzden sadece Peygamber değil, kendini Müslüman ve o hazretin gerçek izleyicisi bilen her kes, mustazafların kurtarılması için ayaklanmalı ve onların kurtuluşu için hiçbir mücadelede tereddüt etmemeli. Kur'an Kerim bu konuda her türlü müsamahayı şiddetle eleştirirken rahatına düşkün insanların sessizliği ve duyarsızlığını Nisa suresinin 75. ayetinde bu sözlerle eleştiriyor: Size ne oluyor da, Allah yolunda ve, “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?
Bu ayette önemli olan konu, İslam'ın mazlum milletleri savunmak için hiçbir sınır tanımaması ayrıca onları savunma sorumluluğunun, inanç, ırk, ulus ve coğrafi özellikler gözetilmeksizin tüm müteahhit ve sorumluluk sahibi insanların omuzlarında olmasıdır.
İşte İslam cumhuriyeti nizamı da böyle öğretilerle dünyanın neresinde mazlum sesi duyarsa yardım için ayaklanıyor. Tam da bu yüzden İslam cumhuriyeti nizamın kurucusu rahmetli İmam Humeyni –ra- mazlum Filistin halkını savunmak için Ramazan ayın son Cuma gününü "Dünya Kudüs Günü" ilan ederek, dünyada tüm Müslümanlar ve özgürlükçülerinden Kudüs'ün gasip ve saldırgan Siyonist rejimin işgalinden kurtarılması için savaşmalarını istiyor.
Bu siyaset doğrultusunda günümüzde İran İslam cumhuriyeti, Ayetullah Seyit Ali Hamenei liderliğinde Suriye, Irak, Yemen, Bahreyn, Lübnan, Afganistan ve Pakistan'daki mazlum milletleri savunmaya ısrar etmekte ve küresel istikbarin tüm propagandaları ile küfür elebaşları ve Arap gericiliğin tüm düşmanca tutumlarına rağmen bu siyasetine devam etmekte.
İşte bu, dünya milletlerinin dönemin tağuti ve mistekbir güçlerinin kurtuluşu için sürekli savaşan ve bu yolda bir an bile dinmeyen Resulullah'ın -saa- siyasi siyeridir; fakat günümüzde görünüşte Müslüman olan bazı hükümetler, küresel küfre ittifak ve dostluk eli uzatarak mazlum milletler ve hükümetlere karşı savaşıyorlar. Bu siyaset ve yöntem, Kur'an Kerim öğretileri ile tam ters yöndedir. Zira Nisa suresinin 60. ayetinde şöyle buyuruyor: (Ey Muhammed!) Sana indirilen Kur’an’a ve senden önce indirilene inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun?! Tâğût’u tanımamaları kendilerine emrolunduğu hâlde, onun önünde muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan da onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor.
Bu yüzden tağuti ve müstekbir nizamlar ve hükümetlere boyun eğmek isteyen her birey ve ya hükümet, hiç şüphesiz Şeytan'ın tuzağına düşmüş, tağuti hakimiyetleri nefy ve mücadele etmekten çok uzaklaşırken sapkınlığa düşmüştür.
Müstekbir nizamları kabul ederek onlara boyun eğmek, öz Muhammedi İslam'ın tevhid ruhu ile bağdaşmazken, aynı zamanda onların çıkarlarını sağlamak ve güçlendirmektedir; bu da küfre karşı savaşa dayalı Resulullah'ın -saa- siyeri ile tamamen çelişmekte. O hazret şöyle buyururdu:
Kıyamet gününde bir nida haykırır: Nerede zalimler ve onların yarenleri? Onlara yazma imkanları hazırlayan veya bir kesenin ağzını kapatan veya bir kalem hazırlayan. Öyle ise onları da zalimlerle bir yerde toplayın. (Bahar c75/ s322)
Acaba tüm ekonomik, askeri ve insani güç ve imkanlarını küresel istikbarin hizmetine veren, her gün onlarca ve hatta yüzlerce mazlum ve savunmasız insanı kana bulayan bağlı ve uşak hükümetler,kıyamet gününde ilahi ateş ve ebedi azaptan başka bir kader mi bekliyorlar?Bu sorunun cevabını, direkt ilahi açıklama olan Kudsi bir hadisten duyalım:
Ve hiç şüphesiz, Allah tarafından rehber olmayanın imamet ve liderliğini kabul eden ve meyil göstereni azaplandıracağım, her ne kadar iyi amellerde bulunsa ve takvalı olursa bile. Ve hiç şüphesiz, Allah tarafından olan ( ve Allah'tan başka hedefi olmayanın) rehberliğini kabul edeni bağışlarım, karnesinde her ne kadar günahı olsa bile. (Nur-ul Sakaleyn c1/ s265)
Genel bir özette, Resulullah -saa- siyerinin mazlumlar ve mustazafları savunma, onları müstekbir ve başına buyruk hükümranların sultasından kurtarmak olduğu söylenebilir. Bu siyaset aslında müstekbir hakimiyetlerin çıkarları ve bakış açıları ile ciddi bir çelişki içinde. Resulullah -saa- mustazafları ve zülme maruz kalanları dünyada iktidar yapma çabasındaydı. Bu bakış açının gerçekleşmesi için de dünyanın neresinde bir mazlumun sesi duyulunca onun yardımına koşmalı, var gücü ile tıpkı Resulullah -saa- ve sahabeleri gibi hiç bir tehditten korkmadan cinayet ve zülme karşı durmalı, hiçbir zülme boyun eğmemeli, zulüm elebaşlarının yalan vaatlerine kanmamalı. Tüm bu iniş ve çıkışlarda; zorluklar, yaptırımlar ve tehditlere karşı direnmek, zaruri bir ilkedir. Direniş olmadan müstekbirlerin devrilmesi imkansızdır. Nitekim tüm bağımsız ve özgür insanlar, kurtuluş için ağır bedeller ödeyerek çok ağrı zorluklara katlandılar.
Bu bağlamda dikkat edilmesi gereken bir başka önemli konu, Yüce Allah'ın zafer yolundaki yardımına gerçekten inanmaktır. Dünya mustazafları da, Allah iradesinin mustazafların hakimiyetine dair kesin ve inkar edilemeyecek vaadine gerçekten inanmalı. Tabi ki bu hedef, hz. Mehdi'nin –as- zuhuru ile gerçekleşir. Nitekim İslam peygamberi -saa- şöyle buyuruyor: Dünyanın ömründen bir gün kalmış olsa bile evladım Mehdi –as- kıyam edecek ve müstekbirlerin hakimiyetine son verecek ve dünyayı adalet ile dolduracaktır./