Bercam’dan sonra İran – AB ilişkileri - 1
Avrupa birliği AB, Nafta paktından sonra dünyanın en büyük iktisadi birliği olarak uluslararası düzende önemli bir konuma sahiptir.
AB bundan on yıl öncesine kadar İran İslam Cumhuriyeti’nin dış politikasında en önemli taraflarından biri ve en önemli ticari ortadığı sayılıyordu, fakat bu durum son yıllarda değişti.
Aslında bundan bir kaç yıl öncesine kadar iki tarafın ilişkileri her iki tarafın sahip oldukları konuma yakışmayacak düzeye geriledi ve hatta İran’ın barışçıl nükleer programı etrafında yürütülen karalama kampanyasının etkisi altında son otuz küsur yılın en düşük seviyesine düştü.
Ancak 14 Temmuz 2015 tarihinde İran ve 5+1 grubuna üye ülkelerin arasında imzalanan ve 16 Ocak 2016’da resmen yürürlüğe giren nükleer anlaşmanın ardından İran ve AB arasındaki ilişkilerde yeni bir dönem başladı, öyle ki yeni dönemin bir çok olumlu sonuçları olabileceği düşünülüyor.
Aslında İran ve AB iki farklı kültür ve medeniyet ve değerler alanında yer alan iki taraf olarak stratejik bir ilişki temelinden yoksundur. Ancak AB’nin uluslararası düzende konumu ve ayrıca İran İslam Cumhuriyeti’nin bölgesel ve stratejik rolü ve konumu gereği her iki tarafta karşılıklı iyi ve uygun bir ilişki kurma zaruretini doğurduğu da aşikardır.
İran nizamının kimliği İslam inkılabı zafere kavuştuktan sonra değişmesi ve Batı’nın seküler ve liberal ideolojisine karşı İslamî ideolojiyi benimsemesi ve özellikle yeni bir dış politika edinmesi ve bu yeni dış politikayı ne Doğu ne Batı eksenine oturtması ve dünyanın mustazaf milletlerini desteklemesi ve esasen bu milletlere ilham kaynağı olması, İran ve Avrupa arasında kimlik ve kavram ekseninde büyük bir çatlak oluşturdu. Ama buna karşın iki tarafın işbirliği için de bir çok ortak zemin bulunduğu kesindir.
İran dünya enerji kaynaklarının merkezinde yer alan bir ülke olarak dünyada büyük stratejik öneme sahip olan bir ülkedir. Nitekim İran’ın Fars körfezi ve Hürmüz boğazına musallat olması ve ayrıca orta Asya ülkeleri ile Fars körfezi arasında bir köprü konumunda bulunması bu önemi ikiye katlıyor.
Öte yandan dünya enerji kaynaklarının önümüzdeki onyıllarda önemli oranda azalacağının düşünülmesi ve bu arada AB’ye üye ülkelerin önümüzdeki dönemde petrol ve doğalgaza olan ihtiyacının artmasına bakıldığında Fars körfezi ve Hazar denizi bölgeleri ve özellikle İran İslam Cumhuriyeti’nin dünya ve AB ülkelerinin enerji ihtiyacını karşılama yönünde önemini daha da arttırdığı anlaşılıyor.
Bundan başka iki tarafın çevre sorunları, uyuşturucu madde kaçakçılığı, turizm ve diğer bazı alanlarda işbirliğini geliştirmesi karşılıklı güven duygusunu güçlendireceği ve karşılıklı güvenin yeniden inşa edilmesinde etkili olacağı belirtiliyor. Bu alanlar ise iki taraf arasında işbirliği ufkunu aydınlattığı da ifade ediliyor.
Gerçi şimdiye kadar AB üyesi ülkelerin ortak bir dış politika üretmekte tam olarak başarılı olamadı, fakat buna karşın birliğin dış politikasında bir çok ortak bileşen ve unsurun var olduğu ve bu da bazı alanlarda ve konularda özellikle son onyılda kendini gösterdiği anlaşılıyor.
Buna karşın AB’nin ortak dış politikasının rolünü irdelemek, birliğin İran ile ilişkilerini düzenlemekte önem arz ediyor. Bu çerçevede birliği Almanya, Fransa ve İtalya gibi ağır topları, İspanya, Avusturya ve Hollanda gibi orta derecede üyeleri ve en son Portekiz, Polonya ve Macaristan gibi daha az önem arz eden üyelerinin birlikte ifa ettikleri rolü ve etkilerini gözden geçirmek, İran ile ilişkilerin geleceğini görmekte faydalı olacaktır.
İran ve AB ilişkileri gözden geçirildiğinde, iki taraf arasındaki ilişkilerde 11 Eylül 2001 olaylarından önce bir ara gerginlikleri giderme süreci başladığı, bu sürecin en önemli özelliği karşılıklı eleştirel bir diyaloğun başlaması ve ardından da iki taraf arasında geniş kapsamlı ve yapıcı müzakerelere geçilmesiydi.
İran’ın dönem Cumhurbaşkanı Seyyid Muhammed Hatemi iki dönem cumhurbaşkanlığı süresinde gerginlikleri giderme ve medeniyetlerarası diyalog politikaları çerçevesinde İran ve AB ilişkilerini iyileştirmeye çalıştı. Gerçi bu politikalar Hatemi’nin cumhurbaşkanlığının birinci dönemi ve ikinci döneminin ilk iki yılında etkili oldu ve İran ve AB ilişkilerinin gelişmesine katkı sağladı. Ancak Hatemi yönetiminin son iki yılında İran’ın barışçıl nükleer programı hakkında ileri sürülen asılsız iddiaların yüzünden Tahran ve Brüksel ilişkileri bu konudan etkilendi ve yeniden dalgalanma sürecine girdi. Ta ki İran’da Mahmut Ahmedinejad 9. Cumhurbaşkanı olarak görevine başladı.
Mahmut Ahmedinejad yönetiminin işbaşına gelmesi ve İran’ın nükleer gücünü geliştirme konusunda kesin bir politika izlemesi ve Holokast iddiasına karşı tutumu ve bir kaç gelişmenin ardından İran ve AB ilişkileri daha da sıkıntılı oldu, öyle ki son otuz yılın en düşük seviyesine geriledi. Böylece iki taraf arasında 2010 yılında 29 milyar avro olarak gerçekleşen ikili ticaret hacmi 2012 yılında 14 milyar avro seviyesine düştü.
Öte yandan Temmuz 2012 tarihinden itibaren AB tarafından İran’a petrol, bankacılık ve sigorta alanlarında uygulanan geniş çaplı haksız yaptırımların ardından iki taraf arasındaki ikili ticaret hacmi 2013 yılında 6 milyar avro gibi görülmemiş bir seviyeye geriledi. Bu rakam İran ve AB arasında son bir kaç onyılın en düşük rakamıydı.
Bu arada iki taraf arasında siyasi ve diplomatik ilişkiler de son yılların en düşük seviyesine düştü. Bundan sonra yaptırımlar ve baskı İran ve AB ilişkilerinin semalarını gölgeledi, öyle ki hatta taraflar arasında hiç bir müzakere ve siyasi ve diplomatik veya iktisadi ve ticari görüşme gerçekleşmedi.
Bu dönemde İran ve AB arasındaki anlaşmazlıkların köklerine gelince, 24 Haziran 2005 seçimlerinden sonra kurulan Ahmedinejad yönetimi İran İslam Cumhuriyeti ile Batı ve özellikle AB ilişkilerinde ve ayrıca uluslararası ilişkilerde özel bir tutum sergilemeye çalıştı. Ahmedinejad yönetiminin değerlendirmesi, İran ve AB arasında ve daha genel kapsamda Batı arasında son 16 yılda devam eden ilişkilerde İran İslam Cumhuriyeti Batı’nın bazı talep ve isteklerini yerine getirmesine karşın Batılıların İran’a karşı karalama kampanyaları ve mesnetsiz iddialarının devam ettiği ve İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı düşmanca tavırlarından ve tutumlarından el çekmedikleri yönündeydi. Bu değerlendirmeye göre Ahmedinejad yönetimi Batılı devletlerin İran ile gerginlikleri gidermek ve barışçıl bir şekilde bir arada yaşamak yerine İran İslam cumhuriyetini teslim olmaya zorlamak istediği sonucuna varmıştı. Bu değerlendirme ise Ahmedinejad yönetiminin Batı karşısında agresif ve misilleme politikasını izlemesine sebebiyet verdi.
Batı’nın İran düşmanlığının doruk noktası, nükleer dosyada kendini gösterdi, öyle ki Amerika AB üyesi olan ülkelerin destekleri ile İran’ın nükleer dosyasını BM güvenlik konseyine sevk etti ve bu gelişmenin ardından İran’a baskı ve yaptırım uygulamak için dört yıldan daha az bir süre içerisinde İran karşıtı altı haksız kararname çıkarıldı. Bu kararnamelerin birincisi 31 Temmuz 2006 tarihinde onaylanan 1696 sayılı kararname ve sonuncusu da 9 Haziran 2010’da onaylanan 1929 sayılı kararnameydi.
Ancak İran’ın nükleer dosyasının UAEK yönetim kurulundan alınarak BM güvenlik konseyine sevk edilmesi AB’nin nükleer müzakerelerde ifa ettiği rolünü olumsuz yönde etkiledi ve İran İslam Cumhuriyeti bu kez Çin, Rusya ve bağlantısızlar hareketine üye ülkelerle müzakereye yöneldi. Bu etkenler İran ve AB ilişkilerini Ahmedinejad’ın iki dönem cumhurbaşkanlığı sırasında ağır bir şekilde etkiledi.
İran’da 2013 yılında Dr. Hasan Ruhani’nin Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından İran’ın dış politikasına yeni bir atmosfer hakim oldu ve bu durum AB ülkelerinin ilgisini çekmeye başladı. Öte yandan İran ve 5+1 grubu arasında sağlanan nükleer anlaşma Bercam’ın imzalanmasından sonra İran ve AB ilişkileri gelişen bir süreç izlemeye başladı. Bu çerçevede İran ve AB üst düzey yetkililerinin 2015 ve 2016 yıllarında karşılıklı ziyaretleri ve çok sayıda siyasi, parlamenter, iktisadi ve ticari heyetlerin İran’a akın etmesi, AB’nin nükleer anlaşmadan sonra yeni bir eğilim sergilediğini ortaya koydu.
Aslında bu gelişmeler başlı başına AB üyesi olan ülkelerde İran hakkında olumlu bir atmosfer oluşturduğunu ortaya koyuyor. Görünen o ki Bercam nükleer anlaşmasının yürürlüğe girmesi, İran ve AB ilişkilerinin ufkunda çok özel ve anahtar konumu bulunuyor ve Avrupa bağımsız hareket edebildiği takdirde iki tarafın gelecekteki ilişkilerinde temel zemini oluşturabileceği anlaşılıyor.
Gerçekte AB ve bu birliğe üye ülkeler Bercam nükleer anlaşmasını bu ülkelerin İran ile ilişkilerinin geleceğini düzenleyecek bir nevi mekanizm ve strateji şeklinde telakki ediyor. Şimdi ise İran’ın dış politikası da tarihi bir dönemece girdiği anlaşılıyor. Nitekim bu çerçevede İran ve AB pratikte yapıcı, geniş kapsamlı ve detaylı müzakerelere başladı.
Gerçekte AB İran İslam Cumhuriyeti ile teamüllerini ve işbirliğini ve istişarelerini arttırmak istiyor. İran da bu durumu olumlu karşılıyor. AB Amerika’ya kıyasla İran İslam Cumhuriyeti ile ilişkilerini geliştirmeye daha fazla sıcak bakıyor. Bu iddianın ispatı ise AB heyetlerinin Ocak 2016’dan beri İran ile 50 milyar avro değerinde çeşitli anlaşmaları imzalaması, Fransa ve İtalya cumhurbaşkanlarının İran’ı ziyaret etmesi, Avusturya, Finlandiya ve diğer bir çok AB ülkesinden siyasi, parlamenter, iktisadi ve ticari heyetlerin 2016 yılında Tahran’a gelmeleri ve en son Avrupa parlamentosunun 26 Ekim 2016 tarihinde İran ve AB ilişkilerinin normalleştirilmesini öngören bir kararnameyi onaylamasıdır.
Gerçi bu kararnamenin bazı bölümleri müdahaleci ve siyasi ifadeler içeriyor, fakat AB’den İran ile ilişkilerini geniş çaplı ve yapıcı müzakereler temelinde yeniden başlatmasını istiyor.
Aslında AB İran İslam Cumhuriyeti Batı Asya gibi jeo stratejik bir bölgede yer alan ve bu bölgede yüksek nüfuzu bulunan güçlü bir devlet olduğunun bilincinde hareket ederek İran ile ilişkilerini düzeltmek istiyor, üstelik iki tarafın iktisadi ve ticari ilişkilerini geliştirmek için büyük potansiyellerin de bulunduğu anlaşılıyor.015