Bercam’dan sonra İran – AB ilişkileri - 2
Uluslararası ilişkilere hakim olan eğilim ve milli çıkarların yanı sıra özel sektörün çıkarlarının büyük önemine bakıldığında, AB ile ABD arasında çıkar çatışması yaşanacağı ve iki taraf arasında işbirliği ve teamülün gerileyerek yerine daha çok rekabete bırakacağı anlaşılıyor.
Nitekim İran piyasalarına girmek için rekabet sadece AB ülkeleri arasında değil, aynı zamanda Avrupa ve Amerika arasında ve özellikle özel sektörde faaliyet yürüten büyük ticari firmaların arasında şimdiden başladığı gözleniyor. Böyle bir ortamda ticari çıkarlar her şeyden daha çok ön plana çıkıyor.
Bugün ve özellikle Bercam nükleer anlaşmasından sonra dünyanın dev petrol ve doğalgaz firmaları, otomotiv sektörünün önde gelen şirketleri ve ayrıca Airbus ve Boeing uçak firmaları İran petrol bakanlığı, sanayi bakanlığı ve yol ve kentleşme bakanlığı ile müzakereleri devam ediyor.
Doğal olarak bu firmalar İran ile petrol ve doğalgaz ve otomotiv ve uçak alanlarında büyük anlaşmalar imzalamak istiyor, nitekim bu yönde şimdiden bazı ön anlaşmaların da sağlandığı gözleniyor. Üzerinde prensip anlaşmasına varılan alanlardan biri ise İran’a uçak satışıdır.
Buna karşın İran ve AB ilişkilerinin gelişmesi yolunda var olan en ciddi engellerden biri, Amerika’nın yaptırım sistemidir. Nitekim geçmiş yıllarda Amerika hazine bakanlığı Avrupa’nın önde gelen büyük bankalarına kestiği cezanın tutarı yaklaşık 15 milyar avro civarında tahmin ediliyor. Bu ağır cezalar Avrupalı büyük bankaları ve firmaları derinden kaygılandırıyor ve bu yüzden İran piyasalarına yeniden geri dönme konusunda çok temkinli hareket etmelerine sebebiyet veriyor. Üstelik Bercam nükleer anlaşması yürürlüğe girmeden önceki dönemde yaşanan bu gelişmeler ve Amerika’nın ceza uygulamasından duyulan kaygı ve korku Avrupalı firmaların İran ile işbirliğini geliştirmeye yaklaşımını etkilemeye devam ediyor.
AB’nin başka ülkelerde ilişkilerinde sürekli gündeme getirilen konulardan biri, Avrupalı tarafların hedef ülkede insan hakları durumu ile ilgili iddialarıdır. Gerçekte AB bir çok durumda insan hakları meselesini başka ülkelerle ilişkilerinde bir baskı aracı olarak kullanıyor. Bu arada bir çok durumda AB üyelerinin, içinde insan hakları ihlalleri korkunç boyutta olan ve halkı en temel insan haklarından mahrum bırakılan bazı ülkelerle iktisadi açıdan çok iyi ilişkileri bulunduğu ve AB’den bu ülkelerde insan hakları ihlalleri konusunda çıt çıkmadığı belirtilmelidir.
Buna göre AB’nin başka ülkelerle ilişkilerinin çıkar temelinde olduğu ve insan hakları meselesi sadece bir araç olarak kullanıldığı belirtilmelidir.
İran ve AB Aralık 2002 tarihinde birbirinin görüşünü öğrenmek amacıyla insan hakları alanında ikili bir diyalog süreci başlatmaya karar verdi. Bu diyalog 2004 yılında kesildi. O günden beri İran ve AB arasında, İran ve Danimarka arasında 2010 yılının sonunda düzenlenen insan hakları görüşmeleri gibi ikili özel durumların dışında insan hakları üzerinde doğrudan müzakere ve teamül gerçekleşmedi. Bu süre içerisinde ise Avrupa’nın çeşitli kurumları İran yönetimi karşıtı muhalif gruplar ve terör örgütlerinden elde ettikleri uydurma ve yalan bilgilere istinat ederek İran aleyhinde bildiri ve kararname yayımlamayı sürdürdü, ama aynı zamanda AB İran ile insan hakları müzakerelerini yeniden başlatmak istediğini de ilan etti.
Avrupa birliğinde ister Avrupa konseyi ister Avrupa komisyonu veya ister Avrupa parlamentosu olsun, çeşitli kurumlar İran aleyhinde 50 kadar bildiri ve kararname yayımladı. Bu süreç hatta AB İran ile ilişkilerini düzeltme sürecinde de devam etti. Buna karşın İran İslam Cumhuriyeti eşit şartlarda olmak üzere AB ile insan hakları meselelerini müzakere etmeye hazır olduğunu, fakat AB’nin kendisini üstün konumda ve haklı taraf olarak gördüğü şartlar altında böyle bir müzakereyi kabul etmeyeceğini belirtti.
Buna göre İran İslam Cumhuriyeti sahip olduğu deneyimlerden ve AB’nin insan haklarına yönelik yaklaşımı tamamen siyaset etkisi altında ve fırsatçılık temeline dayandığı gerçeğinden hareketle son yıllarda ve özellikle onuncu hükümette AB’ye karşı agresif bir tutum sergilemeye başladı ve AB büyükelçilerini çağırarak ülkelerinde insan hakları ihlalleri konusunda açıklama istedi ve uluslararası kurum ve kuruluşlarda İran gibi düşünen ülkelerin kapasitelerinden yararlanarak Batı’nın İran’da insan hakları meselesine yaklaşımını sorgulamaya çalıştı. İran aynı zamanda bazı politikaları izleyerek Batı’nın İran’da insan hakları meselesini garez-kar bir şekilde gündeme getirmesini ve bu durumdan İran’a baskı aracı olarak yararlanmasını engellemeye veya en azından bunun Avrupa için bedelini arttırmaya da çalıştı.
AB’nin İran İslam Cumhuriyeti ile ilişkilerinde sürekli gözetlediği meselelerden biri de terör ve köktencilik konusudur. Tahran’da Amerika’nın casusluk yuvası olan büyükelçiliğini fethetme olayı, mürted Salman Rüştü meselesi, İran’ın Batılı bazı ülkelerce terör örgütü nitelenen ancak İran’a göre özgürlükçü ve direnişçi hareketler sayılan Lübnan Hizbullah hareketi ve Filistin’in Hamas ve İslamî Cihad hareketlerine meşru desteği gibi durumlar son otuz küsur yılda İran ve AB ilişkilerini etkileyen meselelerdir.
İran İslam Cumhuriyeti’ne göre İran’ın Lübnan Hizbullah hareketi ve Filistinli direniş gruplarına manevi desteği, terör örgütlerini değil de asıl özgürlükçü hareketleri desteklemektir, zira bu gruplar ülkelerini tecavüz ve işgale karşı savunan gruplardır.
Bundan başka İran AB’nın bebek katili bir rejim olan siyonist İsrail rejimini destekleyerek çifte standart bir tutum sergilemesini de eleştirmektedir.
Yine İran AB üyelerinin terör örgütü sayılan bazı İranlı muhalif örgütlerin üyelerine sığınma hakkı tanıması da terör örgütlerini desteklemenin tam mısdakıdır. Bu çerçevede İran AB’nın münafıklar terör örgütü üyelerine, bu canilerin İran’da binlerce masum insanın canına kıydığı halde sığınma hakkı tanıması ve onlara kucak açması terör örgütlerini destekleme anlamına gelir. Bu teröristler bugün Fransa ve Arnavutluk gibi bazı Avrupa ülkelerine yerleşmiş bulunuyor.
Başta Irak ve Suriye olmak üzere Ortadoğu bölgesinde yaşanan gelişmeler ve tekfirci IŞİD terör örgütü ve El Nusra cephesi gibi terör örgütlerinin cinayetleri bölgede ve hatta dünyada panik ve dehşet ortamı oluşturdu. Bu şartlar herkesi şaşkına çevirecek kadar hızlı ve beklenmedik bir şekildi gelişti. Ancak bu durumda Avrupa’nın önde gelen ağır topları önemli rolü ve etkisi oldu. Nitekim bu ülkeler bunca krize ve beşeri büyük faciaya karşı tepkileri şimdiye kadar çok zayıf veya geç gelen tepki oldu.
Öte yandan bölgede ve dünyada kamuouyunun beklentisi, başta Suriye ve Irak olmak üzere bölgesel denklemlerde ağırlığı olan AB’den daha aktif olmasıdır. Bu tarihi zemin şartları AB için İran gibi bölgenen güçlü devletleri ile diyalog kurmasına hazır hale getirir ve böylece terörün yok edilmesi için güdümlü bir eğilim geliştirilebilir.
Görünen o ka AB çok geç IŞİD’in Irak ve Suriye’de işlediği cinayetlerin derinliğini fark etti, hatta teröristlerin bu iki ülkeden Avrupa’ya geri dönüşü konusunda da büyük hesap hatası yaptı ve şimdi yeşil kıtayı ciddi tehlike ile karşı karşıya gördüğü için daha yeni ve daha ciddi tedbirlere yönelmeye başladı. Bu arada bölgenin başta İran, Türkiye ve Irak gibi önemli ve güçlü devletleri bölgede çok önemli stratejik konuma sahiptir ve aralarında görüş birliği sağlanması ve tekfirci örgütlere karşı ortak tutum sergilemesi gerekir. Bu arada AB ile bölgenin en önemli ve en büyük devleti olan İran arasında istişare ve koordinasyon sağlanması çok etkili olabilir.
Korsan İsrail ve siyonist lobiler dünya ülkelerinin İran ile ilişki kurmasının en büyük muhalif kesimidir ve bu muhalefet AB ülkeleri ile İran ilişki sürecinde de göze çarpmaktadır. Siyonist rejim ve lobileri AB ülkelerinin siyasi, iktisadi, ticari, bankaları ve medya organları üzerindeki nüfuzundan yararlanarak özellikle son yıllarda İran ve AB ilişkilerinin gelişme sürecini baltalamaya ve ilişkilerin gelişmesine mani olmaya çalıştı.
Öte yandan siyonistlerin Avrupa ülkelerinde faaliyet yürüten lobileri de özellikle İran ve AB ülkelerinin iliki ilişkilerini engellemek için de büyük lobi çalışması yürütüyor. Siyonist lobilerin AB üyelerinin milli ve senato meclislerinde temsilcilerin ve senatörlerin arasında adamları bulunuyor ve bu kurumların ve çeşitli STK’ların üzerinde münafıklar terör örgütü ile irtibata geçerek İran’da yaşanan gelişmelerin ve olayların hakkında olumsuz propaganda yaparak olumsuz bir atmosfer yaratmaya çalışıyor. Bu zümrenin esas amacı bir yandan İran hakkında olumsuz atmosfer yaratmak ve öbür yandan AB ülkelerinin İran ile işbirliğini ve ilişkilerini geliştirmelerini engellemektir.
İran ve AB ilişkilerine muhalefet eden bir başka kesim, Batı ve Avrupa dışında yer alan bazı ülkelerdir. Başlarında Suud rejimi bulunan bazı Arap emirlikleri de İran İslam Cumhuriyeti ile AB ilişkilerinin normalleşerek gelişmesini istemiyor ve hatta bu yönde açık gizli bir dizi faaliyet yürütüyor. Bu ülkeler İran ve AB ilişkilerinin düzelmesi onların bölgesel ve küresel teamüllerde konumlarını tehlikeye atacağını düşünüyor ve bu yüzden İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı bir dizi karalama kampanyaları yürütmeye çalışıyor.
İran ve AB ilişkilerinde güvensizlik ortamını körükleyen bir başka önemli etken ise Amerika ve İngiltere’dir. Gerçekte İngiltere’nin ABD ile Atlantic ötesi özel ve geniş ilişkilerine bakıldığında, Londra – Washington eksenli teamüllerin özellikle İngiltere’nin AB’den çekilme kararının ardından İran ve İngiltere ilişkilerini de çok etkileyeceği anlaşılıyor. Üstelik Amerika’nın AB ile geniş çaplı siyasi ve iktisadi ve stratejik ilişkileri de büyük etki gücü olan bir etkendir.