Kasım 28, 2016 14:49 Europe/Istanbul

faal ve dinamik ekonomiye sahip olmak, toplumların kalkınma ve gelişme göstergelerinden biri sayılır, öyle ki, ekonomik güç, bir milletin iktidar ve dayanıklığında belirleyici rol ifa edebilir.

Bu yüzden büyük güçler her zaman ekonomik yaptırımları, muhalif ülkelere karşı bir baskı aracı olarak kullanıyor.

Yaptırımlar, dış politikada kullanılan bir cezalandırma aracıdır. Yaptırımdan amaç, başka bir ülkeyinin tavrını baskı yoluyla değiştirmektir, bu değişiklik, ülkelerin siyaseti veya ekonomik politikalarındaki tavır değişikliği olabilir.

İran'da İslam İnkılabı'nın zafere ulaşmasının ve İslam Cumhuriyeti'nin kurulmasının ardından, dünyada yeni bir yönetim şekli ortaya çıktı, bu yeni yönetim, emperyalizmi reddederek, kültürel, ekonomik ve siyasi alanlardaki bağımlılıkların kesilmesi için ona karşı mücadele vermeye başladı.

İslam Cumhuriyeti'nin kuruluşu, jeopolitik ve jeoekonomik olarak büyük öneme sahip Ortadoğu bölgesinde, küresel emperyalizmin Saddam rejimini İran'a saldırtmak başta olmak üzere bütün gücüyle İslam Cumhuriyeti nizamına karşı mücadele vermesine neden oldu.

Savaşın son bulması ve düşmanların askeri alanda zafer elde etmemesinin ardından İran'a başka alanlarda saldırılar başladı.

Düşmanların özellikle son yıllarda İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı her daim yoğun şekillde başvurdukları alanlarından biri ekonomidir.

Bu arada şunu ifade etmek gerekiyor ki, ekonomik baskı ve yaptırım, sadece İran değil, birçok bağımsız ve Batı karşı ülkeyi hedef almıştır.

Bu yüzden, İslami toplumların ekonomi alanında yeni bir fikir ve model geliştirmeleri gerektiği düşünülüyor, bu bağlamda, kendi ekonomik, siyasi ve kültürel politikalarını çizmek için bağımsızlık ve Batı'ya bağımlı olmadan, İslam öğretileri çerçevesinde ciddi çaba başlatmaları gerekiyor.

Birçok İslam ülkesinin ekonomik baskı ve yaptırıma uğradığı için İslam İnkılabı Rehberi son yıllarda Müslüman'ların ekonomik gücünün arttırılmasına büyük vurgu yapmış ve bu bağlamda, ekonomik baskılarla mücadele ve faal ve dinamik bir ekonomiye sahip olmak için "direniş ekonomisi"nden söz etmiştir.

Direniş ekonomisi, dışarıya bağımlı ve tüketici ekonominin tam karşıt noktasına yer alıyor ve yerli ekonomi temellerini güçlendirmek suretiyle sulta nizamının ekonomik baskıları karşısında direnmeyi mümkün kılır.

Aslında direniş ekonomisi, bir bölgeye veya ülkeye karşı yaptırımlarla mücade etme yöntemidir.

Direniş ekonomisi sözcüğü ilk kez 2005'teki Gazze ablukasının ardından kullanıldı.

İran'da ise direniş ekonomisi sözcüğü ilk kez İslam İnkılabı Rehberi tarafından, ekonomik girişimcilerle yaptığı 1389 yılındaki görüşmesi sırasında gündeme getirildi.

İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei, direniş ekonomisinin İran'ın ekonomik gücü arttırmak ve kalkınması için uygun bir odel olduğuna temasla, bu ekonominin kilit bir kavram olduğunu vurguladı.

Tabii, direniş ekonomisi endeksleri, bağımlı ekonomiden kurtulmak ve ekonomilerinin kalınması için uygun ve etkin bir model arayışında olan bütün toplumların işine gelebilir ve önlerini açabilir.

direniş ekonomisi hedeflerini bilimleştirmek, toplumda ekonomik ve siyasi alanlarda olumlu sonuç ve etkilileri olabilir. Yabancı ülkelerin yaptırımları karşısında direniş, toplumun yerli kaynak ve kabiliyetlerine dayanarak kendi ihtiyaçlarını gidermesini sağlayabilir. Bu durum, siyasi bağımsızlık temellerinin sağlamlaştırılması ve ulusal kudretin artması anlamına gelmektedir.

Ayetullah Hamanei bu şartlar altında direniş ekonomisini şöyle tabir ediyor:

"Direniş ekonomisi yani, bir millete baskı altında bile kendisini ilerleme ve kalkınmasını sağlamasına izin veren ve imkan tanıyan bir ekonomidir... Yani, yaptırım ve baskı altında, büyük düşmanlıklar ve husumetler altında, bir ülkenin ilerlemesi ve kalkınmasını garanti altına alan bir ekonomidir".

Ekonomistler, direniş ekonomisini şöyle tanımlar; direniş ekonomisi, bağımlı ve tüketici bir ekonominin karşıt noktasına yer alan ve pasif olmayan ve sutla düzeninin ekonomik hedefleri karşısında direnen bir ekonomi olarak, fiili ekonomik yapısında değişiklik yapıp, kendi hedefleri ve dünya görüşü uyarınca onu yerleştirmeye çalışıyr.

Başka bir deyişle, direniş ekonomisi yani, baskı alanlarını tesip edip, ardından onu kontrol altına alarak etkisizleştirmek ve ideal anlamda ise, bu baskıları, fırsata dönüştürmektir.

Direniş ekonomisi, geleceğe dönük titiz ve bilimsel araştırmalarla, düşmanın  ülkenin ekonomisine darbe vurmak için gelecekteki bütün fırsatlarını tespit ederek, muhtelif seviyelerde uygun çözüm kullanıyor.

İslam öğretileri çerçevesinde direniş ekonomisinden söz ederken, ekonomiden düşündüğümüz şey, bir nevi İslami ekonomidir, yani, tevhidi dünya görüşüne dayalı bir ekonomi olarak, maddi ve geçimsel konuları belli bir modelde takip ediyor.

Kuşkusuz bu model, ne sosyalist model ve ne kapistalist modeline benzer, direniş ekonomisi, İslam öğretilerine dayalı yeni ve etkin bir model olarak, yaptırım ve baskı altındaki ülkelerin ekonomilerini kalkındırmasında dikkate alınır.

Kalkınma edebiyatı şekillendikten sonra, ülkelerin kalkınması ve büyümesi için muhtelif teorik modeller sunuldu.

İslam öğretilerine dayalı direniş ekonomisi endeksleri ve bileşenlerine girmeden önce, şimdiye kadar yaygın olan muhtelif kalkınma teorilerini gözden geçirmemizde faydalı olabilir.

Kalkınma teorileri, aşağıdaki 4 grupta yer alabilir

1- Modernizasyon teorisi

2-Bağımlılık teorisi

3- dünya sistemi teörisi

3-post-kalkınmacılık teorisi

Modernizasyonu teorisi uyarıca, geri kalmış ve gelenekleşmiş ülkeler, gelişmiş kapitalist ülkeleri takip ederek, geleneksel toplumları, batılı toplumlar haline getirebilir,  bu bağlamda sunulan en etkin model, Walt whitman Rostow'un "ekonomik büyüme aşamaları" başlığında sunduğu modeldir.

Modernizasyon teorisi, tam batılılaştırma karşılığı olarak biliniyor.

Güney Kore, Malezye, Japonya ve Türkiye gibi ülkeler, bu modeli kullanan ülkeler arasında yer alıyor.

Modernizasyon teorisyenleri, psikolojik bir gelenek uyarıca,  modern toplumlar karşısında geneneksel toplumları ikili bir biçimde bölmüştür. öyle ki bir taraftan, gelişmemiş geleneksel toplum, diğer taraftan da, gelişmiş bir modern toplumla karşı karşıyayız.

Bu teoride, bütün geleneksel toplumların birbirine benzediği varsayımıyla Batı'daki yaşanan değişiklikler geride bırakarak, modern toplumlar haline geleceği düşünülüyor. Bu geçiş eylemi, Batı türünden siyasi, ekonomik ve sosyal sistemlerin yayılması yoluyla gerçekleşiyor. Bu teori, kalkınmayı, ilkel ve geleneksel değerlerinin yerine Batı türünden modern değerleri almak suretiyle tavsiye ediyor.

Başka bir kalkınma modeli de, bağımlılık teorisine dayalı modeldir, bu model, marksizm ve Latin Amerika aydınlarının deneyimlerinin birleşim sonucudur. 50'lı yıllarda, Şiii'deki ekonomik komisyonu üyesibir grup ekonomist, zengin ülkeler ile gelişmişte olan ve fakir ülkeler arasını hangi etkenler açmıştır diye önemli bir soruyla ilgili araştırma programı başlattı. Yapılan araştırma sonuçlarında, bu zengin ülkeler ile fakir ülkeler arasındaki mesafenin Güney ülkelerin Kuzey'deki sanayileşmiş ülkelere bağımlılığı olduğunu ortaya çıktı.

Bağımlılık modeli, bir ekonominin  dış siyasi, kültürel ve ekonomik etkenlere bağımlı olması halinde gelişmemesi ve milli ekonominin gelişmesinde bu ektenlerin etkili olması düşüncesine dayalıdır.

Bu ekolde yer alan teorisyenlerden biri Paul Baran'dır, Baran, gelişmemişliğin ve hatta gelişmemiş ülkelerin gelişmemesinin sömürgeci ülkelerin etkinliği sebebiyle  ekonomilerinin fazlasının sürekli dışarı çıkmasında görüyor. 

Baran göre ayrıca, gelişmiş ülkelerin gelişmemiş ülkelere yatırımlarının o ülkelerin ekonomilerinin gelişmesi ve büyümesine neden olmadığı gibi, gelişmemiş ülkelerin, kendi ekonomilerinin fazlasının büyük bölümünü kar olarak, gelişmiş ülkelere gönderiyor.

Bu ülkeler , itahalata ihtiyaç duymamaları ve sanayileşmiş ülkelerin ürünlerine bağımlı olmamaları için sanayileşme politikasını takip etmeleri gerekiyor.

Ancak ilk aşmalarda ham maddelerin ihracatına devam edecekler, ancak ihracattan elde edilen gelirler, katma değerli fazla olan aynı ürünlerin alımı için harcanmıyor.

Baran, gelişmemişliği, kapitalizmin dünyanın az gelişmiş bölümlerindeki icraatına bağlıyor.

Böylece kapitalizmin ücra bölgelerdeki etkinliği, o bölgelerin gelişmemişliğine neden olur.