El-kaide ve 11 Eylül; ABD hegemonyasının zemini - 2
Geçen bölümde en son siyonist lobilerin Amerika’nın dış politikası üzerinde etkili olduklarını göz önünde bulunduran Tel aviv’de iktidara yakın gazetecilerden Odid Yunin 1982 yılında kaleme aldığı bir mekalesinde İsrail’in 80’li ve 90’lı yıllarında izlediği stratejileri ortaya koyduğunu anlattık.
İngilizce yayımlanan bu makale korsan İsrail’in Ortadoğu bölgesinde emperyalist bir güce dönüşmek istediğini ve buna göre bölgedeki Arap rejimlerin dini ve etnik ayrışma temelinde devletçiklere bölünme politikası izlendiğini ortaya koyuyor.
Aslında bu proje siyonist rejimin eski başbakanlarından David Ben Gorian döneminde başladı. Ben Gorion buna göre şimdiki Arap ülkelerinin sınırlarını değiştirmeye ve sürekli birbiriyle rekabet ve çatışma halinde olan küçük devletler kurmaya çalıştı.
İsrailli uzmanlar bu projenin Arapların arasında husumet ve düşmanlığı geniş çaplı kampanyalarla arttırmak yoluyla uygulanabileceğini belirtiyor. Nitekim bu eğilim, söz konusu projenin uygulanması için ideal bir psikolojik atmosfer yaratabilir.
Siyonist uzmanlara göre bu projenin ilk adımı Suriye devletini parçalamak ve ardından parçalanma sürecini Irak ve Lübnan’da uygulamaktır. Bu senaryoya göre Suriye devleti dini ve etnik kimliklerin temelinde bölünmesi gerekiyor, öyle ki Suriye kıyılarında alevi şii bir devlet şekillenirken, Halep ve çevresinde de sünni bir devlet kurulması gerekiyor.
Siyonistlerin bu senaryolarına göre Suriye’de Şam’da da bir sünni devlet kurulabilir, ki bu sünni devlet Halep’te kurulan sünni devlete karşı olması gerekir. Yine Suriye’de Dürzilerin de Golan tepelerinde kendi devletlerini kurabilir.
Öte yandan zengin petrol kaynakları olan Irak da toplumunda sosyal kırılma yaşandığı şu sıralarda korsan İsrail’in önemli hedefleri arasında yer alıyor. Irak’ın parçalanması bu projenin temel hedeflerinden biridir ve hatta Suriye devletinin parçalanmasından daha önemlidir. Bu komploya göre de Irak Musul, Bağdat ve Basra başkentleri ile üç küçük devlete bölünmelidir. Irak’ın güneyinde yaşayan şii müslümanların sünni ve Kürt bölgelerden ayrılması gerekir.
Şubat 1982 tarihinde yayımlanan bu stratejik analiz aslında bölgenin geleceğine yönelik kararların temelini oluşturdu. Nitekim Irak Amerika ve İngiltere tarafından işgal edildikten sonra bu stratejinin hedef tahtasına oturtuldu ve projenin burada uygulanmaya başladığı işaretleri günden güne daha belirgin hale geldi.
İtalyan yazan Sensini tefrika yarat, yönet adlı kitabında Temmuz 1996 tarihinde Amerika’da önemli mevkileri ele geçiren radikal yeni muhafazakar kesime mensup olan Richard Pearl, Daglas Fith ve başkaları korsan İsrail dönem Başbakanı Benyamin Netanyahu’ya güvenliği güvence altına almaya yönelik yeni strateji başlıklı bir belge sunduklarını belirtiyor. Bu belgede Irak, Suriye, İran ve Lübnan’a saldırılarından yeni Ortadoğu haritasını çizme sürecinin ilk adımlar şeklinde söz ediliyor ve yeni haritada İsrail’in mutlak sultası amaçlanıyor. Aynı doğrultuda Amerika’da yeni muhafazakarlardan bir grup Bağdat’ta yönetimin devrilmesi için doğrudan baskı uygulamaya başlıyor.
Aslında bu faaliyetler hatta oğul Bush iktidarın başına geçmeden önce de yürütüldüğü anlaşılıyor. 1998 yılının başlarında bu takım Amerika’nın demokrat Başkanı Bill Clinton’a iki sansasyonel mektup yazarak Saddam Hüseyin’in Irak’ta devrilmesini talep ediyor.
Amerika’da yönetimde etkili olan bazı şahsiyetlerce imzalanan bu iki mektuptan başka, yeni muhafazakarlar 1998 yılında kongreye büyük baskı uyguluyor ve Amerika’yı Irak’ın kurtuluşundan sorumlu gösteren yeni bir yasa çıkarmasını istiyor.
2000 yılında isa Amerika ve İsrail terörle mücadele adı altında ortak bir takım kurma konusunda anlaşmaya varıyor. Bu takım Pentagon ve İsrail savaş bakanlığı arasında doğrudan istihbarat paylaşım hattı üzerinde kuruluyor.
Öte yandan 2000 yılının Eylül ayında Amerika ve İsrail’in ortak takımı Amerika’nın savunma hatlarını yeniden yapılandırma başlıklı yeni bir belge yayımladı. Bu belgede Amerika’nın bölgede Irak, Suriye ve İran gibi devletlerin tehditlerinden kurtularak Ortadoğu’da imparatorluğunu kurması üzerinde vurgu yapıldı.
Öte yandan Ramsfilde ve General Garner’in 11 Ocak 2001’de sundukları raporda gelecekte musibet boyutunda bir hadisenin yaşanacağı öngörüldü. Aralarından Ramsfild’in de bulunduğu Amerikalı üst düzey yetkililerin hazırladığı iki raporda beklenmedik ve musibet boyunda bir hadise yaşanacağı ve bu da Amerika’nın dış politikasında yeni bir etkili etken olacağı belirtildi. Bu hadise mutlaka Perl Harber olayı gibi büyük ses getirmeliydi.
Öte yandan Mart 2001’de yani 11 Eylül hadisesinden alta ay önce de bir başka raporda bu günde yaşanacak hadiseye detaylı bir şekilde açıklık getiriyordu. Bu rapor Rand Başkanvekili Brus Hufman tarafından hazırlanmıştı. Rand müessesesi askeri silah ve teçhizat üreten firmaların geniş mali desteğinden yararlanan ve Amerika savunma bakanlığının faaliyetleri ile çok yakın ilişkisi olan bir müessesedir. Bu kurumun onursal Başkanı o dönemde Amerika savaş Bakanı Donald Ramsfild’di.
İtalyan yazar Sensini, 12 Eylül 2001’de görüşmemiş bir gelişme yaşandığını, o gün Amerika NATO ve Avrupa’daki müttefiklerinde Washington anlaşmasının beşinci maddesini uygulamalarını ve terörle savaşta Amerika’nın yanında yer aldıklarını ilan etmelerini istedi. Böylece NATO üyesi 14 ülke bu savaşa katılmak üzere askeri teçhizatını seferber etti.
İhud Barack’ın 11 Eylül 2001’de öğleden sonra saat 14:00’da işgal altındaki Kudüs’te resmi bürosundan medya organlarına gönderilen açıklaması, Likud partisi lideri Benyamin Netanyahu’nun 1995 yılında gündeme getirdiği ve ilk kez teröre karşı savaş terimini kullandığı açıklaması ile aynı yöndeydi. Barack açıklamasında şöyle diyordu: Şimdi siz Filistinlilerin dünya güvenliği ve sağlığına yönelik tehlikesini anlayabilirsiniz. İkiz kulelere ve Pentagon binasına terör saldırısı hadisesi bizim tutumumuz ve Amerika’nın Irak’ta yürüttüğü savaşın doğruluğunu onaylayacak ve kamuoyunu bizim yanımıza çekecektir.
Aynı günde Newyork Times gazetesinden James Benet bu facianın sebebini ve Amerika ile İsrail ilişkileri üzerindeki etkisini sordu. Netanyahu bu soruya şöyle karşılık verdi: yaşanan hadise iyi bir hadisedir. Netanyahu ancak sözünü hemen düzelterek şöyle devam etti: bence yaşanan hadise iyi değil, ama iki taraf arasında dayanışmaya vesile olacaktır.
FBI’ın üst düzey yetkililerinden biri 19 Nisan 2002 tarihinde şu itirafta bulundu: Amerika’nın Afganistan’ı işgal etmesinin üzerinden altı ay geçtiği bir sırada Amerikalı askeri kurumlar 11 Eylül 2001 faciasına bağlayabilecek hiç bir delil ve belge bulamadı.
Bu konu büyük skandala yol açtı, yani tam da Irak’ta kitle imha silahları bulunmadığı gibi.
İtalyan yazar Sensini eserinin devamında siyonistlerin dünyayı yönetme planlarına işaret ederek şöyle diyor: 11 Eylül sonrası günlerde Newyork Times gazetesi Amerika casusluk örgütleri ve FBI müfettişleri gibi güvenilir kaynaklardan ele geçirdiği bazı bilgileri yayımladı. Bu bilgilere göre FBI ajanları 11 Eylül 2001 hadiseleri sırasında ve sonrasında Amerika yönetiminin üst düzey subayları hakkında casusluk yapan 60 kadar İsrailli casusu yakalamayı başardı. Bunlar 11 Eylül öncesi ve sonrası bazı bilgileri toplamış ve elde ettikleri bilgileri Amerikan istihbarat örgütlerine vermemişti. 11 Eylül akşamı da Newyork polisi düzenlenen terör saldırılarından mutluluklarını sergileyen beş İsrailliyi yakaladı. Bu zümrenin araçlarının park edildiği nokta, ikiz kuleleri en iyi şekilde seyretmenin mümkün olduğu bir noktaydı. Bu nokta aynı zamanda bu faciayı görüntülemek için en ideal konumdu. Buna göre bu kişilerin 11 Eylül saldırılarının ne zaman ve nerede yapılacağını bildikleri anlaşılıyordu.
Bu tehlikeli gelişmede Newyork polisi yakaladığı beş kişinin aracında yüklü miktarda para ve çeşitli pasaportlar ve kentin detaylı haritasını buldu. Haritanın üzerinde kentin önemli merkezlerinin etrafı işaretlenmişti. Yakalanan beş kişi Mossad ajanlarıydı. Bu beş kişiden üçü İsrail’e döndükten sonra bu rejimin TV kanalına verdikleri demeçte Amerika’daki görevleri sıradan görevler olduğunu ve sadece yaşanan hadiseleri görüntülemeleri gerektiğini söyledi.
Öte yandan Foxnews kanalı 11 Eylül 2001 sonrasında yayımladığı bir raporunda FBI’dan bir görevlinin aracılığı ile gizli belgelere ulaştığını, belgelerde Amerikan güvenlik kurumları 11 Eylül 2001 olayından önce 140 kadar İsrailliyi Amerikan kamu kurumlarında casusluk yapmak suçundan yakaladığı belirtiliyordu.
Bu dosyanın müfettişleri arasında yer alan bir kaynak ise bu bağlamda şöyle diyordu: araştırmalar yakalanan İsrailli casuslarla 11 Eylül 2001 hadiseleri arasında bağlantı olduğunu ortaya koymuştu.
İtalya’nın içişleri eski Bakanı ve istihbarat servisleri yakın ilişkisi olan Françisko Kosika 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra yaptığı açıklamada şöyle diyordu: 11 Eylül gibi bir facia kesinlikle çok tedbirli bir beynin çok gelişmiş ve karmaşık teçhizatların kullanılması ile gerçekleşen bir iştir ve bu tedbirli beyin bir kaç radikal intiharcı ile bu işi yapamazdı. Bunun için eğitimli ve uzman kişiler gerekir. Böyle bir iş ancak güvenlik servislerinin yetkililerinin açık işbirliği ve nüfuzu ile yapılabilir.
Aslında bu sözleri doğrulayan delillerden biri işgal altındaki Hertzelia kentinde Odigo firmasından bir memurun yayımladığı rapordu. Bu kent Mossad’ın ana üssünün yer aldığı kenttir. Söz konusu firma Amerika’da da şubesi bulunuyor ve bu şube de Newyork kentinde ikiz kulelere yakın bir semtte yer alıyor. Firmada çalışan iki görevle olay günü ve saldırı gerçekleşmeden hemen önce ikiz kulelere yapılacak bir saldırı konusunda uyarı içeren emaille uyarılıyor. Bu konuyu ise ilk kez 26 Eylül 2001 tarihinde siyonist gazete Haaretz ifşa etti.