Kasım 28, 2016 15:23 Europe/Istanbul

İslam kültürü ve öğretilerine dayalı direniş ekonomisi modeli ve teorisi, İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamanei tarafından gündeme getirilmiştir.

Bu öz İslam düşüncesi, İslam ekonomisi çerçevesinde yer alan özel bir söylem sayılır.Direniş ekonomisi bir İslami teori olarak iki yönden İslami düşüncelerle ilişkilidir. Bu modelde bir taraftan, İslam açısından ekonomi patolojisi ele alınıyor, diğer taraftan da, tehdit ve tehlikeler karşısında ekonominin günçlendirilmesi için strateji ve planlar, İslami düşüncelerden alınıyor.

Değerli dinleyiciler, "direniş ekonomisi, İslami kalkınma ve ilerleme modeli" adlı sohbetimizin ikini bölümünde bugün sizlerle buluşmaktayız. Hatırlayacağınız üzere, geçtiğimiz bölümde, direniş ekonomisinin bağımlı ve tüketici ekonominin tam karşıt noktasında yer aldığını ve atıl ve paif bir ekonomi olmadığını, ayrıca sulta düzeninin ekonomik hedeflerinin karşısında direnen bir ekonomi olduğunu söylemiştik.

Başka bir deyişle, direniş ekonomisi yani baskı alanlarını tespit edip, ardından bu baskıları fırsata dönüştürmektir. Direni ekonomisi, bağımlılığın azaltılması ve yerli ve iç imkanlar, kapasite ve üretime dayalı bir ekonomidir. Direniş ekonomisi, ilerleme ve kalkınma için bir model alarak, geleceğe dönük titiz ve bilimsel araştırmalarla, düşmanın ülkenin ekonomisine darbe vurmak için bütün tehditlerini tesip ederek, onlarına fırsata dönüştürebilir.

Geçtiğimiz bölümde ayrıca, kalkınma teorilerini gözden geçirerek, Modernizasyon ve Dünya Sistemi Teorisini gözden geçirmiştik.

Modernizasyon teorisinin aslında batılılaştırma kavramının karşılığı olduğunu ve Bağımlılık teorisinin modernizasyon teorisinin tam karşıt noktasında yer aldığını da belirmiştik. Modernizasyon, Wallerstein'in Dünya Sistemi Teorisi' uyrınca dünya sisteminin 16. yüzyıldan itibaren kapitalizmin ortaya çıkması ve belli üretim ilişkilerinin gelişmesiyle ortaya çıktığını ifade etmiştik.

Genel üretim sistemi ve proletaryanın oluşması ve de Avrupa'da sermayenin aralıksız dolup taşıması sonucu, Avrupa ekonomisi yavaş yavaş dünyaya yayılmaya başladı.

Avrupalı tüccarlar, sanayiciler ve yatırımcılar, kabiliyetlerinin artması ve ekonomik ihtiyaçları yüzünden dünyanın diğer yerlerini de kendi dünya sistemlerine ilave ettiler.

 Bu sistemde her şey birbiriyle ilintilidir. Buna göre, artık feodal veya sosyalist gibi ekonomik sistemlerden günümüz dünyasında söz etmek artık mümkün değil, zira artık dünyaya kapitalizm hakimdir.

Dünya sistemi, birleşik bir sosyal düzenden ibarettir ve her toplum, bütünleşik bir yapının birer parçasını teşkil ediyor.

Bu kapitalist düzen, kendi içinde birbiriyle ilintili 3 bölüme ayrılır. 1-Merkez toplumlar 2-Çevre toplumlar 3-yarı çevre toplumlar

Wallerstein, “Üçüncü Dünya” teorilerini reddeder, ve ekonomik değişim ilişkilerinin oluşturduğu komplex bir ağ ile birbirine bağlı tek bir dünya olduğunu savunur: içinde, kırılmaları açıklayan “sermaye ve emek dikotomisi” ve birbiri ile rekabet içinde olan (tarihsel olarak ulus devletleri kapsayan ama onunla sınırlı olmayan) ajanlarca gerçekleştirilen sonsuz “sermaye birikimi”nin bulunduğu bir “dünya ekonomi” veya “dünya-sistem”. Bu yaklaşım Dünya Sistemler Teorisi adı ile bilinmektedir.

Wallerstein, "Dünya sistem teorisi"ni 1974 yılında yayınladığı Modern Dünya Sistem kitabında dile getirdi. Kitabında dünyanın, 16. yüzyıldan beri uluslararası işbölümü ile karakterize edilen bir dünya sistemini yaşadığını savundu. “Modern dünya sistem”in kökeni olarak Wallerstein, 16. yüzyıl Batı Avrupası ve Amerikalar'ını gösterir. Sermaye birikiminde başlangıçta Fransa ve İngiltere’de görülen belirli politik olaylar, aşama aşama bir genişleme sürecini başlattı ve sonucunda bugün, sadece bir küresel değişim ağı kaldı. 19. yüzyılla birlikte yeryüzünün her köşesi kapitalist dünya ekonomiye entegre oldu.

Dünyanın her köşesine uzanan kapitalist dünya-sistem kültürel, siyasal ve ekonomik açıdan homojen olmaktan çok uzak bulunmaktadır- Aksine dünya-sistem medeniyetler arasında gelişme farklılıları ve politik gücün ve sermayenin artışındaki temel farklılıklarla karakterize edilir. Modernleşme ve kapitalizm teorilerinin iddiasının aksine , Wallerstein bu farklılıkları sistemin bir bütün olarak gelişmesi ile bertaraf edilebilecek sırf tortular veya düzensizlikler olarak görmez. Bunlar dünyanın merkez, yarı çevre ve çevre olarak bölünmesinde olduğu gibi dünya-sistem’in kalıtsal bir özelliğidir.

Dünya sistem teorisi, dünyanın merkez ve çevre olarak bölündüğünü savunur ayrıca bunlar arasında yarı çevre olarak adlandırılan ve tanımını diğerleri ile ilişkisine göre kazanan bölgelerde bulunmaktadır. Bu ayrışmada, merkez ve çevre arasında yapısal ve kurumsallaşmış bir “işbölümü” bulunmaktadır: Merkez, yüksek düzeyde teknolojik ilerlemeye sahip ve ileri düzeyde ürünler üretirken; çevrenin rolü, merkezin temsilcilerine ham madde, tarımsal ürün, ve ucuz işgücü sağlamaktır. Merkez ve çevre arasındaki değişim eşit olmayan şartlarda gerçekleşir: Çevre ürünlerini ucuz fiyatlardan satmak zorundadır fakat buna karşılık merkezin ürünlerini daha pahalı almak zorundadır. Ayrıca, yarı çevre adı ile adlandırılan merkeze göre çevre, çevreye göre merkez eğilimi gösteren bir bölge vardır. 20. yüzyılın sonlarında bu bölge Doğu Avrupa, Çin, Brezilya gibi alanları kapsayacaktır. Bazı durumlarda, çevre ve merkez bölgeler aynı coğrafi alanda çok yakın işbirliği içinde olabilir.

Dünya-sistemin başlangıcından itibaren sürekli genişlemesinin bir etkisi şeylerin sürekli metalaşmasıdır, buna insan emeği de dahildir. Doğal kaynaklar, toprak, emek ve insan ilişkileri aşama aşama kendi özgün değerinden soyutlanır ve ona bir değişim değeri belirleyen pazarda metaya dönüşür.

Wallerstein'a göre tarif ettiği dünya sistemin 1945'ten beri egemen gücü Amerika Birleşik Devletleri bu özelliğini kaybetmektedir. 11 Eylül ve ardından ortaya çıkan gelişmeler bunun en son ve en belirgin kanıtıdır.

Başka bir kalkınma teorisi ise, Post-Kalkınmacılık teorisidir. Bu teori önceki bütün modelleri sorgulıyor.

Post-kalkınmacılığın batılı ve modern olmayan farklı kültür ve felsefelerin ihyasının lehine modrenite yaşam tarzı ve düşünce yönteminin dışlanmasıdır. Post-kalkınmacılık ile ilgili ilk görüşlerden biri, İranlı düşünür Mecid Rahnüma tarafından dile getirilmiştir.

Rahnüma, dünya örgütlerinin kalkınma ile iligili icraatını dikkate alarak, zımni olarak, bir nevi sömürgecilik mirası olan kalkınmacılığın gerçek bir iyileşme süreci olmaktan ziyade, kalkınma örgütleri, kurumları ve uzmanları için bir market haline geldiğini ifade ediyor.

İranlı düşünür, bu kurum ve örgütlerin kalkınmanın gerçek kavramı ve gereksinimlerini dikkate almak yerine, esas görevi sözcükleri içeriksizleştirmek olan özel bir teknik dili icat etmeye giriştiğini bildiriyor. 

Rahnüma bu bağlamda şöyle ifade eder: "Böylece, "kalkınma" sözcüğü" özel bir zarafetle "sömürü"nün yerine oturuyor, geri kalmış ülkeler önce ekonomik açıdan geri kalmış ülkelere ardından gelişmemiş ve sonunda gelişmekte olan ülkelere dönüşüyor."

Evet değerli dinleyiciler, dünyadaki kalkınma teorilerini kısa şekilde gözden geçirdik. Bahsi geçen kalkınma modelleri çok az sayıda ülkede sonuç verse de birçok ülkede pratikte başarılı olmamış ve ciddi sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Bu yüzden, yerli, kültürel, siyasi, ekonomik ve toplumsal şartlara dayalı ilerleme ve kalkınma için bir modelin ekonominin büyümesi ve kalkınması için düşünürler tarafından dikkate alınması gerekiyor.

Bu bağlamda, İslam İnkılabı Rehberi tarafından istenen bir kalkınmayı yakalamak için sunulan "direniş ekonomisi" modeli, yenilikçi teorilerdn sayılır.

Şimdi ise, siz değerli dostlarımızı, bu teorinin göstergeleri ve unsurlarıyla tanıştıracağız.

Geleneksel ekonomide, direniş ekonomisine benzer bir edebiyat tanıtılarak, genelleştirilmiştir, "ekonomi esnekliği" denen bu edebiyatta, ekonomik sistemlerin ekonomik şoklarla nasıl karşılaştığı ele alınıyor.

Bu edebiyet, eskiden beri liberal ekonomilerin ekonomik krizler ve şoklara maruz kaldığı ve kalmakta olduğu hasebiyle önemlidir ve en son örneğini ise 2008 krizinde küresel büyüme hızının nasıl gerilediğinde görmüş olduk.

Şurada şunu sormak gerekiyor ki acaba direniş ekonomisi, ekonomi esnekliği tabirinin aynısı mıdır? veya yaptırım ekonomisi midir? bu sorunun cevabında şunu ifade etmek gerekiyor ki, 

İslam kültürü ve öğretilerine dayalı direniş ekonomisi modeli ve teorisi, İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamanei tarafından gündeme getirilmiştir.Bu öz İslam düşüncesi, İslam ekonomisi çerçevesinde yer alan özel bir söylem sayılır.Direniş ekonomisi bir İslami teori olarak iki yönden İslami düşüncelerle ilişkilidir. Bu modelde bir taraftan, İslam açısından ekonomi patolojisi ele alınıyor, diğer taraftan da, tehdit ve tehlikeler karşısında ekonominin günçlendirilmesi için strateji ve planlar, İslami düşüncelerden alınıyor.

direniş ekonomisi teorisinde, ekonomi patolojisi de, geleneksel ekonomi patolojisinden farklıdır.

İslam öğretilerinden gelen bu teoride, nefsani tutku,  bireysel ve toplumsal ekonominin bütün sorun ve krizlerinin kaynağı sayılır.

Bu doğrultuda, bireyler, vahyani hidayet çerçevesi dışına çıkması halinde tehlikeye maruz kalır. 

Kutsal İslam dininin helal mal edinme ve dünyaperestlik tehlikelerin korkma kültürünü inşa etmeye yaptığı vurguları da bu doğrultudadır, zira bir Müslüman,  dindar bir kişi olarak, kendi yaşam talimatlarını vahyani kaynaklardan almakla görevlidir.

İslam'da insan, kulluk yolunda bütün alanlarda özellikle ekonomide kendi görev ve sorumluluklarını yerine getirmesi gerekiyor. Bu insan teknik ve sanayi araçlarına sahip olması halinde bile, dinin belirlediği hedefler için kullanması gerekiyor.