Aralık 04, 2016 09:48 Europe/Istanbul

Hatırlanacağı üzere geçen bölümde eski çağda insan haklarının oluşum sürecini masaya yatırdık.

Bugünkü sohbetimizde ortaçağ ve rönesans dönemlerinde batı toplumlarının insan hakları gelişmelerini irdelemeye çalışacağız.

Ortaçağ döneminin bin yıllık tarihi beşinci ve on beşinci yüzyıllar arasında seyr edip Batı Roma imparatorluğunun miladi 476 yılında çökmesiyle başlar ve Osmanlı İmparatorluğu'nun Kostantiniyye'yi miladi 1451 yılında feth etmesi dönemine dek devam eder. Bu dönemin bariz özelliklerinden hristiyanlık dininin yayılması ve din adamlarının gücü elde bulundurması, faudalizm ve ondan doğan kişisel özgürlük ve hakların sınırlandırılması özellikle inanç özgürlüğü konusunda yaşanan baskılara değinebiliriz.Bu arada İngiltere krallığı Can'ın miladi 1215 yılında büyük tüzüğü yayınlaması ,bu çağın bir dönüm noktası olarak bilinmekte.

Hristiyanlık dinin zuhuru ve yayılması ve aynı zamanda kardeşlik, ahlak, keramet ve yüce insani menzilete dayalı tevhidi dinlerin insani öğretilerini dikkate alarak miladi üçüncü ve dördüncü asırlarda hristiyanlık dinine ilgi duyan inananların sayısı artıp kilise mensupları ve din adamlarının saygınlığı ve güvenilir olmasının halk arasında artması, gittikçe mezhebi ve siyasi gücün onların eline düşmesine yol açtı. Kilise görevlileri ve din adamları kendi konumunu suistimal edip kölelik sistemini reddederek faudalizm sisteminin yayılmasına ve kulların kendi reislerine boyun eğmeye teşvik etmeleri sonunda bir çok arazi ve zenginlik elde bulundurup böylece batı topraklarında yeni sınıfsal ayrışmalara neden oldular. Öte yandan bu din adamları ''Hükümdarlar Allah'ın seçkin kullarıdır'' görüşü ile halkın desteğini kazanarak,siyasal yapıda da önemli etki bırakmayı başardılar.

Miladi 13. Yüzyılda Papa'nın güçte zirvelere ulaşması, Yunanlılar tarafından özellikle Stoacılar vasıtasıyla ilke kez ortaya koyulan insan hakları,artık gündemde sıcaklığını kaybederek insan hakları görüşleri yerini ilahi haklar teorisine bıraktı. Aslında kilise hükümdarları ile Roma ve Yunanlı düşünürler arasındaki fark şu hususta özetleniyordu: kilise hükümdarları güç ve hükümeti Allah'ın iradesinden kaynaklandığını, halkın dini işlerine karışmayı kendi doğal hakları olarak tanımladığını ve en üst imparator olarak kendilerini gören bu din adamları toplumun her işinde müdahale etmeyi bir hak olarak görüyordu. Bu nedenle halk düşünce ve ifade özgürlüğünden mahrum kaldılar. Oysa  Yunanlılar hükümetin gücünü Allah'ın iradesinden değil halkı hükümetin asıl gücü olarak tanımlıyordu.

İngiltere'de asiller ve halk sınıfının uzun bir geçmişi vardır. Geçmişte kraliyetin mutlak saltanatına rağmen, asiller sınıfını oluşturan saray mensubları, din adamları ve zenginler bulunduğu konumlarına göre toplumda başkalarından ayrı ve üstün tutuluyordu öyle ki bunlar arasında kraliyetin saltanatı konusunda bile gizli bir rekabet oluşmuştur.Bu nedenle bu sınıf için sınırlamalar getiren kralın bazı emirleri karşısında direnme eğilimi oluştu.

13.yüzyılın başlangıcında baş gösteren bir takım olaylar, bu direnmelerin bariz örneklerini oluşturmuştur. Kral bu dönemde kargaşa ortamını yatıştırmak için hükümdarın iktidarını sınırlandıran emrin verilmesine mecbur kaldı ki bu emir uyarınca toplumun yüksek sınıfında yaşayan zengin ve asil insanlar için bazı ayrıcalıklar tanınmış oldu. Bu emir miladi 1215 yılında İngiltere'nin dönem kralı Can tarafından verildi ve Büyük Emir olarak ün kazandı. Söz konusu emir bir dönüm noktasının yaşanmasına sebep olurken toplumun yüksek sınıfını muhatap aldığına rağmen bazı kişisel özgürlük ve hakları içerip toplumun zengin kısımlarından ziyade sıradan insanları da kapsıyor.

Otoriter rejimlerin ortaçağ döneminde oluşmasıyla insan hakları için mücadele de başladı ve bunların sonucu 17. ve 18. yüzyılların sonunda büyük siyasi devrimlerin vuku bulmasına yol açtı. O dönemde ihlal edilen  insan haklarının bazı boyutları,insan hakları bildirgesi ve sözleşmesi olarak yazılı hale geldi ve ardından ülkelerin anayasalarına dahil oldu.

Rönesans ve dini reformculuğun baş göstermesiyle birlikte yavaş yavaş insanın dünya kaainatının en seçkin mahluku olarak kendi akıl ve mantığı ile ilahi iradeyi tanıyıp beşeri toplumu organize etmek ve hükümet için uygun kuralların çıkarabileceği düşüncesi ortaya çıktı ki sonunda fıtri hukukun kavramı bu düşüncenin çabaları sayesinde gelişip  toplum içerisinde çeşitli kurallar çerçevesinde özellikle Protestan ülkelerinde bu görüşe bayağı ilgi duyuldu.

Edebiyat ve bilim hayatının yeniliği olarak bilinen rönesans batı ülkelerinin tarihini, bilim yıldızlarının parlaması ve önemli olayların yaşanmasıyla yazdı. Bazı söylentilere göre Avrupa kıtasının güney kısmına müslümanların egemenliğinden doğan İspanya'da düşünce özgürlüğünün alevlenmesi, Osmanlı imparatorluğunun Kostantiniyye'yi işgali nedeniyle Avrupa'ya göç eden Yunan bilginleri ve o dönemde batılıların eski bilimlere ulaşmaları ve bilinçlenmeleri sonucunda yeni bir dünya görüşü Avrupa'yı sarıp çeşitli bilginler doğal haklar görüşü,sosyal sözleşmeler ve uygar hükümetin yaygınlaşmasına katkı sağladı.

15.yüzyılda İtalya'da başlayan rönesans hareketi gittikçe Avrupa'nın edebiyat ve siyasi düşünceleri içine girip insancılık kavramı sosyal sistemin temellerini oluşturarak siyasi yapıyı da kontrol altına aldı.

Asırlar sonra 1215 büyük fermanın yayınlanması ardından İngiltere ülkesi 17. Yüzyılda toplumun entelektüel büyümesine sahne olup otoriter krallara karşı özgürlükçü kıyamların devam ettirilmesi sonucunda hukuk davaları ve hukuk bildirisini gündeme geldi.Söz konusu bildiriler ABD, Fransa ve diğer batılı ülkelerde özgürlükçe ve kurtarıcı devrimlerin kıvılcımlarını oluşturdu.

Birinci Çarlz'ın halka yönelik kötü tavırı, parlamentoya karşı aşağılayıcı tutumu ve kendi sloganlarında halk ve parlamentoyu kraliyet karşısında kayıtsız şartsız itaatlarının yapılması gerektiğini vurgulaması bu ülkede siyasi krizin şiddetlenmesine sebebiyet verdi. Öyle ki parlamento üyeleri bu dikta yöntemin karşısında yasal ve pratik bir tepki gösterip buna karşılık olarak kral hemen parlamentonun münhal olması emrini çıkardı. Bu nedenle siyasi ve mezhebi memnuniyetsizliklerin artması ve meşrute taraftarları ile toplumun orta sınıfının birleşmesi sonunda ülke kraliyeti hukuk davası bildirgesini kabullenmek zorunda kaldı. Böylece kralın mutlak yetkilerinin bazıları sınırlanmış oldu.

Rönesans hareketinin son yıllarında özellikle miladi 16. Yüzyılının ortalarında, ilahiyat zemininde bir değişikliğin başlangıcı olan dini reformculuk hareketi rönesansın kültürel ve ilmi hareketini de etkileyerek mükemmelleştirdi. Luter ve Kalvin gibi düşünürlerin öğretileri halkın kilise sultasından kurtulmasına ve hristiyanlığın din adamlarının elinden çıkmasına sebep oldu. Aslında dini reformcu düşünürler bireycilik ve öznelcilik kavramlarının ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Öznelcilik sosyal inanç ve kişisel değerlerin tümünde vicdanın rolünü belirtiyor, bireycilik ise eleştirel yaklaşımı yayarak vicdan vasıtasıyla elde edilen sonuçtan öteye geçip onu inkar ediyor.

İngiliz halkının 17. Yüzyılda özgürlükçü ülküleri ve bu dönemde yaşanan hadiseler sonucunda elde edilen hukuk ve kişisel özgürlükleri, Amerikan halkının özgürlükçü kıyamı ve mücadelelerinin başlangıcı olarak biliniyor.