Hidayetin parlayan güneşi; Hz Muhammed-saa- 29
İslami ekonominin temel ve stratejik siyasetlerinden bir diğeri, servetin bir yerde birikmesini engellemesidir.
Zira ancak bu yoldan toplumda ekonomi adalet sağlanabilir. Servetin birikmesi durumunda, mal biriktirme isteği güçlenir, toplumda sınıf ayırımları artar, zalimane ayırımlar baş gösterir, israf ve lükse düşkünlük gibi körü alışkanlıklar ihya olur, mahrumların acılarını paylaşma duyguları körelir ve ahlak ile yüce insani değerlerden tamamen soyutlanmış ekonomi, topluma egemen olur.
İslam böyle olayların yaşanmaması için zenginler için iki yasa tedvin etmiştir:
- Şeri hükümlere göre gerekli mali imkanlara sahip olanların humus ve zekat ödemesi
- Başta zenginler olmak üzere tüm toplum kesimlerinin sorumluluğu ile mahrumlara infak ve bağış yapılması.
Kur'an Kerim servetin doğru bir şekilde dağılmasını sağlamak ve bir yerde birikmesini engellemek amacı ile belirli bir sıralamaya dikkat ederek ayetlerinde sırasıyla yakın akrabalar, yetimler, yoksullar, başka bir ifade ile aciz yoksullara değiniyor. Tabi ki yakın akrabalarda her ketsen önce anne ve babaya ve onların ihtiyaçlarının giderilmesine önemle vurgu yapılmıştır.
İslami ekonominin ahlak eksenli olması nedeni ile, her kes diğerlerinin ihtiyaçlarını temin ederken, onları hor görme veya başına kakma hakkına sahip değildir; hatta onların saygınlığı, şahsiyeti ve kişiliğinin korunması için azami çaba göstermeli, yaptıklarını anlatmamalı ve gösterişten kesinlikle uzak durmalı. Aksi halde yaptıklarının Allah nezdinde hiçbir değeri olmaz.
Resulullah'ın -saa- parlak yaşamı ve o hazretin ekonomi siyerinde, sadece eğitici olmakla kalmayıp şaşırtıcı bazı emsalsiz örneklere rastlıyoruz.
Örneğin, günün birinde Resulullah'a -saa- 70 bin dirhem para sunulunca o hazret tümünü yoksullar arasında paylaştırdı. O hazret rastladığı her yoksula kesinlikle yardım ederdi, ve kendisi için hiçbir pay hesaplamazdı.
Başka bir zamanda ihtiyaç sahibi biri o hazretin huzuruna çıkarak yardım talebinde bulundu. O hazret otlanmakta olan koyunları yoksula bağışladı. O adam kendi beldesine döndüğünde olayı anlattı ve her kese Müslüman olmasını tavsiye ederek, " Muhammed kendisinin yoksul olmasından hiçbir korkusu olmadan bağışta bulunuyor" dedi. (Nihaye el-Areb/c3 /s226)
Eğer zenginler Allah eksenliği ve maada inanış olan iki temel asla inanmadıkları müddetçe, onların maddi yardımda bulunmaları ve yoksulların acılarını paylaşmaları için hiçbir garanti yok. Bu yüzden Allah'tan ve ahretten gafil olan zenginler başkalarına yardım etmek için hiçbir meyilleri olmaz, tüm benlikleri ile her geçen gün, yoksullar, Allah ve kıyamet gününü düşünmeden mal biriktirmeye çalışır. Kur'an Kerim bu grubun kötü özelliklerini Kehf suresinin 103 ila 105. ayetlerinde şöyle tanımlıyor: (Ey Muhammed!) De ki: “Amelce en çok ziyana uğrayan; iyi iş yaptıklarını sandıkları hâlde, dünya hayatındaki çabaları kaybolup giden kimseleri size haber verelim mi?" Onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na kavuşacaklarını inkâr eden, böylece amelleri boşa çıkan, o yüzden de kıyamet gününde amelleri için bir terazi kurmayacağımız kimselerdir.
Bu grup, şehit üstat Mutahhari'nin tabiri ile maddi ahlakçılığın tuzağına düşerek her şeyi, tüm ahlaki, insani ve ilahi değerleri, geçici maddi çıkarların mezbahında kurban ettikleri için, giderek maddi inanışa yönelerek, sonuçta Allah ve kıyamet gününü inkar edip, kendi davranışlarını kötü bulmamakla kalmayıp, Kur'an Kerim'in tabiri ile yaptıklarının iyi ve seçkin davranış olduğunu düşünüyor, hatta bir yoksulun elinden tutarak ona yardım etmeleri istendiğinde, umursamadan şöyle cevap verirler: …“Allah’ın, dilemiş olsa kendilerini doyurabileceği kimselere mi yedireceğiz? Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz” derler. (Yasin suresi /ayet 47)
Mal biriktiren bencil zenginler, yoksulların kötü ve kara günleri sırrının, onların dini ve insani haklarının çiğnenmesi olduğundan, yoksulluk sonucu her türlü sapkınlığa sürüklenmeleri veya suç işlemeleri halinde, onların haklarını hiçe sayanların sorumlu olduğu gerçeğinden gafiller. İmam Cafer Sadık –as- ilahi ayetler ve Nebevi öğretilerden ilham alarak, bu gerçeğe değiniyor ve şöyle buyuruyor:
Zekat, zenginleri denemek ve yoksullara yardım amacı ile (Allah tarafından) belirlenmiştir. Eğer insanlar (özellikle zenginler) zekatlarını ödemiş olsalardı, yardıma muhtaç hiç kimse olmazdı ve Allah'ın ona farz kıldığına ihtiyacı olmazdı. İnsanlar, yoksul, aç ve çıplak kalmazdı eğer zenginler, kendi dini ve insani görevlerinde müsamahakar olmayıp sorumluluklarından kaçmasalardı. (Men lâ Yehzeret-ul Fakiye/2/7/1579)
Servetin bir noktada birikmesini engellemek bağlamında bir diğer temel ve önemli konu, bu meselenin toplumda kapsamlı bir sosyal hareket ve kültür haline getirilmesidir, başka bir ifade ile toplumda genel bir sorumluluk duygusu oluşturulmalı, böylece her kes kendi görevine bağlı kalarak, muhtaç kesime karşı kendini sorumlu bilip, gerektiğinde kendi ihtiyaçlarına karşı başkalarının ihtiyacını karşılamaya öncelik vermeli.
Müslümanların Medine'de Beni Nazir Yahudilerine karşı hayret verici zaferleri ardından Resul ekrem'in -saa- eline bir çok fırsat ve olanak geçmiş oldu. o dönemde Resulullah -saa- Medine halkı olan Ensar'a hitaben şöyle buyurdu: İsterseniz mal ve evlerinizi (Mekke'den hicret eden) muhacirlerle paylaşın ve kazanılan mallarda onlarla ortak olun ve eğer isterseniz mal ve mülkünüz kendinize ait olsun, o zaman kazanılan ganimetlerden size bir şey verilmeyecektir.
Bunun üzerine Ensar Resulullah'ın -saa- önerisine, "Hem malımızı ve evlerimizi onlarla paylaşırız ve hem de kazanılan ganimette gözümüz olmayacakr, muhacirlere kendimize göre öncelik veriyoruz."dediler. (Mecme-ul Beyan / c9/ s260)
Bu kültür yüce İslam peygamberinin -saa- yapıcı siyer ve yönteminden kaynaklanıyor. Müslümanlar, Resulullah'ın -saa- hz. Hatice'nin servetini yoksullara harcadığını yakından görmüş, çeşitli sahneler ve olaylarda Resulullah'ın -saa- kendi olanak ve kazancını cömertçe yoksullarla paylaştığını, kendine en ufak bir pay bile ayırmadığını, hz. Ali'nin –as-tabiri ile aç karınla Allah'a kavuşmayı istediğini görmüşlerdi. Buna ilaveten Resulullah -saa- kendine ait en ufak imkanları bile yoksullara harcamaktan çekinmezdi.
Günün birinde Resul Ekrem -saa- hz. Ali'ye –as- hitaben, pazara git ve bana bir kıyafet almasını buyurdu. Bu amaçla hz. Ali –as- pazara giderek 12 dirhem değerinde bir giysi alarak Resulullah'a -saa- getirir.
Resulullah kıyafet kaça aldığını sorunca hz. Ali –as- "12 dirhem" şeklinde cevap verdi.
Resulullah kıyafeti pek sevmediğini daha ucuz bir şey düşündüğünü, acaba satıcının kıyafeti geri alıp almayacağını sorunca, hz. Ali –as- da bilmediğini söylüyor. Bunun üzerine hz. Muhammed -saa- de hz. Ali'den –as- satıcıdan sormasını ister. Ali –as- kıyafeti alarak pazara tekrar geri döner ve satıcıya Resulullah'ın -saa- daha ucuz bir kıyafet istediğini, acaba kıyafeti geri alıp almayacağını sorar. Satıcının kabul etmesi ile hz. Ali –as- parayı geri alıp Resulullah'ın -saa- nezdine geri döner. Ardından ikisi beraber pazara çıkarlar.
Yolda hz. Muhammed -saa- ağlayan bir kıza rastlarlar. Resul Ekrem -saa- ağlama sebebini sorunca kız şöyle anlatır: Ev halkı bana 4 dirhem vererek pazara yolladılar, fakat nasıl olduğunu bilmiyorum, paraları kaybetti. Bu yüzden eve dönmekten korkuyorum.
Resul Ekrem -saa- elindeki paradan 4 dirhem kıza vererek istediğini alıp eve dönmesini ister.
Ardından pazara giderek 4 dirhem değerinde yeni bir kıyafet alarak giyer. Daha birkaç adım gitmeden çıplak birini görünce aldığı elbiseyi üzerinden çıkaran hz. Resul Ekrem -saa- giymesi için çıplak adama verir. Resulullah -saa- geri kalan tekrar 4 dirhemle tekrar kendisine bir kıyafet alarak evin yolunu alır. Daha sonra ellerini duaya açarak şöyle buyurur: Allah'a şükürler olsun; çok bereketli bir 12 dirhemdi… (Bahar /c6)