Ocak 27, 2017 11:57 Europe/Istanbul

geçen bölümde tüm insanların bir takım hak ve hukuka sahip oldukları, onları koruyarak yararlanmak için yasalaşan hakların değişmez ve süreklilik özelliğine sahip olduğu meselesini masaya yatırdık ve dedik ki ilahî mekteblerde yüce Allah insan haklarının kaynağı olarak tanıtılıp dini hak ve ilahî emirleri, gönderilen peygamberlerin vasıtası ile halk içinde yaymıştır.

Bu nedenle ilahî emir ve buyrukların tümü hak ve değişmeyendir.

Dini hak zaman ve mekan ihtilaflarından öteye insanî yaşamın tüm boyut ve temellerini kapsıyor. Söz konusu bu genel çizgi ve kurallar hiç bir zaman sözleşme veya anlaşmalarla belirlenmez.çünkü insanın dünya ile olan özel ilişkisi üzerinde ortaya çıkmıştır.insanoğlu dünya ile asıl bir ilişki kurmakta ve bu ilişkinin temel ilkeleri zaman ve mekan farklılıkları ile değişmez. İnsan hakları da bu kalıcı ilişki üzerinde kurulup çeşitli toplumlarda değişiklik gösteren insanın çıkardığı karar veya anlaşmalarla tayin edilmez. Bu yüzden Yüce Allah tarafından insan hakları adı altında belirlenen haklar çeşitli zaman ve mekanlarda değişmeyen bir nitelik taşıyor.

İnsan hakları küresel boyutta tüm insanlar için aynı mesajı taşıyor.kuşkusuz böyle bir kanun çeşitli kaynaklardan alınamaz ve islam mektebi açısından tüm insanlar arasında insan haklarının kaynağının ortak olması gerekir.zira hak kalıcı bir kavram olup bunun da kaynağının kalıcılık özelliğine sahip olması icab ediyor. Bir kaynak insan hakları konusunda ırk, etnik, örf ve adet ve renk gibi farklılıkların yanında tüm insanlar tarafından kabullenmesi halde insan haklarının ayarlanması için kullanılır.Bunun dışında eğer insan hakları diğer kaynaklar üzerinde ayarlanırsa, tüm insanların ideal hedeflerine varmak için sağlayıcı bir rol ifa etmeyerek özel ve belli bir kesimin amaçları doğrultusunda gündeme gelmiş olacaktır.

Image Caption

Genelde ülkelerin iç kuralları birey anayasa kanunu üzerinde tedvin edilir.insan haklarının tedvini için de küresel bir anayasaya ihtiyaç duyulur. Söz konusu anayasada kurallar için belirli şartlar ele alınır. Şimdi bu ortak ve küresel kaynağın ne olduğu bir soru işaretine dönüşüyor.

Hatırlanacağı üzere bir önceki sohbetimizde batı filozofları açısından insan hakları kavramını incelediğimizde bazı bu düşünür ve filozfların insanın doğası, kimilerinin insanın aklı ve mantığı ve bazılarının da irade veya örf ve adetlerini insan haklarının temel kaynağı olarak belirlediklerini anlattık. Şimdi bugünkü sohbetimizde bu görüşlere gelen eleştirilere bakmak istiyoruz.

Bazı batı düşünürlerine göre örf ve adet insan haklarının belirleyici kaynağıdır. Bu konuda şöyle izah etmek gerekir ki yer yüzünde yaşayan her bölgenin halkı kendilerine ait bazı kültürel özellik ve adetlere sahiptirler. Bu arada coğrafi ve iklim şartları gelenek ve görenekleri etkilediği halde fikri ve itikadî özellikleri de etkisi altına alır. Örneğin soğuk bölgede yaşayan insanlar hukuki kurallar bağlamında sıcak bölge insanları gibi düşünmüyorlar. Bu yüzden belli bir zaman veya coğrafi bölgesinde diğer noktalarla farklılık arz eden bir takım örf ve adetlere rastlanır. Bu nedenle gelenek ve görenekler tüm insanların insan haklarında sınır çizgisini koruyacak bir kaynak sayılmıyor. Ancak bu konuda bilinmelidir ki her bölgenin özel adet ve gelenekleri kanunların yerine getirlmesi konusunda etkileyici bir rol ifa ediyor ancak ortak bir kanunun tefsiri veya tedvini zemininde asla benzer bir konumda bulunmuyor.

Şimdi buraya kadar insan haklarının ortak bir kaynağa ihtiyaç duduğunu anlattık. Sizce acaba insanın kendisi bu ortak kaynağı tanıyıp onun üzerinde insan haklarını tedvin etme kabiliyeti var mı?

Image Caption

Hiç bir insan bir konu hakkında bilgi elde etmediği takdirde  onun üzerinde tartışamaz. insanı tanımadıkça insan haklarından söz etmek ebesle iştigaldir. Günümüze dek hiç bir psikolog veya antropolog insanı tüm boyut ve psikolohik özellikleri ve yönleri ile tamamen tanıdığını iddia etmemiştir. O zaman kendisi va başkalarını tanıyamayan bir insan nasıl diğer beşeri toplumlar için insan hakları kanunları çıkara bilir?

Burada dikkat edilmesi gereken önemli konulardan biri insanların doğal olarak birbirleri ile birliktelik içinde bulunmamalarıdır.  İnsanlar arasında ortaklık ve vahdete yol açan araç etkenlerden biri maddiyat konusu ile ilgili bulunmaktadır. Maddi araçlar ne kadar beraberliğe yol açarsa o kadar da ihtilaf yaratn bir husustur.o zaman insanların vahdete ermede en önemli mesele tabiat ve maddiyattan bağımsız kalması ile gerçekleşmiş olacak. Başka bir ifade ile insanlar ne kadar dünyaya doğru yönlenseler o kadar vahdetten uzak kalacaklar ve ne kadar maddi bağlılıklardan uzaklaşıp ilahî bir yola koyulsalar vahdet ve birliğe de yakın olacaklar. O zaman insanlar ihtilaf ve zıtlıklarla birlikte ortak insan hakları kanunlarını asla çıkaramazlar.

Bu konuda değinmemiz gereken bir başka mesele de dünya tanımı ile ilgilidir. Dünya ve evreyi tanımadan insan haklarının ortak kaynağının tanımı da mümkün değil. İnsan oğlu uzun bir geçmişi geride bırakıp grift ve belirsiz bir geleceğe sahiptir. İnsan hakları bağlamında hüküm çıkarmak isteyen her kimse insanın geçmişi ve geleceğini iyi bilmesi ve insan ile dünya arasında nasıl bir ilişkinin kurulduğunu bilmesi şarttır.İnsan varlık aleminde başkalarından bağımsız bir şekilde yaşayacak bir mahluk değildir. İnsan haklarının ele alınmasında böyle tanımların yapılması gereklidir.

İnsan haklarının kaynağını belirlemede insanın acizliğini kanıtlayan diğer bir husus da gerçek ve yalan ihtiyaçları ayırt etmeksizin genelde insanın kendi ve toplumun ihtiyaçları üzerinde ısrarla durmasıdır.Ameliyattan yeni çıkan hasta fazlasıyla susuzluk hisseder ancak onun doktoru bunu yalan bir ihtiyaç olarak görür. İnsan hakları konusunda da toplumun ihtiyaçlarının bir çoğu böyledir ve insanı tüm ebadıyla iyi tanıyan her kes uzman konumunda hangi ihtiyaçların gerçek ve hangisinin yalan olduğunu kanıtlayabilir.

Image Caption

İnsanoğlu İnsan haklarını tedvin etme yoluna koyulduğu zaman kendisini dodğruyu yanlıştan ayırabilecek bir kriter olarak görüyor ve böylece  diğer varlık ve dünya kaainatının çıkarlarını gözetmeksizin kendi istek ve arzularına uygun olan her şeyi seçip onun dışındaki seçenekleri bırakıyor.  Günümüz dünyasında toplumun çoğunluk oyunu kazanan her konu yasalaşıyor halbuki ilahî mekteplerdeki öğretilere göre bu yol doğru bir yaklaşım değildir. Çünkü toplum fertlerinin bir çoğunun istek ve ideallernin tahakkuku sağlanmamış oluyor.öte yandan ''gelecek nesiller niçin daha önceden belirlenen kanun ve kurallara boyun eğsinler?'' sorusu akla geliyor.

Bu sorunun yanıtlandığında belki toplumdaki durum ve şartalrın icabı böyle bir vaziyeti insanlar için yaşattığını söyleyebiliriz, zira tüm toplum fertlerinin tek ek görüşlerini uygulama imkansız görünüyor.Ancak bu yasalaşmaların ilahî bir kaynakatn olmadığı nedeniyle yanlış bir yötemle seçilip uygulandığı aşikar. Alim ve düşünür olan her kesin aklının yalnızca insan haklarını belirleyebileceğini de düşünmek mümkün değil ve her konuda bilgin insanların mantığı kesin bir sebebp ve katiyet arz etmez.