İslam inkılabının zafer yıldönümü - 3
İran İslam inkılabı sulta düzeni karşıtı mahiyeti ve her türlü sultaya ve zulme hayır demesi ile küresel istikbar güçlerine karşı büyük bir engel oluşturdu.
Aslında istikbarla mücadele, İslam Cumhuriyeti nizamının almazsa olmaz ve sarsılmaz değerlerinden biridir. İran İslam inkılabı da İslam cumhuriyite nizamının siyasi düşüncesinde hak ve adalet yolunda verilen mücadelenin simgesidir ve bu yüzden İslam inkılabı tarihi da başta başa her türlü zulüm ve adaletsizlikle mücadele örnekleriyle doludur. İslam inkılabı ilkelerine göre eğer sorunların üstesinden gelecekseniz, tüm zorba güçlere karşı dik durmanız ve bağımsızlığınızı, ister kültürel bağımsızlık, ister sosyal ister iktisadi bağımsızlık olsun, korumanız gerekir ve bu süreçte asla İslam’dan şaşmamanız ve düşmanlara karşı birlik olmanız şarttır.
İran İslam Cumhuriyeti nizamı istikbar ile mücadele sürecinde doğru ve her biri zulüm ve adaletsizliğe karşı direnişte örnek oluşturan hadiselerin içinde yücelme ve gelişme yolunda devam etti ve bu hareket hiç bir aşamada duraksamadı.
İran İslam Cumhuriyeti Doğu ve Batı karşısında direndiği tüm yıllarda asla boyun eğmedi ve her hassas tarihi aşamada Amerika devleti İran’ın karşısına çıktığında, İran milleti daha da güçlü ve kararlı bir şekilde küresel istikbarın komplolarına karşı dik durdu ve pratikte küresel istikbara karşı direnişin basit bir slogandan ibaret olmadığını , bu direniş bir milletin inandığı ve onlara dayanarak tüm komploları etkisiz hale getirdiği değerlerin tecellisi olduğunu ortaya koydu.
Bugün yüce Allah ülkenizi sizin elinize emanet etmiş ve siz de hizmet vermekle meşgulsunuz ve bu manayı göz önünde bulundurmalısınız. Bugün sizin ülkeniz tüm ülkelerin arasında yalnızdır. Tüm ülkeler bize karşıdır, tabi seyrek sayıda ülkeden başka, ancak ülkemiz ve halkı mümin olduğundan, meseleleri Allah’ın inayeti ile çözmeleri gerektiğine inandığından, düşünceler çalışmaya başladı ve faaliyetler de başladı ve şimdi İran, büyük medeniyet adı altında yaygaraların koparıldığı günlere kıyasla çok daha gelişmiştir ve en önemlisi biz şimdi bağımsızız. Dünya artık hiç kimse bizim bir çöpçümüze bile hakaret edemez. Şimdi sizler bağımsızsınız ve kendi kendinizin efendisisiniz.
Gerçekte İran ve Amerika ilişkilerinin mazisine bakıldığında, Amerika’nın İran’a karşı politikalarında sürekli İran’ın içişlerine büyük oranda müdahale etmeyi gündemine aldığı anlaşılıyor. Nitekim bu yüzden iki ülkenin ilişki tarihi de Amerika’nın İran’ın içişlerine doğrudan veya dolaylı bir şekilde müdahalede bulunduğunu doğruluyor.
Öte yandan bir çok uzman 1953 yılında İran’da yapılan darbeyi Amerika’nın İran’ın içişlerine müdahalelerinin başlangıç noktası olarak tanımlıyor. Bu arada Amerika ile İran ilişkilerini geçmiş yıllarda ve soğuk savaş döneminde yaşanan rekabetlerin çerçevesinde de ele almak mümkün. Rusya’da 1917 devrimi, İran topraklarının müttefiklerce işgale uğraması ve petrol kaynaklarına olan ilgi, Amerika devletine İran’a karşı duyarlı hale getiren gelişmelerdi. Öte yandan ikinci dünya savaşında yaşanan bir dizi gelişmeler Amerika’yı İran ile askeri ilişkilere yöneltti. Bu ilişki İran’a 10 milyon dolar silah satışı ile sonuçlandı. Ancak 1950’li yılların başında yaşanan gelişmeler bu ilişkilerde köklü değişikliklerin yaşanmasına yol açtı. Bu değişiklikler Amerika’nı niran’ın içişlerine geniş çaplı vlel lbelirleyici müdahaleler ile sonuçlandı. Bu çerçevede 1953 darbesi , daha sonraki yıllarda Amerika’nın İran’da daha fazla müdahale etmesine zemin oluşturdu.
1953 yılında İran’da Dr. Musaddık’ın yasal yönetiminin devrilmesine yol açan Amerikan ve İngiliz patentli darbe aslında İran’ın siyasi tarihinde İslam inkılabından önce acı bir dönemi hatırlatır. Daha sonraları gizliliği kaldırılarak yayımlanan belgelerde ise Amerika casusluk örgütü CIA’nin bu devrimi organize ettiği ortaya çıktı.
Amerika’nın George Washington üniversitesi öğretim üyesi Gaziorski bu olayı şöyle anlatıyor:
155 kişi CIA’ya yardıma geliyor. CIA İran şartlarını darbeden bir ay önce hazır hale getiriyor. Bazı gazeteler de Musaddak aleyhinde yazmak için para aldılar ve durumu Musaddık’ın ülkeyi yönetemediği gibi göstermeye çalıştılar.
Amerika ve İngiltere’nin İran’da petrol sektörünün millileştirilmesi gibi en hassas zaman diliminde gerçekleştirdikleri ortak darbe İran’ın siyasi ve iktisadi çıkarlarına büyük darbe indirdi. Bugün Amerikan ve İngiliz patentli darbenin üzerinden altmış yılı aşkın bir süre geçiyor, fakat Amerika’nın bu tür tavırları farklı biçimlerde devam ediyor ve her dönemde Amerika’nın İran’a karşı düşmanlığının yeni bir katmanı ortaya çıkıyor. Amerika’nın Bil Clinton başkanlığı döneminde Dışişleri Bakanı Modlin Olbright 2000 yılında Amerika’nın 1953 yılında İran’da darbeye doğrudan karıştığını itiraf etti ve bu darbenin İran’da siyasi kalkınmanın gerilemesine sebebiyet verdiğini belirtti.
Modlin Olbright itirafından şu ifadelere yer verdi:
İran ve Amerika’nın ortak zeminleri bulunuyor, fakat bu ortaklıklar başka etkenlerle kırıldı. Amerika’nın 1953 yılında yaptığı şey stratejik nedenlerden ötürü haklıydı, fakat bu darbe bir nevi geriye dönüştü. Şimdi çok kolay bir şekilde neden İranlıların her zaman Amerika’nın onların içişlerine karışmasından hoşnut olmadıkları anlaşılıyor.
2009 yılında da Amerika’nın dönem Başkanı Barack Obama ve yine 2011 yılında dönem Dışişleri Bakanı Hillary Clinton da bu darbe yüzünden üzüntülerini beyan ettiler. Eski Başkan Obama Newyork Times gazetesine 15 Temmuz’da verdiği mülakatta şöyle konuştu: eğer İran tarihine şöyle bir göz atacak olursanız, gerçek şu ki biz her zaman İran’da seçilmiş demokratik yönetimleri devirmekte rol ifa ettik.
Amerika’nın milli güvenlik belge merkezi ilk kez 16 Nisan 2000 tarihinde 1953 yılında İran’da yapılan darbe ile ilgili gizli belgeleri yayımladı. Bu belgeler ilk kez Newyork Times gazetesinde yayımlanarak dünya kamuoyuna sunuldu.
Bu darbeyi itiraf edenlerin arasında BBC de yer alıyordu: CIA’nın altmış yılın ardından yayımladığı belgeler artık Amerika ve Britanya’nın İran’da 1953 darbesine karıştıkları hakkında hiç bir kuşkuyu geride bırakmıyor. Bu darbenin ardından Amerika İran üzerindeki sultasını genişletti. Amerika’nın dönem Başkanı Aiezenhaver eski sovyetler birliği ve Çin çevresinde bu rejimlerin karşıtı olan devletleri takviye etme stratejisi çerçevesinde 1960’lı yılların ortalarından itibaren bölgede başta İran olmak üzere Amerika’nın uydusu olan ülkelerin polis ve ordu gücü ve istihbarat servislerini eğitmeye ve donatmaya başladı.
Amerika’nın dönem Başkanı Aiezenhaver ilk resmi konuşmasında İran hakkında da konuştu ve şöyle dedi:
Bence dünyanın coğrafyasını yansıtan harita üzerinde İran’dan daha önemli bir bölge yoktur. Ancak İran askeri bir güce dönüşmemeli, İran’ın eski günlerine döneceği ve askeri bir güce dönüşeceği bir durum yaratılmamalı, İranlı militarizmin yeniden canlandığı gün vay halimize, gidin bu ülkenin tarihini okuyun, o zaman ne demek istediğimi anlarsınız.
Amerika’da 1963 yılında Kennedy suikaste uğrayarak yardımcısı Lindon Johnson iktidarın başına geçtiğinde yeni Başkan hemen İran’a Amerika’dan 200 milyon dolar silah satına alabileceği bir anlaşmayı onayladı. Johnson şahın beyaz devrim programını desteklemenin yanında 1963 yılında şah rejimi aleyharı proteste eylemlerini şiddetle bastırmasını da destekledi. Johnson için şah Amerika’nın çıkarlarının koruyucusu niteliğindeydi. Johson ve danışmanları hatta şahın uyguladığı şiddeti yeterli bulmuyor ve muhaliflerine karşı daha fazla şiddet uygulamasını istiyordu.
Johnson’dan sonra Richard Nicson’un başkanlık koltuğuna oturmasının ardından şah ve Amerika yönetimi arasında samimi ve yakın ilişkilerde yeni bir dönem başladı. Nicson başkanlık seçimlerinden bir kaç ay önce Tahran’a gelerek şah ile görüşmüştü. Görünen o ki Nicson o görüşmede eski dostuna Amerika’dan kendisine silah gönderileceği yönünde bazı sözler verdi.
Amerika’nın dönem Dışişleri Bakanı Yardımcısı George Ban şöyle anlatıyor:
1953 darbesinden sonra şah İran’a dönmesinin ardından 1972 yılına kadar ona tamamen gözetim altında tutuyorduk. Şaha siz falanca silaha ihtiyacınız yok veya sizin işinize yaramaz, diyenler bizdik. Sonuçta 22 yıl boyunca şahın Amerika’dan satın almak için izinli olduğu silahların tutarı 1.3 milyar doları aşmadı. 1972 yılında Nicson ve Kisinger şaha tam yetki ve tam özgürlük tanıdıklarında şahın Amerika’dan silah alımı 7 yılda yirmi kat arttı. Gerçekte bizim yaptığımız içki dolu en büyük deponun anahtarını alkolik birine teslim etmek gibiydi.
Nicson başkanlık yılları boyunca İran’a yığınla silah ve askeri müsteşar göndererek şaha baskıcı uygulamalarına sürekli tam destek veriyordu. O yıllarda CIA’nın eski Başkanı Richard Holmz Amerika’nın İran büyükelçisi olarak atandı ve iki ülke arasında güvenlik ve istihbarat işbirliği doruğa ulaştı ve CIA’nın İran’da üssü takviye edilerek bu teşkilatın Ortadoğu bölgesinde ana üssüne dönüştü. Bu dönem şah rejiminin muhaliflerini geniş çapta tutuklaması ve idam ve işkence etmesine ve her türlü halk itirazını en barbar biçimde bastırılmasına denk geliyordu, oysa Amerika yönetimi bu uygulamalara hiç bir tepki göstermiyordu.
İslam inkılabı zafere yaklaştığı sıralarda Amerika’nın dönem Başkanı Carter’in milli güvenlik danışmanı ve şahın muhalifleri bastırmak için şiddet uygulamasını savunan Berjinski şahtan sokak isyanlarını bastırmak için zora baş vurmasını istemişti. Carter’in Dışişleri Bakanı Siros Vans ise bu durumu haklı göstermek için uluslararası açıdan Amerika’nın çıkarları tüm gücü ile şaha destek vermelerini gerektirdiğini ileri sürüyordu.
Şahın hastalık bahanesi ile Amerika’ya gelişi, Carter’in milli güvenlik danışmanı Berjinski’nin açık desteği ile karşılandı. Berjinski, şaha sığınma hakkı tanımayı ahlaki bir hareket olarak görüyor ve şöyle diyordu: biz şahı desteklemeyi ahlaki görevimiz olarak görüyoruz. Şah benim 37 yıllık dostumdu ve biz onun yahudiler gibi avare olmasına müsaade etmeyiz. Bu iş özellikle İran’ın şimdiki şartlarında gereklidir.
1953 yılındak darbeden 1979 yılında şah rejimi devrildiği güne kadar geçen yıllarda Amerika’nın şah rejimine her alanda desteği Washington’un İran üzerinde tam sultasına zemin hazırlamıştı. Siyasi açıdan İranlı politikacıların Amerika güdümünde olması yüzünden şah rejiminin hem iç ve hem dış arenalarla ilgili kararları Amerika’nın sakıncaları ve talepleri doğrultusunda alınıyordu ve bir çok milli karar da Amerikalıları doğrudan görüşü gözetilerek alınıyordu. Bu durum Amerika’nın İran’ın tüm alanları üzerinde hakimiyeti ve sultasını beraberinde getirmişti.
İslam inkılabı zafere kavuşmasının ardından da başta Amerika ve siyonist rejim İsrail olmak üzere Batı’nın tüm siyasi, güvenlik, hukuki, iktisadi ve propaganda kurumları İslam inkılabına karşı seferber oldu. Bu arada Amerika’nın Tahran büyükelçiliği de inkılap karşıtı güçlerin koordinasyon merkezine dönüştü. İslam inkılabı zafere kavuştuğu günden itibaren İran’da bölücü hareketler tetiklendi. Bazı belgeler Amerika yönetiminin İran’da İslamî nizamı zayıf düşürmek imçin bölüce hareketleri desteklediğini gösterdi. Amerika’nın Tahran büyükelçiliğinde ele geçirilen belgelerden birinde Washington’un İslam Cumhuriyeti nizamını zayıf düşürmek ve devirmek için İran’daki etnik grupların kapasitelerinden yararlanmak istediğini açıkça ortaya koydu. Gizli belge olan belgede şu ifda yer alıyordu: eğer Kürtler, azeriler, araplar ve diğer etnik gruplar çabalarını koordineli hale getirir ve şimdiki devleti devirmek için işbirliği yapar ve birbirini desteklerse, bizce başarı imkanları yüksektir.
1979 yılında İran’da çeşitli grupların bölücü planlarına destek veren Amerika yönetimi İran’ın o dönemde pek de uygun olmayan şartlarını gözeterek bu planlara gönül bağlamıştı, öyle ki Amerika senatör Jackson Ekim 1979 tarihinde bir mülakatında İran inkılabı yenilgiye mahkum olduğunu ve küçük parçalara bölünme eşiğine geldiğini söyledi.
İkinci dünya savaşında Amerikan ordusunun istihbaratında General Denoan ile işbirliği yapan ve İran’da 1953 darbesinin zeminini hazırlamakta Kremit Ruzvelt’le çalışan Miles Kapland 1979 yılında uluslararası danışmanlar heyetinin bir üyesi olarak İran’da aşiret bölgelerini ziyaret ederek bu bölgelerde isyan zeminini yokladı. Bu heyette yer alanlar Saford, Vizal, Masterson ve Stephan Mid kod adlarıya biliniyordu.
Gerçekte Amerika’nın İran’a karşı hasmane tutumu sadece darbe ve İran’ın siyasi kaderini değiştirme girişimi gibi bir tek çeşit müdahale ile de sınırlı kalmıyor, gerçi bu bile tek başına önemli bir meseledir ve kolay kolay gözardı edilemeyeceği kesindir.
Amerika son altmış yılda İran’a karşı türlü kalıplarda düşmanlık etti. Bu düşmanlık bazen darbe şeklinde ve İran’da kukla şah rejiminin konumunu pekiştirmek için yapıldı ve İslam inkılabından sonra da Tebes olayı gibi İslami nizamı devirmek için askeri müdahale veya Noje darbe planı veya dayatılan savaşta Saddam rejimini destekleyerek kendini gösterdi.
Aslında Amerika’nın müdahaleleri İmam Humeyni –ks– İslam inkılabının ta ilk başından itibaren hakkında uyarıda bulunduğu bir konuydu. İmam Humeyni –ks– İslam inkılabı zafere kavuştuğu takdirde Amerika kolay kolay İran’dan el çekmeyeceğini vurguluyordu.
Dayatılan savaştan sonra da Amerika Başkanı oğul Bush 2002 yılında yaptığı konuşmada İran’ı şer ekseni ilan ederek İran’a karşı düşmanlığını farklı bir şekilde ortaya koydu. Amerika son onyılda da İran’ın nükleer programını bahane ederek İran milletine karşı iktisadi yaptırım gibi insani olmayan bir silahı kullanmaya başladı.
Tüm bu gelişmeler İran milletinin mücadele tarihinde kayda geçmekle beraber İran milletinin neden Amerika’ya asla güvenmediğini ortaya koydu.