İslam inkılabının zafer yıldönümü - 7
İran’ın çevresinde yer alan coğrafya her zaman milli güvenliği üzerinde önemli tesiri olmuştur.
İran İslam Cumhuriyeti Fars körfezi ve Umman denizinin kuzeyinde yaklaşık 2 bin kilometre deniz sınırı bulunan ve buna göre önemli jeo politik konumu olan bir ülkedir.
Fars körfezi bölgenin güvenlik denklemlerinde her zaman stratejik önem arz eden bir bölgedir. Bu yüzden bu bölge güvenlik tertibatında her zaman bölge dışı güçlerin müdahaleleri ile karşı karşıya kalmıştır. Gerçekte İran çevresindeki güvenlik çemberinde yaşanan türlü gerginlikler ve Amerika’nın Fars körfezinde askeri açıdan geniş varlığı ve bölgesel güvenlik ve istikrarı tehdit eden diğer etkenler, Fars körfezinde her türlü güvensizliğin başlıca nedeni, ecnebi güçlerin bu bölgede hareketliliği ve bölgeye yönelik tehditleri olduğunu ortaya koyuyor.
Son yıllarda başta Saadabad paktı, Bağdat paktı, Sento paktı, Arap birliği ve FKİK olmak üzere bir çok askeri ittifak ve pakt, dünyanın iki kutuplu düzeni şartlarında kuruldu.
Siyaset meseleleri uzmanı Kasım Hafiz şöyle diyor:
Güvenlik hassasiyetlerine göre bölgede çeşitli savunma paktları şekillendi, Saadabad paktı, Bağdat paktı ve Arap birliği gibi, ki hepsi güvenliği temin etmek amacıyla gündeme geldi. Ancak bu paktlar genellikle bir savunma paktına kıvam kazandıran unsurdan, yani ortak güvenlik tehdidi bileşeninin yokluğundan acı çekiyordu.
Amerika bölge ülkeleri ile ikili veya çok yönlü anlaşmalarla bu ülkelerin silah ihtiyacını ve teknik hizmetlerini uzun vadeli bir süreçte karşılamanın yanı sıra bu ülkeleri tek komuta yapısı altında bir araya getirmeye çalışıyor ve böylece kendi komutası altına aldığı Fars körfezi ülkelerinin ortak operasyon yapma imkanını elde etmeyi amaçlıyor. Bu durum, Fars körfezi bölgesine tam musallat olmaktan başka bir amacı da yoktur. bu tür paktlar bölge ülkelerinin güvenlik ihtiyaçlarını karşılamaktan ziyade bölgeye musallat olma malzemesi olmuştur.Son dönemde de Fars körfezinin güvenlik alanında oluşan askeri paktlar da genellikle bölgenin güvenliği bahane edilerek pratikte silah satışı anlaşmasının ötesine geçememiştir. Başta Arabistan olmak üzere Fars körfezinde yer alan Arap emirlikleri tarafından izlenen bu eğilim, İngiltere ve Amerika gibi büyük silah üreticileri körfezinin silah piyasası üzerinde özel hesap açmalarına vesile olmuştur.
Bir süre önce İngiltere’de yayımlanan The Guardian gazetesi bu konuda şöyle yazdı: İngiltere son onyılda dünyanın ikinci büyük silah ihracatçısı olmuş ve yaklaşık 100 milyar pound silah ve askeri teçhizat satmıştır. Amerika da 2009 yılından beri Fars körfezinin Arap emirliklerine 198 milyar dolar silah satmıştır.
Amerika bölgede 14 askeri üssü ile beraber bölgenin güvenlik tertibatında önemli bir yeri vardır. İngiltere de son dönemde yeniden bölgeye dönüş yapmaya ve bu bağlamda askeri üslerini ihya etmeye çalıştığı gözleniyor. Merkezi İsveç’in Stohkolm kentinde bulunan uluslararası barış etüt merkezi ise en yeni raporunda şu açıklamayı yaptı:
Son beş yılda Fars körfezindeki Arap emirliklerine silah satışı %70 arttı. Bu ülkelere en çok silah ihracatı ise İngiltere’den yapıldı. Oysa Fars körfezi son otuz yılda İran’a dayatılan savaştan Kuveyt işgaline kadar ve petrol savaşından sonra sürekli yıkıcı savaşlara şahit olmuştur. Bu savaşların tümünde ise ecnebi güçler bölgedeki gayri meşru çıkarları peşindeydi.
Şimdi bir kaç yıldır bölgede mantar gibi türeyen terör örgütleri ve yıkıcı faaliyetlerini genişletmeleri Ortadoğu bölgesinin güvenliğini tehdit ediyor. Bu arada başta Amerika ve Britanya olmak üzere bazı ecnebi aktörlerin bölgeye müdahaleleri ve bölgesel denklemlerde rol ifa etmeye çalışmaları bölge ülkeleri arasında güvenlik dayanışmasını engelleyen etkendir.
Bölgenin şimdiki şartları, bölgede işbirliği ve dayanışma olmadığı takdirde ve bölgeyi güvensiz hale getiren tehditler doğru biçimde algılanmaması durumunda bu tehditlerin vereceği zararların çok ciddi olacağını ortaya koyuyor.
İran’da 38 yıl önce İslam inkılabı zafere kavuştuktan sonra istikbar güçleri ve bölgeye müdahalede bulunan sultacı devletler İslam Cumhuriyeti nizamına güvenlik eğilimlerini ve amaçlarını bölge ülkelerine açıklamasına hiç bir zaman müsaade etmedi. Gerçi bu zorbalar İran hiç bir zaman savaş ve tecavüzde bulunma gibi hedefleri olmadığını biliyordu, ama yine de İran’a Saddam üzerinden yıkıcı bir savaş dayattı.
Lübnanlı uzman Hüseyin Zeka şöyle diyor:
İran İslam Cumhuriyeti stratejik açıdan dünyanın en önemli bölgesi sayılan bir bölgede yer alıyor. Bu bölge zaman sürecinde bir çok önemli gelişmelere, ihtilaflara, güvensizliklere ve bazen savaşlara ve çatışmalara sahne olmuş ve hepsinde bölge dışı güçlerin ayak izleri de en açık biçimde görülmüştür. İran bu ayak izlerini kendisi konusunda açıkça hissetmiştir. Amerika ve diğer Batılı devletler Saddam’ı İran’la savaşa teşvik eden ve destekleyen ülkelerdi. Oysa İran’ın güvenlik eğilimi ve stratejisi bölgede coğrafi sınırların korunması ve bu sınırlara saygı duyulmasına yöneliktir. İran bölge ülkelerinin parçalanmasına karşıdır ve ihtilafların ve sorunların diplomasi yoluyla çözümlenmesini savunur.
İran İslam Cumhuriyeti bölgede yapıcı dayanışma ile terör gibi ortak tehditlere karşı koymanın mümkün olduğuna inanıyor. Maalesef bazı bölge ülkeleri terörle mücadele bahanesi ile aslında terör örgütlerini desteklemektedir. Bu ülkelerden biri de Amerika’dır, nitekim Amerika’nın IŞİD terör örgütüne desteği dışişleri eski Bakanı John Kerry’nin ifşa edilen bir ses kaydında gün ışığına çıkmıştır.
John Kerry şöyle diyor: Amerika IŞİD’in türediğini gördü ve bu durumdan Beşar Esad’ı baskı altında tutma yolunda yararlanmayı umuyordu. Biz bu meseleyi yönetebileceğimizi ve Beşar Esad’ı baskı altında tutabileceğimizi zannediyorduk, ama birden durumun çok karmaşık hale geldiğini fark ettik, çok karmaşık.
Kuşkusuz bu strateji, bölgede binlerce masum ve savunmasız insanın ölümünden başka bir sonucu olmamıştır, zira terör hiç kimseye acımıyor ve bu şom afetle mücadele edilmediği takdirde herkesin başını yakabileceği anlaşılıyor. Nitekim Fransa, Almanya, Türkiye ve diğer bazı ülkelerde yaşanan terör saldırıları terörizmin ve savaş çığırtkanlığın bu afetleri yaratanların başını da yediğini ortaya koydu.
Öte yandan dünyanın 190 ülkesinin temsilcilerinin 19 Aralık 2013 tarihinde düzenlenen BM genel kurul zirvesinde İran Cumhurbaşkanı Dr. Hasan Ruhani’nin terör ve şiddeti reddeden ve dünyanın savaş ve şiddetten arınmasını öneren önerisini içeren kararname taslağını onaylaması da İran İslam cumhuriyetinin bölgede ve dünyada terör ve savaş ve radikalizme karşı olduğunu gösterdi.
Kuşkusuz bölgenin hassas şartlarında ve uluslararası arenada bölge ülkeleri arasında dayanışma ve güvenlik işbirliğinden gafil olmanın zararı herkesi etkileyecektir. Bugün Suriye’de, Irak’ta, Afganistan ve Yemen’de yaşanan kriz ve şiddet de güvenlik meselesine karşı çifte standart tutumun sonucudur.
Gerçekte bugün ve dünün gerçekleri, Amerika devletinin dünyada hiç bir dönemde savaş çığırtkanlığı yapmadan geçinmediğini gösteriyor. Amerika donanmasının Bahreyn’de daimi deniz üssü kurması, Katar’da daimi hava üssü açması ve Kuveyt’te kara kuvvetlerini konuşlandırması ve BAE’inde büyük silah yığınağı yapması ve özellikle Arabistan’da 8 askeri üs kurması ve bölge genelinde bir çok casusluk ve dinleme merkezleri ve radar istasyonları yerleştirmesi, Amerika’nın gerçek mahiyetini ve savaştan beslendiğini açıkça ortaya koyuyor. Amerika’nın bölgedeki bu denli geniş askeri varlığı başlı başına bölgeye yönelik ciddi tehdittir. Cumhurbaşkanı Ruhani’nin de BM genel kurul zirvesinde yaptığı konuşmada vurguladığı gibi, bugün İran’ın tehdit olduğundan dem vuranlar aslında ya kendileri uluslararası barış ve güvenliğe yönelik tehdittir, ya da tehditleri körüklemektedir. Ruhani, İran tehdit olmadığı gibi, sözde ve amelde bölgede ve dünyada barış ve güvenliğin savunucusu olduğunu vurguladı.
Amerika özellikle son onyılda ve Obama’nın başkanlığının birinci döneminde değişim politikası adı ile anılan politikanın bir parçası sayılan bazı politikaları izledi. Ancak şimdi Obama dönemi sona erdi, fakat yeni Başkan Trump’ın izleyeceği politikalardan net bir görüntü bulunmadığı gözleniyor. Fakat esas nokta, Amerika ve İngiltere’nin son kırk yılda izledikleri güvenlik doktrinlerinde sultacı emellerin bu ikilinin belli başlı hedefleri arasında yer aldığı gerçeğidir.
Iraklı uzman Hannane Subhan şöyle diyor:
Amerika’nın İran İslam Cumhuriyeti ile düşmanlığı inkılabın ihraç edilmesi, insan hakları veya nükleer meseleden kaynaklanmıyor. Amerikalı devlet adamları İslam inkılabının kimliği ve zulüm karşıtlığı ve zorbalarla uzlaşmazlığı ile sıkıntı yaşıyor. Amerika İslam inkılabını dünyada İslamî uyanışın çıkış noktası ve sultacılara karşı direniş merkezi olarak görüyor ve bu yüzden son 38 yılda sürekli İslam Cumhuriyeti nizamını yok etmek için elinden geleni ardına koymadığı anlaşılıyor.
Kuşkusuz Amerika’nın İran İslam cumhuriyetine karşı husumeti İslam inkılabının dördüncü onyılından sonra da devam edecektir. Amerika ve İngiltere’nin bölgede askeri varlığını arttırmasını da bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Gerçekte bu ikili bölgedeki askeri varlığını arttırarak bölgenin istikrarı ve güvenliği bağlamında etkili bir aktör olan İran’ı sıkıştırmaya çalışıyor, çünkü İran bölgede ecnebiler olmaksızın bölgesel güvenliği bölgesel dayanışma ile inşa etmek istiyor.