Mart 14, 2016 20:23 Europe/Istanbul

Bugünkü sohbetimizde ölümü hatırlamanın insanı ahiret dünyasına hazırlaması üzerindeki etkisini ve yine ölümü unutmanın olumsuz tesirlerini ele alacağız.

Geçen bölümlerde insanın ölümü ve ebedi yaşamı hakkında konuştuk ve dedik ki insan ölüm aracılığı ile tekamül sürecinin devamında ahiret dünyasına intikal eder. Bu yüzden insan bu tekamül sürecini gözeterek kendini ahiret aleminde ebedi yaşamı için hazırlaması gerekir.

Bu arada ölümü hatırlamak ve sürekli bu konuda kendi kendimizi ikaz etmek, bu hazırlıkta yapıcı etkisi söz konusudur.

İslam Peygamberi –s– en büyük takvanın ölümü hatırlamak olduğunu beyan ederken şöyle buyurur:

En akıllı mümin, ölümü en çok hatırlayan ve onun için daha hazırlıklı olandır.

İnsanoğlunun dünyevi hayata ilgisi, göz ardı edilemeyecek bir gerçektir. Çünkü hayat gerçekten güzeldir. Tüm canlılar sürekli ve içgüdüsel olarak yaşamak ve bekasını sürdürmek için çaba harcar. Bu konuda İmam Ali –s– şöyle buyurur: insan yaşamaktan başka her şeyden yorulur, çünkü görecede ölümde lizzet ve huzur bulmaz. Hayat onun kalbi ile atan hikmet ve ilim gibidir ve göz onun yardımı ile görür, kulak da onun yardımı ile duyar. Hayat her türlü susamışlığı yatıştırır ve güç ve sağlık temelidir.

Gerçekte her insan yaşamının her anında ve her türlü mutluluk veya mutsuzlukta, her türlü hastalık veya sağlık durumunda yaşamayı sever. Çünkü hayat tüm çabaların, lezzetlerin ve yeteneklerin temelidir.

Ancak bu süreçte çok önemli ve zarif bir noktayı unutmamakta yarar var, o da, yaşamın tüm cazibelerine karşın hedef olmayışıdır. Hayat bir başka dünyada ebedi yaşama kavuşmanın aracıdır. Buna karşın dünyada bir çok insan güncel yaşamın uğraşlarına kapılarak bu dünyadaki yaşamı nihai amaç gibi algılar. Bu konuda bir kanaat önderi şöyle der:

Dünyevi yaşan ve lezzetleri tuzlu su gibidir, içtikçe insan daha çok susar. Bu dünyanın yaşamını talep eden insan ipek böceği gibidir, öyle ki çevresine ipeği sardıkça koza daha sertleşir ve içinden çıkmak da bir o kadar zorlaşır.

Aslında ölümü hatırlamak, dünyevi lezzetleri terk etmek veya kendimizi mahrum bırakmak değildir. Ölümü hatırlamanın gayesi dünyevi yaşamımızı uhrevi saadete göre düzenlemek ve böylece her iki dünyanın lezzetlerinden yararlanmaktır.

Dünyevi yaşam oldukça değerli bir nimettir ve insanın uhrevi yaşamı da bu dünyadaki icraatına göre şekillenir. Allah Resulü’nün –s– buyurduğu üzere dünya ahiretin mezraıdır ve asla ahiretin yerini tutamaz. Bu yüzden bu dünyada dengeli yaşamak gerekir.

İmam Ali –s– bu konuda şöyle buyurur: Dünyada azla yetinen insan, kendini güvence altına almış olur ve dünya nimetlerinden yararlanmakta aşırıya kaçan kimse ise kendini helak etmeye çalışmış olur.

Dolaysıyla gerçek müslüman fani dünyanın geçici yaşamını ciddiye almakle beraber uhrevi ebedi yaşamı için plan yapan kimsedir.

İmam Ali –s– mübarek ömrünün bir anında bile boş oturmadı. O hazret, İslam Peygamberi –s– rihlet ettikten sonra ve kendisi iktidarın başına geçmeden önce sürekli tarım ve kuyu kazma işleriyle uğraşırdı. İmam Ali –s– çalışması hakkında şöyle buyurur: Bir zamanlar açlıktan karnıma taş bağlardım, şimdi ise yılda kırk bin dirham sadaka veriyorum.

Dolaysıyla İmam Ali –s– çalışarak servet üretiyordu, fakat fani dünyaya zerre kadar gönül vermemişti. O hazret, Muhammed Bin Ebu Bekir’i Mısır valisi olarak atadığı gün kendisine yazdığı mektuptu yaşamda dengeli olma konusunda şöyle buyurdu: Muttaki insanlar geçici dünyayı selametle geride bıraktı ve ebedi ahireti seçti. Onlar dünyanın en iyi evlerini mesken edindi, en iyi yiyeceklerle beslendi, dünya ehli olanların lezzetlerine ortak oldu ve bu dünyadan paylarını unutmadı ve sonunda bu dünyadan eli dolu baki dünyaya geçti. Onlar takvanın tadına bu dünyada vardı ve kıyamet gününde de Allah’ın huzuruna çıktıklarında istedikleri her şeyi elde edeceklerine ve arzu ettiği her türlü lezzetin tadına varacaklarına inandı.

Kur'an'ı Kerim’de ve İslam Peygamberi –s– ve ehli beytinin –s– vecizelerinde fani dünyadaki yaşama ve lezzetlerine itinasızlığa bir çok vurgu yapılmış ve uhrevi yaşam sevgisinin arttırılması tavsiye edilmiştir.

Aslıda bunca vurgunun sebebi insanların fani dünyada yaşamın tüm güzelliklerine rağmen çok kısa olduğunu unutmamaları içindir. Bu durumda insan yaşamının her anının kıymetini bilir ve her anını doğru yolda hacamaya çalışır ve azami ölçüde değerlendirir.

Fakat insanların ömrün kısalığını ve ahirette ebedi yaşamın önemini unutmasına sebebiyet veren bir çok etken söz konusudur.

İnsanların ölümden gafil olmalarına sebep olan bir etken, uzun arzular ve dünyevi yaşamdan fazla beklentilerdir. Uzun arzular hiç kuşkusuz insan saadetinin en tehlikeli ve en kötü düşmanlarından biridir. Çünkü tarih boyunca deneyimler insanların bu tür arzularının hiç bir sınır tanımadığını ve arzu ettikçe arzuların sonu gelmediğini göstermiştir.

Kuşkusuz bu tür sınırsız ve uzun arzular insanın tüm fikri ve cimmi gücünü kendine çeker ve onu fani dünyaya daha da bağımlı hale getirir ve ahiret ve ebedi yaşam için hazırlanmasına fırsat bırakmaz.

Öte yandan arzuların bir özelliği, insan arzularında ilerledikçe sanal cazibelerinin daha da artmasıdır. İmam Ali –s– Nehcül Belağa’nın 42. Hutbesinde şöyle buyurur: Ey insanlar bilin ki sizin için iki şeyden her şeyden daha çok korkarım. Bunlar heva ve heves ve uzun arzuları izlemektir. Heva ve hevesi izlemek insanı haktan alıkoyar ve uzun arzular da ahireti unutturur.

Bu arada şunu de belirtmek gerekir ki arzu etmek esas itibarıyla kötü bir şey değildir ve hatta insan yaşamının çarkının dönmesi ve maddi manevi gelişmesinde önemli rol ifa eder. Gerçekte bütün insanlar umut ve arzularlı ile yaşar. Nitekim Allah Resulü –s– de şöyle buyurur: umut ve arzu benim ümmetin için rahmettir ve eğer umut ve arzu olmasaydı hiç bir anne evladını emzirmez ve hiç bir bahçivan fidan dikmezdi.

Gerçekte belki de insan ömrünün sonunun bir sır olmasının sebebi de insanın içindeki umut ve arzu ışığının sönmesini engellemek ve yaşam için çabalarını sürdürmesini sağlamak olabilir.

Hz. İsa’dan bir rivayete göre bir gün o hazret bir yerde oturuyordu ve o sırada yaşlı bir insanın tarlasında tarım işiyle uğraştığını fark etti. Hz. İsa yüce Allah’a arz etti: Ey Rabbim, umut ve arzuyu ondan al. Birden yaşlı adam elindeki küreği bir kenara attı ve yere uzandı ve oracıkta uyudu. Bir süre sonra Hz. İsa Allah tealaya şöyle arz etti: Ey Rabbim, ona umut ve arzularını geri ver. Birden yaşlı adam ayağa kalktı ve tekrar çalışmaya başladı. Hz. İsa adamın yanına gitti ve davranışlarının sebebini sordu. Yaşlı adam şöyle anlattı: İlkin bir an artık yaşlandığımı ve nasıl olsa ha bugün ha yarın öleceğimi, o zaman neden bu kadar çaba harcadığımı düşündüm. Küreğimi bir kenara attım ve yere uzanıp yattım. Ama kısa bir süre sonra ya daha uzun yıllar yaşarsam? Diye düşündüm. Nitekim benim gibi bir çok insan uzun yıllar yaşadı. İnsan yaşadıkça onuru ile yaşamak ister ve bunun için çalışması gerekir. İşte o zaman tekrar ayağa kalktım, küreğimi aldım ve yeniden çalışmaya başladım.

Evet, insanları harekete ve çabaya yönelten etken umut ve arzularıdır. Ancak eğer bu arzular belli bir sınırı aşarsa, yıkıcı bir sele dönüşür ve insanın tüm varlığını zulüm ve günah ve dünyaperestliğe batırır. Bu yüzden ölümü hatırlamak, bu tür arzuları kısaltarak insanı ebedi yaşamı için hazırlayabilir.

Sözü Allah Resulü’nden –s– bir rivayetle noktalamak istiyoruz.

Bir gün İslam Peygamberi –s– eline üç adet ağaç aldı. Birini karşısında yere soktu, ikinciyi de yanında ve üçüncüyü da biraz ötede. Allah Resulü –s– daha sonra sahabeyi sordu: acaba bunun ne olduğunu biliyor musunuz? Sahabe: Allah ve Resulü daha iyi bilir, diye arz etti. Allah Resulü –s– şöyle buyurdu: birinci ağaç insandır ve ikinci ağaç ömrünün sonu ve daha uzakta yere sokulan üçüncü ağaç da insanın peşinden gittiği uzun arzularıdır, fakat ölümü geldiği için o arzularına ulaşamaz.