Mart 14, 2016 20:25 Europe/Istanbul

Bugünkü sohbetimizde dünyanın ahirete uzanan bir köprü olarak konumunun önemini irdelemeye çalışacağız.

Geçen bölümlerde bu dünyanın ahiret için hazırlık dünyası olduğunu ve bu dünyada ektiklerimizi öbür dünyada biçeceğimizi anlattık. Bir başka ifade ile bu dünya nihai hedef değildir. İmam Ali’nin –s– tabiri ile dünya karargah değil, güzergahtır. O zaman bu dünyadan salih amel sermayesi biriktirmek ve ilahi maarifi tahsil etmek için yararlanmalı ve bu dünyadaki birikimlerimizden ahiret dünyasında faydalanmalıyız.

Fani dünyadan söz edildiğinde, herkes kendine göre bu dünyayı yorumlamaya çalışır. Kur'an'ı Kerim’de de bu dünya kah tenkit edilirken, bazen de iyilikle gündeme gelmiştir. Kur'an'ı Kerim’in bazı ayetlerinde dünyadan bir eğlence, değersiz ve naçizane bir meta ve benzeri terimlerle söz edilmiştir. Ancak bazı ayetlerde de hayır, rahmet, hasene gibi güzel vasıflarla bu dünyanın anıldığına şahit olmaktayız.

Bu dünyanın en bariz ve en önemli özelliklerinden biri, içindeki mal ve servettir ve Kur'an'ı Kerim bunu toplumun kıvamı ve gücünün temeli olarak beyan ederken, bu mal ve servetin sefih insanların eline düşmesi konusunda ikazda bulunmuştur.

Şimdi akla gelen soru şu ki acaba özellikle sözcük ve mana bağlamında bir mucize olan Kur'an'ı Kerim ayetlerinde dünya va maddi ve doğal muhibetleri konusunda bir çelişki mi söz konusudur? Acaba kendi tabiri ile eğer Allah teala tarafından olmasaydı içinde bir çok çelişkinin ortaya çıkacağı kesin olan bu ilahi kitabın bir yerde dünyayı hayır ve rahmet mısdakı ve bir başka yerde sırf eğlence aracı olarak tanıtması nasıl izah edilebilir?

Aslında Kur'an'ı Kerim’i dikkatle incelediğimizde bu iki farklı tabirleri izah eden üçüncü bir ayetler grubu ile karşılaşırız. Gerçekte bu ayetler muhataplarını dünyayı medheden veya tenkit eden ayetleri bir arada düşünmeye yönlendirmiş ve Kur'an'ı Kerim ayetlerinde dünyanın başlı başına değersiz olmadığını, asıl tenkit edilense bu dünyaya olan bağımlılık olduğunu ifade etmiştir.

Dünya sözcüğünün çeşitli anlamları vardır ve iki “daha yakın” ve “daha alçak” manaları daha çok kullanılır. Daha yakın demek, dünyevi yaşamın uhrevi yaşamdan bizlere daha yakın olması demektir. Daha alçak demek ise bu dünyada yaşamın ahiret yaşamına göre daha alçak mertebede yer alması demektir. Ancak dünya sırf bu yüzden tenkit edilemez, çünkü yüce Allah Secde suresinin ayetinde Allah teala ne yarattıysa, iyi yarattığını buyurur. Bu ayete göre dünya yüce Allah’ın en büyük mahluklarından biri olarak içinde hak ve iyilik doludur. Üstelik bir çok rivayet ve hadiste de bu dünyanın ahiretin mezraı ve ilahi vahiyin nazil olduğu mekan ve evliyaların ticaret arenası olduğu beyan edilmiştir. Bu tanıma göre eğer dünya olmazsa ahiret için bir birikim de söz konusu olamaz. Dünya mümin kullar için büyük bir nimettir, çünkü ebedi saadetin temelleri bu dünyada atılır.

Bir hadise göre İmam Ali –s– bir insanı dünyayı doğru idrak edemediği halde tenkit etmesini görünce, serzeniş etmeye başladı ve şöyle buyurdu: Dünya doğrular için doğruluk sarayı ve dünyayı tanıyanlar için sağlık yuvası ve içinden rızkını alanlar için verimli bir yer ve nasihat alanlar için nasihat sarayı ve Allah’ın kulları ve dostları için ibadet mekanı ve meleklerin namaz kıldığı ve ilahi vahiyin nazil olduğu yer ve Allah’ın dostlarının ticaret ettiği ve ondan rahmet kazandıkları ve cennet kazandıkları mekandır.

İmam Seccad –s– Hz. İsa’nın havarilerine hitaben söylediği sözlerinden naklen şöyle buyurur: Dünya bir köprüdür, o zaman onun üzerinden geçin, ama imarı ve tamiri ile uğraşmayın.

Demek ki eğer dünya geçmek üzere bir köprü ise, hiç kimse üzerinden kısa sürede geçtiği için onu önemsiz sayamaz veya yıkamaz. Fakat bu köprünün üzerinde ebedi evini inşa etmek isteyen yanlış düşünüyor demektir. Fani dünyayı esas hedef seçenlerin yaptığı da budur. Gerçekte bu insanlar öylesine bu dünyanın nimetlerinden yararlanma düşüncesine kapılmıştır ki her ne pahasına olursa olsun bu nimetlere kavuşmak ister.

Ancak bir başka kesim vardır ki bu dünyanın sonunu her şeyin sonu bilmez ve bu dünyanın belli bir hedefi olduğunu düşünür ve bu hedefe ulaşmak için hazırlık yapar. Bu kesim dünyevi yaşamdan yararlanmanın yanında tüm amellerini uhrevi yüce hedefe ulaşmaya göre düzenler ve geleceğe yönelik tedbirli hareket ederek işlerini yerine getirir.

Kur'an'ı Kerim Bakara suresinin 200 ila 202 ayetlerinde dünyaperest insanlarla ahiretini talep eden insanların sonunu çok güzel biçimde beyan etmiş ve şöyle buyurmuştur:

İnsanlardan öyleleri var ki: Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver, derler. Böyle kimselerin ahiretten hiç nasibi yoktur. Onlardan bir kısmı da: Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru! derler. İşte onlar için, kazandıklarından büyük bir nasip vardır. (Şüphesiz) Allah'ın hesabı çok süratlidir.

İmam Ali –s– de bu iki kesimi çok güzel bir şekilde açıklıyor ve insanların dünyaya iki farklı açıdan baktıklarını belirterek şöyle diyor:

Biri dünyada dünya için çalışır, çünkü bu dünya onu esir almış ve ahiretten alıkoymuştur. Böyle bir insan varisleri yoksulluğa kapılmasından korkar ve bu yüzden hayatını başkalarının yararı uğruna harcar. Bir başka insan vardır ahiret için çalışır ve dünyevi nimetler onlar için çaba harcamadığı halde ona yönelir. O zaman her iki dünyanın nimetlerinden yararlanır ve iki dünyanın sahibi olur. Bu tür insanlar Allah katında onur kazanmıştır ve Allah’tan her hangi bir talepte bulunduklarında yerine getirilir.

İmam Ali’nin –s– sözlerinden anlaşıldığı üzere eğer insan bu dünyadan ahiret için bir araç şeklinde yararlanırsa bu durum ahireti kazanmanın ta kendisidir. Bu gerçeğe bazı rivayetlerde de vurgu yapılmıştır.

İmam Sadık’ın –s– Ebi Yafur adında bir talebesi şöyle anlatır: İmam’a biz de dünyayı seviyoruz diye arz ettim. Şöyle buyurdu: nasıl yani? Ben arz ettim: evleneceğim, Hac ziyaretine gideceğim, ailemin masrafını karşılayacağım, kardeşlerimle ilgileneceğim, sadaka vereceğim. İmam şöyle buyurdu: bu dünyataleplik değil, ahirettalepliğin ta kendisidir.

Dünya ahirete doğru yolculuğun başlangıcıdır. Ahiret sonsuzdur ve fani ve kısıtlı dünyanın uzantısında yer alır. Kuşkusuz değer ve kıymetleri bilme babında bu dünyanın kıymetini ve değerini de bilmek gerekir, çünkü bu dünyadaki kısa yaşam sayesinde ahiretin sonsuz saadetine kavuşmak mümkün. Ancak eğer bu dünyaya gönül verirsek, o zaman bu durum ahiret için çalışmamıza mani olur. Bu durumda insan büyük zarara uğramış olur.

Günlerden bir gün sahabeden biri Allah Resulü’nün –s– huzuruna çıkar ve o hazretin bir hasır üzerinde oturduğunu ve hasırın dalları mübarek bedenini çizdiğini fark eder ve şöyle buyurur: Ya Resulullah, keşke siz şu hasırı toplar ve yerine bir halı serseydiniz de bacağınız böyle incimeseydi. Resulullah şöyle buyurur: Benim dünya ile işim olmaz. Benle dünya misali, gün orta güneşi altında atının üzerinde maksadına doğru ilerleyen, yolda giderken bir ağacı gören ve altında dinlenen ve yorgunluğu geçince tekrar yoluna devam eden bir süvariye benzer.

Bu yüzden ahiret inancı tevhid inancından sonra tüm ilahi peygamberlerin davetinin en önemli ekseni olmuştur. Ahiret alemi insan yaşamının esas bölümüdür, nitekim Kur'an'ı Kerim Ankebut suresinin 64. Ayetinde şöyle buyurur:

Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş olsalardı!

İmam Ali –s– de bu konuda şöyle buyurur: Dünya ehli bir kervanın ehli gibidir, kervan gider ama onlar uyur.

Dolasıyla bu dünyaya bağımlı olan insanlar ancak ölüm anında bu dünyanın onların esas yaşam alanı olmadığını ve bu süre içinde sadece yolcu olduklarını anlar.

Bu tür rivayetler insanlara fani dünyada kısa yaşam sırasında zamanı boşa harcamamak gerektiğini, bilakis bu kısa sürede bu dünyadan gerektiği kadar yararlanmak ve esas çabayı ahirette ebedi saadete kavuşmak için hayır ameller çerçevesinde harcamak gerektiğini ögretir. 015