Al İrfan; İslam dininde şehadet ve şehit - 1
İslam dininde şehadet kültürünü ele aldığımız programımız boyunca şehadet ve şehadet talepliğin İslam dininde bir değer olarak konumunu beyan etmek istiyoruz.
Nitekim bu önemli değeri ihya etmek İslam tealimini ihya etmenin ve İslam ümmetinin iktidarının bekasını güvence altına almanın en önemli yollarından biridir.
Şehadet, insanın mutlak ve ebedi varlığa kavuşmak için canından olmasıdır. Şehadet maşuka kavuşma aşkını en güzel biçimde ortaya koyan ameldir. Şehit bilinçli olarak ve kutsal ve ilahi hedefi uğruna şehadet mertebesine nail olur.
İslam Peygamberi -s- böyle bir ölümü en şerefli ve en yüce ölüm biçimi nitelerken, İmam Ali -s- da şehadeti en saygın ölüm olarak tanımlıyor.
Gerçekte şehit sözcüğü şahit ve tanık anlamına gelir ve tabir olarak Allah teala ve ilahi değerler uğruna öldürülen ve şahitlik mertebesine nail olan ve kıyamet gününde insanların amellerine şahitlik eden kimselere verilen addır ve bu özellik, ilahi peygamberlerin özelliklerinden sayılır.
Beşeriyete saadet ve kurtuluş reçetesini armağan eden İslam dininin insanı insan eden kitabı Kur'an'ı Kerim birçok ayette şehitlerin yüce konumuna işaret etmiştir. Gerçekten hak inancına sahip olan ve hakikat yoluna adım atan ve bu yolda bu dünyadan ayrılan insanlar şehitlerden sayılır ve ilahi sonsuz nur ve mükafattan yararlanır. Kur'an'ı Kerim Hadid suresinin 19. ayetinde şöyle buyurur:
Allah'a ve peygamberlerine iman edenler, (evet) işte onlar, Rableri yanında sözü özü doğru olanlar ve şehitlik mertebesine erenlerdir. Onların mükâfatları ve nûrları vardır.
İslami dünya görüşünde şehadet gerçekte ölüm değil, ebedi hayattan bir sıfattır ve insan şehit olduktan sonra ebedileşme alanına ayak basar. Dolayısıyla şehitler ölmez ve her zaman hayattadır ve hayatı veya mematı Allah tealanın ona verdiği tayyibe ve ebedi hayatı anlatmak için bir sıfattır. Şehitlerin hayatı ve yaşıyor olmaları, tüm müminlerin yararlanabileceği bir saadettir. Şehitler ölmez ve ölümleri sadece cari hayatın ötesinde bir hayata intikal etmektir.
Allah teala Al-i İmran suresinin 169. ayetinde şöyle buyurur:
Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar.
Yüce Allah ayrıca Bakara suresinin 154. ayetinde de şöyle buyurmakta:
Allah yolunda öldürülenlere "ölüler"" demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız.
Bu ayet, Allah yolunda cihat eden ve şehit olunca yok olduklarını zannedenlerin yanlış düşüncelerine verilen bir cevaptır. Günümüzde de birçok insan sadece bu dünyayı düşünür ve hayatı sadece bu dünyada zaman ve mekanla kısıtlı olduğunu zanneder. Bu yüzden bu ayetler bu ayetler Müslümanların düşüncesinde bu zihniyeti ortadan kaldırmak ve İslami bakış açısına göre hayat ve memat hakkında daha geniş ve daha derin düşünmelerini sağlamak isteri.
İslam dini kültüründe şehadet hem genel ve hem de özel anlamda kullanılır. Özel anlamda şehadet, Allah yolunda savaş meydanında ölmektir ve İslam fıkhında özel hükümleri söz konusudur. Örneğin şehit için gusül veya kefen gerekmez ve üzerindeki elbisesi ile defnedilir.
Şehadet genel anlamda, ilahi görevini yerine getirme uğruna ölmektir. Bu yüzden İslami rivayetlerde bir kaç grup şehit olup bu dünyadan ayrıldığı ve şehadet mertebesine nail olduğu ifade edilir. Birinci grup, ilim öğrenme uğruna hayatını kaybeden insanlardır. İkinci grubu ise hasta yatağında hayatını kaybedenlerdir, ancak bunun şartı, Allah tealaya, İslam Peygamberi -s- ve Ehl-i Beyt’ine -s- inanmaktır. Üçüncü grubu ise düşmana karşı malını savunan ve hayatını kaybedenlerdir.
İslam dininde şehadet ve şehit konumu konusunda masum imamlardan -s- gelen rivayetler de büyük önem arz eder ve şehit mısdakını genel anlamda daha da aydınlatır. Nitekim bazı ölümler de şehadet olarak tanımlanır. Gerçi hakiki şehadet, Allah yolunda ölmektir, fakat başta türlü ölümler de bazı şartlarda şehadet sayılabilir. Örneğin İslam Peygamberi -s- şöyle buyurmuştur:
Ailesini savunma uğruna mazlumane bir şekilde öldürülen biri, şehittir; malını korumak için mazlumane bir şekilde öldürülen biri şehittir; komşusunu savunma uğruna mazlumane bir şekilde öldürülen biri şehittir ve yine kendini savunma uğruna savaşan ve öldürülen biri de şehittir.
Bu rivayetlerden anlaşıldığı üzere birçok insan şehitlerin makamına ortaktır. Gerçi her şehit Allah katında farklı derecelere sahiptir. Nitekim bu derecelere nail olmanın tek yolu Allah yolunda ölmek değildir. En büyük cihat, nefsi emmareyi bastırmak olan cihad-ı ekberdir. Evliyaların ve masum imamların rivayetlerinde nefisle cihat anlamına gelen cihad-ı ekberin yüce dereceleri vardır ve Allah yolunda savaşmak olan cihad-ı asgere nazaran daha yüksek dereceleri söz konusudur. Allah yolunda şehit olanlar da makam ve derece bakımından birbirinden farklıdır ve hepsi aynı dereceye sahip değildir. Bu dereceleri birbirinden ayıran şey ise, cihad-ı ekber çerçevesinde nefsin tezkiye edilmesi iç taharettir.
İslami kültürde niyet, insanın ibadi amellerinin değerini belirleyen kriterdir. Gerçekte amelin beyni ve ruhu, ameli yerine getirenin niyetidir ve eğer kul hayır bir ameli ihlas ve şevkle yerine getirmek isterse, o salih amel, amel dosyasında kayda alınır ve hatta o ameli yerine getirmeyi başaramazsa bile ahiret aleminde mükafatından yararlanır. Bu durum, yüce Allah’ın kullarına yönelik lütuf ve merhametinin işaretidir. Bu yüzden bir rivayette şöyle anlatılır:
Kim Allah yolunda şehit olmayı sadakatle talep ederse, Allah teala ona yatakta ölmüş olsa bile şehit mertebesini verir.
Buna göre Allah yolunda ölenlerden başka insanlar da şehit hükmünde olabilir. Buna karşın Allah yolunda cihat etmenin İmam Ali’nin -s- de buyurduğu üzere cennet kapılarından bir cennet olduğunu ve yüce Allah bu kapıyı has kullarına açtığını unutmamak gerekir.
İmam Ali’nin -s- bu buyruğundan anlaşıldığı üzere, herkes cihat kapısı yüzüne açılmasına layık değildir; yani her insan mücahit olmaya şayeste değildir ve Allah teala bu kapıyı ancak has kullarının yüzüne açmaktadır.
Yüce Allah Nisa suresinin 69. ayetinde şehitleri enbiya, sıddikler ve salihlerle aynı mertebede zikretmiş ve onları en iyi dostlar olarak tanıtmış ve onlarla birlikte olmanın şartını Allah’a ve peygamberine itaat etme şeklinde beyan ederek şöyle buyurmuştur:
Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!
Burada dikkat edilmesi gereken nokta şu ki, savaşta ve muharebelerde şehit düşen insanların eşsiz özellikleri vardır. Örneğin bu insanların kanından ilk damla yere düştüğünde tüm günahları bağışlanır; bedenleri gusül ve kefene ihtiyacı yoktur; onlar için göz yaşı dökmek hem hedeflerini diri tutmak ve hem yollarını sürdürmek için faydalıdır, hem de göz yaşı dökenlerin günahlarının bağışlanmasına vesile olur.