İslam Peygamberi’nin -s- yaşamı ve kişiliği (1)
(last modified Fri, 30 Oct 2020 17:44:19 GMT )
Ekim 30, 2020 19:44 Europe/Istanbul

Vahdet haftası dolayısıyla sizler için hazırladığımız özel programımızın bugünkü bölümünde Allah Resulü’nün -s- ahlaki faziletleri ve güzel sıfatlarından söz etmek istiyoruz.

İslam Peygamberi’nin -s- kutlu veladet yıldönümünü idrak ettiğimiz şu günlerde vahdet ve dayanışma ruhu her Müslümanı derinden etkiliyor. Vahdet haftası günleri adeta Allah Resulü’nün -s- İslam ümmetine tefrikaları bir kenara bırakma ve vahdet ekseninde gönül birlikteliğini geliştirmeleri yönünde bir çağrıdır. Ehl-i Sünnet’in rivayetine göre 12 Rebiülevvel ve Şia Müslümanların rivayetine göre 17 Rebiülevvel günleri arasında yer alan bu muhteşem günler İran İslam inkılabının büyük önderi ve İran İslam Cumhuriyeti nizamının büyük kurucusu İmam Humeyni -ks- tarafından Müslümanların arasında birlik ve birlikteliği pekiştirmek üzere Vahdet Haftası olarak adlandırılmıştır.

 

İslam Peygamberi -s- bizzat tüm insanlığın vahdet simgesi ve beşeriyete sunulan bir rahmetti. Biz de bu güzel haftayı kutluyor ve o hazrete ve pak hanedanına selam ve salevat getirerek mübarek yaşamı ve kişiliğinden derlediğimiz programımızı sizlerle paylaşıyoruz.

Kuşkusuz kalemler ve her türlü hayal Allah Resulü’nün -s- kişiliğinin azametini ve ihtişamını beyan etmekten acizdir. Kur'an'ı Kerim İslam Peygamberi’ni -s- tüm alemlilere sunulan en geniş rahmet ve ahlakın en yüksek derecesi olarak tanıtıyor.

Allah teala Hz. Muhammed’in -s- yaşamı için belirlediği yolda o hazreti ta çocukluk çağından itibaren hidayet ve nübüvvet göreni üstlenebilecek şekilde yetiştirdi. Allah Resulü -s- ta çocukluk çağından itibaren zorluklar ve acılarla tanıştı. Sevgili babası Abdullah bir rivayete göre o hazret doğmadan önce ve bir başka rivayete göre doğduktan bir kaç ay sonra vefat etti ve böylece babasını görmekten mahrum kaldı.

O dönemde Arabistan’da yaşayan şerefli ve asil ailelerin çocuklarını pak ve necip kadınlara emanet ettikleri geleneğe göre bu çocuk da Halime adında asil bir kadına emanet edildi. Halime Muhammed’i aşiretine götürdü ve yaklaşık altı yıl boyunca bu değerli gevhere baktı, onu emzirdi ve terbiye etti. Böylece Allah Resulü -s- çocukluk çağını çölde geçirdi. Halime bazen bu çocuğu annesi ile buluşmak üzere onun yanına götürüyordu. Altı yıl sonra fiziksel açıdan güçlü, güzel, çevik ve ruhsal açıdan sabırlı, iyi ahlaklı, iyi davranışlı ve açık bakışlı bir çocuk olan Muhammed annesine ve ailesine geri döndü.

Muhammed’in annesi onu, babası Abdullah’ın mezarını ziyaret etmek üzere Yesreb’e götürdü. Ziyaretten dönüş sırasında annesi de Abva adında bir yerde hayata gözlerini yumdu; böylece Hz. Muhammed hem anadan ve hem babadan yetim oldu ve bu kez sevgili dedesi Abdulmutallib onun bakımını üstlendi. Bu sürecin devamında tüm dünyayı tevhide ve aydınlığa hidayet etmesi kararlaştırılan bu çocuğun güçlü ruhu günden güne daha daha da güçlenerek yüceliyordu.

Hz. Muhammed -s- gençlik çağında da adeta parlayan bir gevher gibiydi ve cahillik ve hurafelerin tozu arasında her türlü kötülükten arınmış vaziyette faziletlerin zirvesine yerleşti. O hazret gençlik çağında emin lakabı ile lakaplandırıldı, zira insanlar önemsedikleri her türlü emaneti ona veriyor ve verdikleri emanetin sonunda onlara sağ salim geri döneceğini biliyordu. Hatta İslam Peygamberi -s- İslam’a daveti başladığı ve Kureyş kavminin düşmanlığı tırmandığı sıralarda bile insanlar düşmanlardan sakındıkları bir şeyi birine emanet etmek istediklerinde onu İslam Peygamberi’ne -s- emanet ediyordu. Nitekim bu yüzden Allah Resulü -s- Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde Hz Ali’yi -s- Mekke’de bıraktı ve o hazrete halkın emanetlerini sağ salim iade etmelerini emretti.

Allah Resulü -s- İslam öncesi Arabistan’ın fesat dolu ortamında ta gençlik çağından itibaren paklığı ve dürüstlüğü ile ün yaptı, nitekim herkes o hazretin bu özelliklerini biliyor ve asla kötülüklere ve fesada bulaşmadığına inanıyordu.

 

Allah Resulü -s- her türlü şartlarda mazlumları savunuyordu. eğer bir yerde bir mazlumla karşılaşırsa, ona yardım etmeden peşini bırakmıyordu. Hz. Muhammed -s- tak gençlik çağından itibaren ve peygamber olarak seçilmeden önce muhtaç insanlara yardım ediyordu. Rivayetlere göre, günlerden bir gün yabancı bir adam Mekke’ye geldi ve malını birine sattı; ancak Mekke eşrafından olan alıcı yabancı adamın parasını ödemedi. Yabancı adam kime şikayette bulunduysa fayda etmedi ve kimseden yardım görmedi. Bu yüzden yabancı adam Ebu Kabis dağının üstüne çıkarak şöyle haykırdı: Ey Fehr evlatları bana zulmedilmiştir. O sırada İslam Peygamberi -s- ve amcası Zübeyr bin Abdulmutallib adamın feryadını duydu ve bir araya gelerek onun hakkını savunmaya karar verdi. Allah Resulü -s- ve amcası Mekkeli alıcının yanına gittiler ve yabancı adamın parasını ödemesini istediler; o da korktu ve parayı ödemek zorunda kaldı. Hz. Muhammed -s- ve amcası o günden sonra zulme uğrayanlara yardım etmek üzere sözleşti. Nitekim o hazret peygamber olarak seçildikten sonra da ben halâ o sözleşmeye bağlıyım, diyordu.

Mekkeli kafirler ve müşrikler Allah Resulü’nü -s- sürekli taciz ediyordu, nitekim o hazret birçok kez zalim düşmanları tarafından taşa tutuldu ve hakaretlere uğradı. Hatta bazen kafirlerin ve müşriklerin eziyeti çok artınca Mekke’den ayrılıyor ve çevredeki dağlara sığınıyordu. Bu tür durumlarda sevgili eşi Hz. Hatice peşinden gidiyor ve onu buluyor ve yaralarına merhem sürüyordu. O sırada Allah Resulü -s- şöyle buyuruyordu:

Ey yüce Rabbim, kavmimi bana ihanet ettikleri ve taşladığı için bağışla, zira onlar senin ve benim makamımdan habersizdir.

Böylece o hazret düşmanlarını bile affediyor ve Allah’tan da onları affetmesini niyaz ediyordu.

Allah teala Kur'an'ı Kerim’de birçok kez peygamberinin sabır ve direnişini takdir etmiştir. Rivayetlere göre de hiç bir ilahi peygamber Hz. Muhammed -s- kadar eziyet edilmedi ve onun kadar bu eziyetlere katlanmadı. Hatta bazen Müslümanlar gaflet veya cehaletleri yüzünden İslam Peygamberi’ne -s- hakaret içeren sözler söylüyordu; ancak o hazret bu hakaretleri tebessümle karşılıyor ve tepki vermiyordu. Eğer biri o hazreti incitecek olursa, yüzünde üzgünlüğü belli oluyordu, fakat yine de şikayetçi olmuyordu. İnsanlara her zaman iyi davranıyor ve halkın arasında her daim güler yüzlü görünüyor ve ashabı ile mizah ediyor ve ancak yalnız kaldığı zaman içindeki gam ve hüzün yüzüne vuruyordu. Allah Resulü -s- hiç bir zaman gam ve kederini halkın önünde aşikar etmiyordu ve tek yar ve yaveri Allah teala idi.

Allah Resulü -s- ta gençlik çağından itibaren Hira mağarasına gidiyor ve Allah’a ibadet ediyordu. O hazreti ibadeti, namaz mihrabında ayakta durmaktan bacakları şişecek kadar derin ve uzun sürüyordu. Gecelerin büyük bir bölümünü uyanık geçiriyor ve ibadet ve istiğfar ve dua etmekle meşgul oluyor ve yüce Allah’ın huzurunda istiğfarda bulunuyordu. Ramazan ayının dışında Şaban ve Recep aylarında ve yılın diğer günlerinde de Arabistan’ın sıcak havasına rağmen bir gün ara ile oruç tutuyordu. Sahabe hazrete şöyle arz ediyordu: Ya Resulullah, senin zaten günahın yok, bunca dua, ibadet ve istiğfar neden? Allah Resulü -s- şöyle buyuruyordu: Acaba bana bunca nimeti veren Allah’a şükretmemi miyim?

 

İslam Peygamberi -s- bisetin ardından ve peygamberlik kisvesine büründükten sonra Müslümanların arasında birlik ve dayanışma sağladı. Sevgi ve rahmet peygamberi ilahi ilmi ve yüce düşüncesi ile ümmet arasında vahdet sağlanmadığı sürece İslam dini esas hedeflerine ulaşamayacağını çok iyi biliyordu. Bu yüzden Mekke’den Medine’ye hicret ettikten sonra Müslümanları topladı ve muhacirlerle ensar arasında kardeşlik ahdi yaparak ensardan muhacirlerden birini kardeş olarak seçmesini istedi. Bu fermana göre aslen Medineli olan ensar yaşamın tüm alanlarında Mekke’den Medine’ye göç edenlere yardım etmekle yükümlendi. Bu dini kardeşlik geleneği ensardan herkes muhacirlerden bir kardeş bulabilmek için adeta birbiriyle yarışacak derecede güzel uygulandı ve böylece o güne kader beşeriyet tarihinde örneği görülmemiş İslami kardeşlik gerçekleşti.

Bugün yine dünya Müslümanları ortaklıkları olan Kur'an'ı Kerim, İslam Peygamberi -s- ve Kâbe’yi eksen olarak belirleyerek birbirinin yanında ve aynı saflarda yer almaları ve yeniden İslami kardeşlik ve vahdeti ihya etmeleri umuluyor. Bugün İslam ümmeti her zamankinden daha fazla birlik ve beraberliğe ve dayanışmaya muhtaçtır.012