Hac; Suud hanedanının siyasi hesaplaşma malzemesi
(last modified Sat, 18 Jun 2016 10:52:16 GMT )
Haziran 18, 2016 13:52 Europe/Istanbul

Sonunda ve Tahran ile Riyad arasında aylarca süren çekişme ve müzakerelerin ardından, Suud hanedanı İran İslam cumhuriyetine karşı hasmane tutumunu ve düşmanlığını müslümanların en önemli toplu ibadeti ve farizesine bulaştırdı ve İranlı hacı adayları bu yıl Hac farizesinden mahrum kaldı.

İran Hac ve ziyaret kurumu geçen gün bir bildiri yayımlayarak bu yıl İranlı hacı adayları Suud rejiminin türlü sabotajları ve garez-kar tutumu yüzünden Hac farizesini yerine getiremeyeceklerini duyurdu. Bildiride, İran İslam Cumhuriyeti nizamının Hac ve Umre ibadetine bakışı sürekli manevi temellere dayanan ve vahdet ve dini kardeşliğin gelişmesine vurgu yapan ve her türlü etnikçilik ve mezhepçilikten uzak duran bir bakış olmasına karşın Suud rejimi kendi medya organlarının olumsuz propagandaları ve iki ülke arasındaki siyasi ilişkilerde yaşanan gerginlikten etkilenerek Hac farizesini siyasi meselelerle karıştırdığı ve buna göre de her yıl hazırlanan ve imzalanan Hac protokolünü bu yıl değiştirdiği belirtildi.

Peki ama neden Suud rejimi Hac gibi dini bir farizeyi siyasi saiklerine malzeme yapacak kadar sarsıntı yaşıyor?

Arabistan 2003 yılından beri bölgeye yönelik politikalarında art arda hezimete uğruyor ve bölgedeki konumu da sürekli alçalıyor. 2003 yılında Irak’ta Saddam rejiminin devrilmesi aslında Arabistan’ın Batı Asya bölgesinde konumunu kaybetme sürecinin başlangıç noktası oldu. Gerçi o dönemde bile Suud rejimi ile Irak’ın Baas rejimi arasındaki ilişkiler pek güçlü ve yakın sayılmıyordu, ama yine de Arap ülkelerinde iktidarlara Arap ve sünni kimliği ile yaklaşan Suud hanedanı, Irak’ta şii müslümanların nüfuzu karşısında büyük bir engel şeklinde gördüğü Saddam rejiminin devrilmesini kendi çıkarlarına aykırı buluyordu. Öte yandan Irak’ta üç şii eksenli hükümetin işbaşına gelmesi ve Suud rejiminin Irak’ta terör eylemleri ve bombalı saldırılara karışmakla suçlanan Tarık Haşimi gibi ehli sünnet şahsiyetleri  desteklemesi, Riyad’ın Irak’ta yeni siyasi yapılanmaya asla tahammül edemediğini ortaya koydu.  Hatta Suud hanedanının Irak’ta tekfirci IŞİD terör örgütünü desteklediğine dair kanıt ve belgeler ve yine Suud rejiminin Irak’ta bazı şii şahsiyetleri kendi tarafına çekmeye ve Iraklı şii grupların arasında tefrika çıkarma çabaları ortadadır.

2003 yılında Saddam rejimin devrildikten sonra, Batı Asya ve Kuzey Afrika bölgelerinde başlayan halk ayaklanmaları, Suud rejiminin Batı Asya bölgesinde çıkarlarına zarar veren ikinci ağır darbeydi. Bu bölgelerde gerçekleşen halk ayaklanmaları sırasında Suud rejimi ile eşgüdümlü olan Tunus’ta Zeynelabidin Binali, Mısır’da Hüsnü Mübarek, Libya’da Muammer Kaddafi ve Yemen’de Ali Abdullah Salih yönetimleri bir bir devrildi ve yine Suud rejiminin Bahreyn, Ürdün ve Fas gibi ülkeleri yöneten despot rejimlerin temeli iyice sarsılmaya başladı. Tüm bu gelişmeler ise Batı Asya bölgesinde yep yeni bir düzen şekillenmekte olduğunu müjdeliyordu. Ancak bu yeni düzende Arabistan eski konumunu kaybediyordu.

Gerçekte Irak’ta 2003 yılında Baas rejimi ve ardından 2011 yılında Arabistan’ın diğer bazı önemli müttefiklerinin devrilmesi, bölgede güç dengelerini Arabistan’ın en önemli bölgesel rakibi, yani İran İslam cumhuriyetinin lehine değiştiriyordu. Bu yüzden Suud rejimi Irak ve Suriye’de tekfirci terör örgütlerini desteklemeye yöneldi. Fakat bu politikanın sonucunda Suriye’de yüz binlerce Suriyeli vatandaş hayatını kaybetti veya yaralandı ve yine Irak’ta milyonlarca insan ya öldü, ya yaralandı. Bu politika yüzünden Suriye’de 11 milyon insan mülteci durumuna düştü ve aynı şekilde Irak’ta milyonlarca insan evinden yurdundan el çekmek ve kaçmak zorunda kaldı. Bu politikanın sonucunda Suriye ve Irak’ta bir çok sosyal ve iktisadi altyapı yok oldu. Buna karşın Suud hanedanı Irak ve Suriye’de izlediği politikadan istediği sonucu, yani İran İslam cumhuriyetini Batı Asya bölgesinde nüfuzunu engellemeyi, elde edemedi.

Aslında Suud hanedanının bölgede İran İslam cumhuriyetinin konumunu zayıflatma politikasındaki başarısızlığının açık delili, Yemen’de Ensarullah hareketinin üstünlüğüdür. Arabistan Yemen’de kendisine bağlı iktidarı ve siyasi ve askeri yapıyı korumak için büyük çaba sarf etti, fakat sonunda ve 2014’ün yaz aylarında İran İslam cumhuriyetine yakın duran Ensarullah hareketi Yemen’de üstünlüğünü ortaya koydu.

Yemen’de Ensarullah hareketi iktidarın zirvesine yaklaştı ve Riyad’ın desteklediği Cumhurbaşkanı Mansur Hadi ve kabinenin bazı üyeleri Riyad’a kaçmak zorunda kaldı. Ancak Yemen’i kendi arka bahçesi gibi gören Arabistan bu duruma tahammül edemedi ve Irak ve Suriye krizlerinde doğrudan askeri müdahalede bulunmama politikasının aksine bu kez 26 Mart 2015’te doğrudan Yemen savaşını başlatarak askeri müdahalede bulundu. Gerçi Suud rejimi Yemen’e karşı bir ittifak kurduğunu iddia ediyor, fakat sahadaki gerçekler farklı şeyleri ve Yemen krizinde sadece çok kırılgan bir ittifak olduğunu ve Suud rejimi de son 15 ayda Arap dünyasının en yoksul ülkesi Yemen’e karşı tüm askeri operasyonları ve harcamaları hemen hemen tek başına üstlendiğini gösteriyor.

Ancak Yemen krizi de Suud rejiminin istediği sonuçlara ulaşamadı. Nitekim BM güvenlik konseyinin kaçak Cumhurbaşkanı Mansur Hadi ve Arabistan’ın Yemen saldırısını desteklemeyi amaçlayan 2216 sayılı kararnamesi bile Ensarullah’ın Yemen’in şimdiki siyasi yapılanmasındaki üstün konumunu etkileyemedi.

Öte yandan Suud hanedanı kamuoyunun ağır eleştirileri ve baskılarına maruz kaldı, hatta korsan İsrail’de bazı medya organları, müslüman ülkelerin İsrail’den bebek katili olarak söz ederken, kendini haremeyni şerifeyn hademesi bilen Arabistan rejimi Yemen’de kadınları ve çocukları katliam etmekle meşgul olduğunu kaydetti.

Aslında Yemen krizi de Suud rejiminin Batı Asya bölgesinde ezeli rakibi İran İslam cumhuriyetine karşı uğradığı son hezimet değildi. Arabistan rejimi İran’ın 5+1 grubu ile nükleer anlaşma imzalamasını bölgedeki çıkarlarına aykırı olarak değerlendirdi ve bu yüzden de bu anlaşmanın sürecini etkilemek için elinden gelen her türlü çabayı sarf etti.

Gerçekte Arabistan rejimi İran’ın nükleer dosyasını uluslararası arenalarda İranofobi ve Şiifobi projeleri çerçevesinde gündeme getirmeye ve bu dosyayı dünyaya yönelik güvenlik tehdidi gibi göstermeye çalıştı, fakat nükleer müzakerelerin sonuçlanması Arabistan’ın İran karşısında hezimete uğradığının yeni bir işaretiydi.

İran ve 5+1 grubu nükleer anlaşmayı imzalamaya ve anlaşmadan sonraki yeni döneme girmeye hazırlandığı bir sırada Suud rejimi son kozlarını ve bu kez kendi topraklarında yer alan Mina çölünde kullanmaya başladı. Bazı çevreler Minada Hacıların katliamı İran’ı kışkırtmak ve böylece Arabistan’a karşı çok sert bir tepki vererek bölgede güvenlik krizi yaratmak amacıyla yaşandığını savunuyor. Buna karşın ve hatta bu varsayım kabul edilmese bile, Arabistan’ın şii alim Şeyh Nemer Bagır Nemer’i İran’ı kışkırtmak ve bölgeyi gerginliğe sürüklemek amacıyla yaptığı açıkça ortadadır.

Arabistan rejimi Tahran’da bazıları bu ülkenin büyükelçiliğine Şeyh Nemer’in idamını protesto etmek amacıyla saldırmasının ardından ve hatta Tahran yönetimi bu saldırıyı kınamasına rağmen, hasmane politikalarının devamında Tahran’la siyasi ve diplomatik ilişkilerini tek yanlı olarak kesti ve bölgede Cibuti, Sudan ve benzeri ufak tefek ülkeleri de kendi saflarına çekti. Ama iş bununla da bitmedi.

Suud rejimi bölgede İran karşıtı hasmane politikalarını müslümanların en büyük toplu ibadeti ve farizesi olan Hac farizesine de bulaştırdı ve yaptığı sabotajları ile bu yıl İranlı hacı adaylarının Hac menasikine katılmalarını engelledi.

Suud rejimi İslam ülkelerinin ağır sessizliği ve tefrikacı politikalarına karşı duyarsızlığı sayesinde Mina faciasının sorumluluğunu üstlenmekten kaçındı ve şimdi de hiç bir insani ve şer’i haklı gerekçesi olmadığı halde İranlı hacı adaylarının bu yıl bu ibadete katılma hakkını engelledi.

Suud rejimi İran Hac ve ziyaret kurumu önüne tek yanlı bir Hac protokolü koyarak bir dizi dayatmalarda bulunmaya çalıştı, ancak İran Hac kurumu İran milletini temsilen bu tür cinayetlere boyun eğmeyeceğini ilan ederek dayatılmaya çalışılan protokolü imzalamadı. Suud rejimi bu protokolü İran’a dayatarak aslında bölgede gövde gösterisi yapmak ve İran’a bu protokolü dayatmakla iftihar edecekti, fakat İran’ın Suud rejiminin dayatttığı şartlara karşı direnmesi buna engel oldu ve bu yüzden Riyad bu kez kamuoyunu kandırmaya ve bu durumdan İranlı yetkilileri sorumlu tutmaya çalıştı.

Arabistan’ın deneyimsiz cahil Dışişleri Bakanı Adil Cubeyr bu konuda İran’ı Hac meselesinde siyasi davranmakla suçladı ve böylece bir yandan İranlı hacıları neden kabul etmediklerinin sorumluluğundan kaçmak ve öbür yandan İran’ın bölgede ve dünyada imajını zedelemek istedi. Oysa Suud yetkililerin tüm mesnetsiz iddiaları ve haksız suçlamalarına rağmen asıl İranlı hacıları bu feyzden mahrum bırakan ve Hac farizesini siyasetlerine alet eden taraf Arabistan rejimidir. Kuşkusuz Suud hanedanının İranlı hacıları engellemesi, bu hanedanın başta Irak ve Suriye krizleri olmak üzere çeşitli alanlarda İran karşısında sürekli hezimete uğramasından dolayıdır.

Gerçekte Suud rejimi ilk kez Hac farizesinden siyasi amaçlarına ulaşmak için bir malzeme olarak yararlanmıyor. Suud rejimi son bir kaç yılda Suriyeli müslümanların Hac farizesini engelledi ve en son Yemenli müslümanlara karşı da benzer yasağı uygulamaya başladı.

Suud rejimi hatta İsrailli Araplara Arabistan topraklarına seyahat etmeye izin verdiği halde İranlı, Suriyeli ve Yemenli hacıların kutsal toprakları ziyaret etmelerini engelliyor.015