Ozon tabakasını kurtarmak üzere 32 yıllık çaba
1985 yılında İngiliz bilim adamlarından oluşan bir grup tamamen şans eseri Güney kutbundan Ozon tabakasının önemli bir bölümü şiddetle tahrip olduğunu ve açılan bu deliğin genişlemesi yeryüzünde hayatı tehlikeye atacağını fark etti.
İngiliz bilim adamları sera etkisi olan hydrochlorofluorocarbons gazları veya diğer adı ile HCFC gazları bu ölümcül deliği açan etken olarak açıkladı. Bu gazler genellikle buz dolabı ve diğer soğutucu sistemlerde ve yine bazı spreylerde ve hijyenik maddelerde kullanılıyor.
Ortaya çıkarılan bu kritik durumun ardından bazı bilim adamları açıkça şimdiki sürecin devam etmesi durumunda bu gazların 2050 yılına kadar Ozon tabakasını tamamen yok edeceğini ve insanların arasında geri dönüşü olmayan deri kanseri süreci gibi tehlikeli bir süreci başlatacağını belirttiler
Bu tespitin önemi dünya liderlerini BM ile iş birliği yaparak bu ölümcül krizin kontrol alınması için uluslararası bir konvansiyon imzalamaya zorladı. Ozon tabakasını koruma yönünde ilk kez Viyana konvansiyonu 1985 yılında BM ve bazı üye ülkelerce hazırlandı ve ardından 16 Eylül 1987 tarihinde de Montreal protokolü Kanada’nın Montreal kentinde 50 ülke tarafından onaylandı.
Bu konvansiyonun hazırlanması, bazı teknik ve yönetim tedbirleri ile Ozon tabakasının daha fazla tahrip olmasının engellenmesi ve yerkürenin atmosferinde en önemli savunma kalkanı olan Ozon tabakasının yeniden onarımı ve korunması yönünde bir umut kaynağı oldu.
Öte yandan 1994 yılından sonra üye ülkelerin arasında daha fazla koordinasyon sağlamak üzere BM genel kurulu 16 Eylül gününü, uluslararası Ozon tabakasını koruma günü ilan etti. Bu adlandırmanın amacı sadece Montreal konvansiyonunun imzalandığı günü anmak için değil, aynı zamanda Ozon tabakasının hızla yok olduğu hakkında insanları bilgilendirmek ve bu tabakayı korumak için ülkelerin arasında iş birliği duygusunu arttırmaktır.
Bugün ise 16 Eylül uluslararası Ozon tabakasını koruma günü. Bu yüzden biz de bu konuyu biraz daha açmak ve şimdiye kadar yerkürenin bu önemli kalkanını korumak için neler yapıldığını gözden geçirmek ve sizlerle paylaşmak için kısa bir program hazırladık.
Ozon, bir molekül oksijen ve yine bir atom oksijenden oluşan ve oldukça hızlı bir şekilde tekrar oksijen molekülüne dönüşen kararsız bir moleküldür. Ozon gerçi yeryüzüne yakın atmosfer tabakalarında bulunur, ama doğal olarak atmosferin üst seviyelerinde ve stratosfer tabakasında yani yerden 15 ila 25 km yüksekliklerde daha yoğun bir şekilde oluşur. Ozon tabakası olarak bilinen bu tabaka adeta bir kalkan gibi görev yaparak güneşin tehlikeli radyasyonunu ve özellikle UV ışınlarını engeller.
UV ışınları güneşin çok zararlı ışınlarından biridir. Kısa dalgada yayılan bu dalga çok yüksek düzeyde enerji taşır ve bu yüzden yeryüzünde yaşayan başta insanlar olmak üzere tüm canlılar için büyük tehlike arz eder.
Bilim adamları UV ışınları Ozon molekülleri olan O3’e çarptıklarında enerjisinin büyük bir bölümünü kaybettiğini ve kızılötesi ışınlara dönüştüğünü belirtiyor. Öte yandan havadaki O2 molekülü, yüksek enerji ile 2 adet oksijen atomuna parçalandıktan sonra, bir diğer O2 molekülü ile tepkimeye girerek kararsız bir molekül oluşur. Bu yeni molekül Ozon'dur.
Buna göre Ozon tabakası yeryüzünde hayatın devam etmesi için zaruridir
Bilim adamları Ozon tabakası olmazsa yeryüzünde hayat tamamen yok olacağı konusunda hemfikirdir. Bilim adamlarına göre Ozon tabakasının tahrip olması ve delinmesi ve güneşin UV ışınları bu delikten geçerek yeryüzüne oluşması, kutuplarda buzların erimesine ve sonuçta denizlerin ve okyanusların su seviyesinin yükselmesine ve bu da karaların sular altında kalmasına yol açar.
Bundan başka Ozon tabakasının zarar görmesi yeryüzünde yetişen bitkileri ve genetik yapılarına zarar verir ve örneğin pirinç tarlalarında nitrojen miktarını kontrol eden bakterileri yok ederek hasadın miktarını azaltır.
9
Araştırmalar Ozon tabakasının %25’inin tahrip olması denizlerin üst kısımlarında yaşayan deniz canlılarının %10’u ve yüzeyde yaşayan canlıların da %25 kadarının yok olmasına yol açacağını gösteriyor.
Ozon tabakasının tahrip olmasının diğer bazı olumsuz sonuçları, insanlarda deri kanserlerinin artması, katarakt hastalığının tırmanması, vücudun iltihap temelli hastalıklara karşı direncinin azalması, bitkilerde foto sentez olayının azalmasından ibarettir.
Denizlerde fito planktonların üreme yeteneğini kaybetmesi, Ozon tabakasının yok olmasının bir başka olumsuz sonucudur. Fito planktonlar denizlerde besin zincirinin ilk halkalarından birini oluşturur ve en çok da Güney kutbuna yakın sularda yaşar. Bu mikroskopik canlı türleri daha büyük balıkların besin maddesidir ve yok olmaları denizlerde besin zincirini kırmanın yanı sıra, deniz ürünlerinin nihai tüketicisi olan insanları da denizlerde elde ettiği besin maddeleri bakımından ciddi sıkıntıya sürükler. Buna göre Ozon tabakası yeryüzünde hayatın devam etmesi için olmazsa olmazıdır ve bir başka tabirle Ozonsuz bir dünya çatısız bir eve benzer.
Bilim adamlarına göre son onyıllarda Ozon tabakasının incelmesi ve delinmesinin en önemli etkeni sera etkisi olan hydrochlorofluorocarbons gazları ya da diğer adı ile HCFC gazlarıdır.
1974 yılında bilim adamları, buzdolabı, klima ve benzeri soğutucu sistemlerde ve ayrıca plastik ürünlerde kullanılan bazı kimyasal maddelerde kararsız ve reaksiyona açık klor atomları bulunduğunu, gaz şeklinde olan bu maddeler atmosferin üst tabakalarına ulaştıklarında güneş ışınları ile çarpışarak klor atomu serbest kaldığını ve bir zincirleme reaksiyonuna girerek Ozon moleküllerinin parçalanmasına yol açtıklarını açıkladı. Araştırmalar bu gazların sera etkisi olan güçlü gazlar olduklarını ve Ozon tabakasının incelmesi ve delinmesinde önemli rol ifa ettiklerini ve karbon di oksit gazından 2 bin kat daha güçlü bir şekilde yerkürenin ısınmasına sebebiyet verdiklerini ortaya koydu.
Ozon tabakasını korumak için 1985 yılında BM ve üye ülkelerin iş birliği ile hazırlanan Viyana konvansiyonu ve ardından 1987 yılında Montreal protokolünün onaylanması, HCFC gazlarının üretilmesine sıkı kısıtlamaların uygulanmasına vesile oldu.
Öte yandan 2018 yılında Ozon tabakasının korunması yönünde yürütülen bilimsel çalışmaların değerlendirilmesi, HCFC gazlarının kullanılmasına uygulanan kısıtlamalarla ilgili planların 21.yüzyılın her onyılında Ozon tabakasının yüzde 1 ila 3 hızı ile onarıldığını ortaya koydu. Bu sürecin aynı şekilde devam etmesi durumunda Ozon tabakası Kuzey yarımkürede ve özellikle orta enlemlerde 2030 yılına kadar tamamen onarılacağı belirtiliyor. Aynı süreçte Güney yarımkürenin üzerindeki Ozon tabakasının 2050 yılına ve kutup bölgelerinde de 2060 yılına kadar tamamen onarılacağı ifade ediliyor.
Ozon tabakasını koruma yönünde sarf edilen çabalar ayrıca 1990 ila 2010 yılları arasında 135 milyar ton karbon di oksit gazının atmosfere karışmasını engelledi. Bu konu, iklim değişikliği ile mücadele sürecinde önemli rol ifa etti. Bu süreçle birlikte 2030 yılına kadar her yıl iki milyon deri kanseri vakası önlenmesi ve yerküremiz son yıllara nazaran daha serinlemesi bekleniyor.
Kuşkusuz bu başarı son otuz yılda Ozon tabakasını korumak için yürütülen uluslararası iş birliği sonucudur. BM çevre Başkanı Eric Sulhaim, BM’nin karşılaştığı en büyük sorunlardan biri olan HCFC gazlarının atmosfere karışmasının azaltılması yönünde elde edilen başarı hakkında şöyle diyor:
Montreal protokolünün uygulanmasında sergilenen uluslararası iş birliği, bizim zeka, liderlik ve yenilikçilikle elde edebileceğimiz başarıları gösteren bir örnektir. Bu durum, her türlü sorunu velev ki büyük olsun veya olmasın, bu yoldan ve uluslararası iş birliği ile çözümlenebileceğini göstermiştir.
Ve bu başarıdan hareketle bu yıl uluslararası Ozon tabakasını koruma günü için “32 yıl onarım” sloganı seçilerek uluslararası camiaya uluslararası iş birliği ile birçok küresel meselenin çözümü mümkün olduğu gösterilmek amaçlandı.
Montreal protokolünün maddelerini titiz bir şekilde uygulamak ve Ozon tabakasının onarılmasında elde edilen başarı dünya genelinde çevre taraftarları arasında bir umut oluşturdu ve uluslararası camia göz kamaştıran bir konsensüsle ve yerkürede bulunan 234 ülkeden 197 ülkenin bir masanın etrafında toplanmaları ve ticari politikalarını yeryüzünde sürdürülebilir bir çevrenin lehine değiştirerek düzeltmeleri durumunda iklim değişikliği, küresel ısınma, içme suyu kaynakları yetersizliği, nükleer silahların yayılması ve çölleşme gibi küresel sorunların üstesinden gelebileceklerini ortaya koydu. Kuşkusuz bu süreçte başarı elde etmenin, bazı malum küresel güçlerin bu tür uluslararası çabaları kendi çıkarları doğrultusunda engellememelerine bağlı olduğu da belirtilmelidir.012