Trump’ın Batı Asya için mirası - 1
Amerika’da anarşist Başkan Donald Trump yönetiminin 4 yıllık süresinin sonuna gelindiği şu sıralarda, Trump yönetiminin politikaları Batı Asya bölgesine ne gibi sonuçları olduğunu sizler için gözden geçirmeye karar verdik.
Amerika’da bu ülkenin anarşist Başkanı Donald Trump dört yıllık başkanlık süresinin sonuna geldiği bir sırada siyaset ve medya çevreleri, Trump yönetiminin izlediği politikaların Batı Asya gibi stratejik ve hassas bir bölgeyi nasıl etkilediğini değerlendirmeye çalışıyor. Uzmanların arasında genel kanaat ise, Trump’ın politikalarının kazanan tarafı korsan İsrail olduğu yönünde.
Amerika’nın terörist Başkanı Donald Trump son dört yılda Batı Asya bölgesinde tamamen siyonist rejim İsrail’in çıkarları doğrultusunda hareket etti; öyle ki Tel aviv işgal ettiği Golan tepelerinde bir yerleşkeye Trump’ın adını verdi.
Öte yandan gerçi Donald Trump 28 Ocak 2020’de hazırladığı yüzyılın anlaşması adlı ırkçı planını açıkladı, fakat bu plan pratikte Aralık 2017’de yürürlüğe girmişti. Trump Aralık 2017’de resmen Beytulmukaddes’i korsan İsrail'in yeni başkenti olarak tanıdığını açıkladı ve Mayıs 2018’de de Amerika’nın Tel aviv büyükelçiliğini Beytulmukaddes’e taşıdı. Trump böylece siyonist rejimin Filistin milletine ait olan Doğu Kudüs’e ve ayrıca Suriye’ye ait olan işgal altındaki Golan tepeleri üzerindeki sultasını tanımış oldu.
Amerika’nın terörist Başkanı Donald Trump BM güvenlik konseyinin 2334 sayılı kararnamesini hiçe sayarak pratikte katil rejim İsrail’in işgal altındaki Filistin’de yerleşme inşa etmesini de tanıyarak bu haksızlığa destek verdi. Trump ayrıca Amerika’nın Filistin özerk teşkilatına yaptığı mali yardımı keserek siyonistlere büyük bir hizmette bulundu.
Trump aynı zamanda bazı Arap rejimlerin korsan İsrail’le normalleşme anlaşması imzalamalarının baş etkeniydi. Trump hükümetinin son günlerine yaklaşırken de İsrail’i CENTCOM kapsamına aldı.
Aslında Trump’ın siyonist rejim İsrail için attığı bu adımların bir kaç önemli ve stratejik hedefin doğrultusunda olduğu belirtilmelidir. Trump’ın en önemli amacı ise İsrail’in Batı Asya bölgesinde jeo politik inzivadan kurtarmaktı. Nitekim Arap rejimlerin İsrail ile normalleşme anlaşması imzalaması da bu hedefin doğrultusundaydı. Şimdi ise söz konusu ilişkiler normalleştikten sonra siyonist firmaların BAE ve Bahreyn’de varlığı büyük oranda artmaya başladı ve İsrailli siyonistler de bu ülkelere özgürce seyahat yapabiliyor.
Trump’ın bu süreçte izlediği bir başka önemli hedefi, Araplarla İsrail arasındaki münakaşayı Araplarla İran İslam Cumhuriyeti arasında münakaşaya çevirmekti. Yine Trump’ın önemli amaçlarından biri, İsrail’in Batı Asya bölgesinde güvenliğini zirveye çıkarmaktı. İsrail’i CENTCOM kapsamına almayı da bu çerçevede değerlendirmek gerekir.
Almanya’nın zeit gazetesi yazarlarından Michael Toman’ın tabiri ile ABD Başkanı Trump İsrail ve BM’ya üç önemli hediye verdi: ABD büyükelçiliğini Beytulmukaddes’e taşımak ve bu kenti İsrail başkenti tanımak, Batı Şeria bölgesinde siyonist yerleşke inşaatını tanımak ve yine Arap rejimlere, İsrail ile diplomatik ilişki kurmaya zorlamak üzere baskı uygulamak.
Amerika’nın anarşist Başkanı Donald Trump’ın korsan İsrail’e yaptıklarına dikkat çeken gözlemciler, Trump’ın 2020 başkanlık seçimlerini kaybetmesi Tel aviv için bir hüsran olduğunu ve derinden kaygılandırdığını belirtiyor.
Almanya medyası bir analizde şu ifadelere yer verdi:
İsrail hiç kuşkusuz Amerika’nın yeni Başkanı Joe Biden’ın desteğinden yararlanacaktır; ancak Amerika ile ilişkilerinde altın dönem sona ermiştir.
Ancak ABD Başkanı Trump’ın izlediği politikalar ve korsan İsrail’e tam destek vermesi Batı Asya bölgesinde barış sürecini durma noktasına getirdi. Bu süreçte İsrail ile Filistin arasında şiddet ve çatışma durumları iyice artmaya başladı. Gerçi iki taraf arasında savaş olmadı, fakat aralarındaki gerginlikler Trump öncesi döneme kıyaslanamayacak kadar tırmandı, üstelik Filistinlilerin Amerika’ya yönelik güveni de büyük oranda geriledi.
Amerika’nın anarşist Başkanı Donald Trump dört yıllık başkanlık döneminde Arap ülkelerine özel ilgi gösterdi. Bu arada Trump’ın S. Arabistan rejimi için süt veren inek tabiri asla unutulmayacak bir tabir şeklinde tarihte kayda geçti. Trump son dört yılda Arap ülkelerinin liderlerine, korsan İsrail’in Filistin milletine karşı cinayetlerine göz yumdukları ve İran İslam Cumhuriyeti ile mücadeleyi onayladıkları sürece kendi güvenlikleri için insan hakları veya demokrasi ilkelerine bakmaksızın istedikleri her şeyi yapabilecekleri yönünde güvence verdi.
Aslında ABD Başkanı Trump Arap ülkelerine tamamen maddi açıdan bakıyor ve sorun yaratan meselelerle ilgilenmekten kaçınıyordu. Bu yüzden Suud rejiminin Yemen milletine dayattığı savaş Trump’ın dört yıllık başkanlık döneminde son bulmadığı gibi, Yemen’i 21. yüzyılın en ağır insani krizi ile karşı karşıya bıraktı.
Bundan başka Trump yönetimi Katar ile S. Arabistan, BAE, Bahreyn ve Mısır arasında patlak veren krizi çözmek için hiç bir ciddi girişimde bulunmadı. Yine Suud veliaht prensi Muhammed bin Salman’ın doğrudan talimatı ile gerçekleşen Cemal Kaşıkçı cinayeti de gözardı edildi ve Suud prensleri ve S. Arabistanlı medeni aktivistlerin Muhammed bin Salman’ın talimatı üzerine tutuklanmaları da Trump yönetiminden hiç bir tepki görmedi.
Almanya’nın Zeit gazetesi yazarlarından Michael Toman bu bağlamda şöyle yazdı:
Gerçi Araplar müttefik gibi gözüküyor, fakat içten çok dağınık ve birbirinden uzak duruyorlar. Arapların ayaklanmaları üzerinden on yıl geçtiği bir sırada eski sorunlar halâ tazeliğini koruyor; fesat, işsizlik, aydın bir ufkun göze çarpmaması, korku vesaire.Katar’ın BAE ve S. Arabistan tarafından kuşatılmasına son verilmesi, Fars körfezi iş birliği konseyi ülkelerinin Mısır’ yardımlarını sürdürmesi, belki Arapların birlikteliğinin işareti olabilir; ancak gerçekte Irak, Suriye, Katar, BAE ve S. Arabistanlılar birbirine güvenmiyor. Amerika’da Biden ve demokratlar resmen iktidarın başına geçtikleri zaman artık Batı Asya bölgesinde yer alan Arap rejimlerinin liderlerinin Trump’ın damadı aracılığı ile gönderdiği gece yarısı mesajların da artık işe yaramayacağı anlaşılıyor.
Steven Cock da Foreign Policy dergisinde Trump’ın Batı Asya politikasını şöyle değerlendiriyor:
Trump’ın başkanlık dönemi sona ererken, Batı Asya bölgesine yönelik izlediği dış politikasını anlatmak için en iyi tabir “stratejik kopukluk” tabiridir. Dış politikalar birlikteliği sağlamak her devlet için zor bir iştir, fakat Trump’ın Batı Asya bölgesine yönelik tutumunda sorun kopukluk değil, bölgeye karşı tutumunun niteliğidir. Eğer ABD Başkanı her şeyden ziyade kendi içgüdülerine dayanır ve dış politika alanında istişare meselesini hiçe sayarsa, sonuç bu olur. Bu durumu daha da vahim hale getiren mesele ise, başkanın dış politikada dağınık politikalarıdır. Trump bir gün Suriye üzerinde odaklanıyor, bir gün NATO’yu dürtüyor, bir gün de Irak, Kuzey Kore veya başka bir yerle uğraşıyor.
Steven Cock şöyle devam ediyor:
Trump’ın Batı Asya meselelerine aniden müdahale etmesi veya duyarsız davranması bölgeyi daha da istikrarsız hale getirdiği anlaşılıyor. Görünen o ki insan hakları Trump için en değersiz meseledir; zira bu mesele son dört yılda asla Trump’ın ilgisini çekmedi. Trump Mısır lideri Abdulfettah Sisi’yi sevdiği diktatör şeklinde ilan etti. Bu sözlerin en cömert yorumu, başkanın edepsizce samimiyetinin ifadesiydi; gerçi Sisi’nin yönettiği Mısır’da halkın şiddetle bastırılmasına bakıldığında kimseyi şaşırtmadı. Trump’ın Cemal Kaşıkçı cinayetinde Suud veliaht prensi Muhammed bin Salman’ı desteklemesi de bundan farksızdı. Gerçi ABD’nin çıkarları otoriter ve diktatör liderlerle işbirliği yapmakta olduğu anlaşılır bir konudur, fakat anlaşılmayan şey, bu diktatörlerin insan haklarını hiçe saymalarının gözardı edilmesi ve onlarla geniş çapta dost olmak ve desteklemektir.
Amerikalı uluslararası ilişkiler uzmanı Stephan Walt da Trump’ın Batı Asya politikaları hakkında şöyle diyor:
Trump dış politika alanında bazı başarıları olduğunu iddia edebilir. Ancak aslında Trump’ın tek olumlu icraatı, son dört yılda hiç bir yeni savaşı başlatmaması ve bir ülkeyi Libya örneğinde olduğu gibi yıkıma uğratmamasıdır. Bu nokta, Trump’tan önceki üç selefi iddia edemeyecekleri bir noktadır