Bin yıllık Afganistan ağacı; Afgan şehitlerin anısına
(last modified Sat, 06 Nov 2021 08:53:33 GMT )
Kasım 06, 2021 10:53 Europe/Istanbul
  • Bin yıllık Afganistan ağacı; Afgan şehitlerin anısına

Bütün dünya halkı korona adında şom bir virüsün korkusuyla evinden çıkamazken ve tüm kaygıları ellerini yıkamak ve maske takmakken, Afganistan’ın Kunduz kentinde yoksul ve çaresiz Müslümanlar, savaş, terör ve işgalden usanan bu masum insanlar hiç bir korumaları olmaksızın Cuma namazını kılmak için bir araya geldiler.

Saat 13:16, hş. 16 Mehr 1400, kameri 1 Rebiülevvel 1443; mekan Afganistan’ın kuzeyinde tarihi Kunduz kenti, Seyyidabad mahallesi.

Bu insanların tek sevinci, son aylarda artık patlamalar yaşanmadığı ve sevdiklerini kaybetmeme sevinciydi ve geleceğe yönelik umut dolu yüreklerle Cuma hutbesini dinliyordu.

Cuma hutbeleri okundu ve insanlar namaz kılmaya hazırlanıyordu ki, birden geçmiş yıllarda sürekli yaşanan hadise tekrarlandı. Yine sevinçler çığlıklara ve feryatlara dönüştü. Herkes bir sevdiğinin elini tutup bir yöne kaçıyordu. Bir çokları enkazın altında kalan ölülerin ve yaralıların arasında yakınlarını arıyordu. Seyyidabad semtinde dehşete kapılan musibetzede insanların sesi saatlerce yankılandı. Ayakta olan herkesin kucağında yarı baygın kardeşi, evladı veya babasının bedeni vardı ve hepsi de araçla veya yaya olarak hastaneye doğru koşuyor ve sevdiğinin canını kurtarmaya çalışıyordu.

 

Kunduz’un ulu camiinin kapısı ve duvarları sadece namaz kılmak için gelen ve tek suçları bu olan masum insanların kanıyla kaplanmıştı. Bu insanlar mevlaları İmam Ali’ye -s- uyarak seccadenin başında can vermişti.

Aslında bu cinayet ilk kez Müslümanların yüreğini dağlamıyordu ve sonuncusu da olmayacaktı. Bu terör saldırısından bir hafta sonra Kandahar kentinde namaz kılan Şia Müslümanlar yine tekfirci teröristlerin hedefi oldu ve bir Cuma günü daha aynı şekilde kana bulandı.

Evet, yaklaşık kırk yıldır savaş ve işgal gölgesinde Afganistan’da bu ani olay rengini değiştirerek daimi bir hal almıştır. Afganistan’da kırk yılı aşkın bir süredir sevenleri kaybetmek bu ülkede epidemi haline bürünmüş ve her yerde yaşanan bir olay olmuştur. Bir gün İngiliz istilası, bir gün Sovyetler Birliği, bir gün Marksistler ve bir başka gün Amerika... ancak bu günlerin tümü Afganistan tarihinin yüreğine oturan karanlık gecelerdir.

Gerçekten de eğer başkalarının aşırı hırsı ve sultacı huyunun dayattığı bu kara ve karanlık günler ve geceler olmasaydı, Afganistan’da Peştun’undan Türkmen’ne, Özbek’inden Buluci’sine, Hazara’sından Kızılbaş ve Sadat’ına kadar hepsi barış, huzur ve birlik içinde yaşayacaktı.

Bu sabırlı ve acı çekmiş insanlar her daim barış ve dostluk sever bir millet olmuş ve halen de öyledirler. Bu insanlar hatta bunca yıldır savaşa rağmen Şii ve Sünni ayrımı yapmaksızın yan yana ve hep birlikte acılara katlanıyor ve birbirine destek oluyor.

 

Bundan kırk küsur yıl önce İran’da İmam Humeyni -ks- güneşi doğduğunda, bu güneş Afganistan üzerine dayattığı karanlık geceyi aydınlatmaya başladı. Bu güneş Afganistan’da Şii ve Sünni mücahitleri birleştirerek Sovyetler Birliği’ni Afganistan topraklarından atmalarına vesile oldu. Bugün İmam Humeyni -ks- hâlâ Müslüman Afganistan halkının gönlünde yeri olan bir şahsiyettir. İmam her zaman Afganistan milletinin şecaati, yiğitliği ve mazlumiyetine vurgu yapmış ve Afgan mücahit gençlerden Sovyetler Birliği adında büyük bir putu kıran cesur gençler şeklinde söz etmiştir. İmam Humeyni -ks- Afgan mücahitleri Sovyetler Birliği’ne bir daha başını kaldıramayacak şekilde ağır tokat vuran güçlü mücahitler olarak tanımlamıştır.

 

Şimdi yıllardır Doğu ve Batı’nın hilekar tilkileri Afganistan’da putları kıran bu emsalsiz vahdeti çökertmek için ellerinden geleni yapmaktadır. Bu hilekar tilkiler bir gün etnik ihtilafları ve bir başka gün mezhep temelinde bazı farklılıkları ileri sürerek bu vahdeti hedef alıyor. Bu kez yine bu canilerin bahanesi mezhepsel farklılık ve onların tabiri ile Şii Sünni ihtilafıdır. Gerçi Şii ve Sünni iki farklı mezheptir; ancak aralarında asla ihtilaf olmamıştır; zira her iki mezhebin dini, Allah’ı, peygamberi ve kitabı birdir; ister Şii ister Sünni olsun kıbleleri birdir ve hepsi Allah’a ibadet etmek için namaz kılar ve camilerin hürmetini korur.

Afganistan Şii Sünni vahdetinin diyarıdır. Afganistan milleti vahdet konusunda diğer İslam ümmetine kıyasla bir kaç adım öndedir. Bu dayanışma Şii ve Sünni Müslümanların bir arada ve yan yana barış ve huzur içinde yaşamalarının ürünüdür. Ancak görünen o ki bu güzel ve değerli birliktelik bu milletin düşmanlarını rahatsız etmiştir.

Bugün Afganistan’da yer yer yaşanan korkunç terör saldırıları açıkça Afganistan düşmanları Şii Sünni vahdetini hedef aldığını gösteriyor. Ancak tüm bu şeytanlıklara ve hilelere rağmen akıllı ve sabırlı Afganistan halkı kolay kolay vahdetten el çekmeyeceklerini defalarca ispat etmiştir.

Afganistan’da çeşitli ırklara ve etnik gruplara mensup olan insanlar iki büyük Hanefi ve Caferi mezheplerin izleyenleri olarak uzun yıllardır birlikte ve İslami kardeşlik, safa ve samimiyet içinde yaşıyorlar. Bu insanlar camilerde birbirinin imamlarına uyarak cemaat namazı kılıyor, birbirinin cenaze namazına katılıyor ve acılarını ve mutluluklarını birlikte paylaşıyorlar.

Afganistan’de Sünni Müslümanlar Şii Müslümanların en büyük yas merasimi olan İmam Hüseyin’in -s- şehadet yıl dönümünde Şii kardeşleri ile birlikte yas tutuyor ve İmam Hüseyin -s- için göz yaşı döküyor, adakta bulunuyor, yas merasiminde alemleri taşıyor, destelerde kursağına vurup İmam’ın şehadeti için göz yaşı döküyor. Kuşkusuz İmam Hüseyin -s- tüm Müslümanların imamıdır ve onun için tutulan bu yas merasimlerine Sünni Müslümanların da katılması vahdetin en güzel örneğidir.

Şii ve Sünni Müslümanların vahdeti ne dinin bireysel bir mesele oluşu, ne de herkesin inancı kendisi için saygın olduğu, ne de başka mezheplerin reddi ve ne de ortak düşmana karşı kaçınılmaz bir durum temeline dayanır. Bu vahdetin kökü, tüm İslami mezheplerin Allah Resulü’nün -s- tek ümmeti olmasına dayanır. Bu tek ümmette herkesin bir rolü vardır; ancak hepsi bir bütündür ve ortak kimliğe sahiptir. Bu kaçınılmaz olarak oluşan sosyal bir itibar değil, hakiki vahdettir. Bu tek ümmetin üyeleri birbirini tekfir etmez, birbirine karşı ayaklanmaz, birbirine asla zarar vermez. Bu ümmette ancak bir dış etken tarafından etkilenerek hasta olan kişiler başkalarına zarar verebilir. İslam düşmanları ise yıllardır bu dış etken rolünü ifa ederek İslam ümmetinin vahdetini içten çökertmeye çalışıyor.

Evet, günümüzde bu yıkıcı dış etken tekfir düşüncesinde kendini gösteriyor. Bu sapkın düşünceyi bugün tekfirci IŞİD terör örgütü gibi örgütler temsil ediyor. Bu sapkın ya da kandırılmış caniler hiç bir cinayeti işlemekten çekinmiyor ve daha da kötüsü bu cinayetleri İslam adına reva görüyor. Oysa önderleri hatta kendi katilleri konusunda adalete emreden bu din hiç bir zaman ve hiç bir mantıkla masum kadınların, çocukların ve erkeklerin katledilmesine emretmiyor. Kuşkusuz ancak hasta bir zihniyet sevgili İslam’dan böyle bir yorumda bulunabilir. Gerçekten de Allah’ın evinde namaza duran pak ve masum bir çocuk hangi suçtan bu şekilde infaz edilebilir? Onu katledenler Müslüman olmadığı gibi, insan bile olamaz. Bu caniler kendilerine hangi adı verirse versen en ağır azabı hak eden kişilerdir ve onlar için bu azaptan asla kurtuluş yoktur.

Ey yüce Rabbimiz, yeryüzünde bunca afet ve sıkıntıdan, göğün cimriliğinden sana şikayet ediyoruz. Biz her türlü zorlukta ve kolaylıkta sana güveniyor ve işlerimizin düzelmesi için senden başkasından medet ummuyoruz.

Ey yüce Rabbimiz, onlara itaat etmeyi bize vacip kıldığın Muhammed’e ve Al-i Muhammed’e yemin ettiriyoruz, bizim işimizde bir göz kırpma kadar yakın olan bir açılış yap. Amin ya Rab’bil Alemin.