Dinin siyasi amaçlarda kullanılması Arabistan ve siyonist rejimin ortak özelliği
Suudi hanedanı rejimi ile siyonist İsrail rejiminin en bariz ortak yönlerinden biri hiç kuşkusuz dinden, dini vecibeler ve dini mekanlardan siyasi amaçlı yararlanmaktır.
Katar'da hükümete bağlı Ulusal İnsan Hakları Komitesi Başkanı Ali bin Damir el-Merri, Katar'daki Ulusal İnsan Hakları Komitesi'ne iletilen şikayetler arasında, Mekke'de umre ziyaretini yapan Katar vatandaşlarının, Kâbe'nin de içerisinde bulunduğu Mescid-i Haram'a girişine izin verilmediğine yer verildiğini ve katar vatandaşlarından derhal Arabistan'dan ayrılmalarının istendiği bildirdi.
Ulusal İnsan Hakları Komitesi Başkanı Ali bin Damir el Merri olayı, dini ritüellerin yerine getirilmesine ilişkin insan hakları anlaşmalarınca güvence altına alınan hakların açık bir ihlali şeklinde yorumladı.
Öte yandan Kudüs vakiflar idaresi yazılı bir açıklama yaparak, işgalci siyonist İsrail askerlerinin namaz kılan Filistinlilerin mescidi aksaya girmesine veya mescidi Aksa'daki müslümanların dışarı çıkmasına izin vermediklerini bildirdi.
Uzun yıllardan belir arabistan'da iktidarı ellerinde bulunduran Suudi Hanedanı kendilerini Haremeyni Şerifeyn'in hadimi, hizmetçisi olarak isimlendirmekte ve bu yolla kendilerine bir nevi kutsallık kazandırarak dinden kendi siyasi iktidarlarının güçlenmesinde bir koz olarak yararlanmaktalar. Mekke ve Medine'den ibaret Harameyni Şerifeyn aslında tüm Müslümanların ortak değer ve paydasıdır ve her hangi bir ülkeye has bir yer değildir. Suudi rejimi de şimdiye kadar hep kendini Haremeyni Şerifeyn'in hizmetçisi lakabıyla sıfatlandırarak burada bütün Müslümanlara eşit ve adaletli davrandıklarını iddia etmekteler ancak pratikte defalarca şu gerçeği göstermişlerdir ki Suudiler her hangi bir ülke ile siyasi ihtilafa düştüğü zaman derhal bu kutsal mekanları bir koz olarak kullanmakta ve söz konusu ülkelerin bu mukaddes mekanlara ziyaretine mani olmuş, müslümanların dini vecibesi hac farizasını yerine getirmelerine izin vermemiştir..
Nitekim bu meseleyle ilgili olarak Suudi rejimi son yıllarda İranlı, Suriyeli, Yemenli ve son olarak da katarlı hacıların kutsal mekanları ziyaret etmesine ve hac vazifesini yerine getirmesine engel olmuştur. 2015 yılı sonunda Suudi krallık rejimi İran islam cumhuriyeti ile siyasi ilişkilerini kesmesi ardından, İranlı hacıların 2016 yılı hac farizasını yerine getirmesine engel olmuştu.
Suudi rejimi şimdi ise katarla yaşadığı son kriz ardından bu ülke ile siyasi ilişkisini kesmesi üzerine katar vatandaşlarının mescidi Haram'a girmesine ve umre haccında bulunmasına engel olmakta ve onlardan derhal Arabistan topraklarını terk etmelerini istemektedir ki bu bir kez daha Haccın Suudi hanedanı yöneticileri açısından dini bir görev olmaktan daha ziyade siyasi amaçlarda kullanılmaktadır.
Öyle ki Haziran 2016 tarihinde Presstv tarafından gerçekleştirilen bir ankette katılımcıların yüzde 68'i Suudi rejiminin haccı siyasi bir koz ve siyasi amaçlar doğrultusunda kullandıkları yönünde görüş belirtmişlerdi.
Suudi rejimi öyle bir ortamda Haccı siyasi amaçları doğrultusunda kullanmaktadır ki Hacc dini bir farıza olup şartlarına ulaşan her Müslüman'ın onu yerine getirmesi dini bir vecibedir ve Suudi rejiminin buna mani olmaya kesinlikle hakkı yoktur. Mekke ve Medine kentlerinin Arabistan toprakları içinde yer alması Suudi hanedanının bu kutsal beldelere mülkiyet hakkını doğuramaz ve kimin hac yapabileceği ve kimin yapamayacağı yönünde görüş belirtme hakkını onlara vermemektedir.
Burada önemli bir husus şudur ki dini vecibeler ve kutsal mekanların siyasi amaçlar doğrultusunda kullanılması Suudi rejimi ile işgalci siyonist İsrail rejiminin ortak sıfatlarıdır. İhtilaflı olduğu ülkelerin vatandaşlarının hac görevini yerine getirmemesine engel olan Suudi rejimi gibi siyonist İsrail rejimi de müslümanların bir diğer dini değeri ve ilk kıblesi mescidi aksa'ya müslümanların giriş ve çıkışlarına engel olmakta ve bu kutsal mekanı kendi hedefleri doğrultusunda siyasi bir koz olarak kullanarak Filistinli müslümanlara baskı yapmaktadır.
Arabistan ve siyonist İsrail rejimleri dini ülkü ve değerleri kendi siyasi amaçları doğrultusunda bir koz olarak kullanırlarken, uluslararası hukuk konvansiyonları dini hakları, ihlal edilemeyecek global haklar olarak tanımlamaktadır.