Fotoğrafçılar ve savaşın gerçek yüzü
(last modified Fri, 06 Oct 2017 15:13:05 GMT )
Ekim 06, 2017 18:13 Europe/Istanbul
  • Fotoğrafçılar ve savaşın gerçek yüzü

Fotoğrafçılık sanatı kendi tarihini kendi içinde saklayan bir sanattır. Beşeriyet tarihi ise şimdiye kadar bir çok savaş görmüştür ve özellikle kamera icat edildikten sonra da fotoğrafçıların çektikleri fotoğraflarla savaş görüntüleri kalıcı olmuştur. Sohbetimizin devamında savaş konusunu işleyen bir kaç fotoğraf sergisinden bir rapor sunmak istiyoruz sizlere.

Tarihi olayları bazen içine spekülasyonların karıştığı sırf duyduklarımızla değerlendiremeyiz ve ancak bu duyduklarımız yazılar ve görüntülerle desteklenirse, ispat edilebilir hale gelir. Bu arada savaş döneminde çekilen fotoğraflar özel öneme sahiptir, zira muhabirler genellikle olay yerindedir ve o anları kaybetmek istemez ve kaydettikleri anların sergilenmesi bazen savaşın kaderini bile değiştirebilir.

İçinde savaşın yaygın olduğu ve insanlar ve milletler az sayıda günleri huzur içinde yaşadığı bir dünyada insan asırlarca süren savaşı bir kaç yıl süren huzur yılları ile yan yana getiren anları kaydetmeyi düşünmelidir. Aslında seyrek sayıda ülkede savaş çıkmış ve fotoğrafçıların savaş sahnelerinden çektikleri fotoğraflar savaş günlerinde yayımlanmıştır. Bunun sebebi belki de halkı muzdarip etmemek ve huzurunu kaçırmamak olabilir, zira her yerde cenazelerin yattığı bir alanı veya yenilgiye uğrayarak geri çekilen askerleri veya bombardıman edilen evleri göstermek muhatapta mücadeleyi sürdürme hissini yok edebilir.

 

Fotoğraflar savaş döneminde savaşın hizmetinde olur. Yani askerleri cepheye davet eder, ailelere sabırlı olmalarını ve savaş cephelerini desteklemeyi tavsiye eder, kamuoyunu bilinçli hakkaniyete yönlendirir veya duygularını düşmana karşı tahrik eder.

Tüm bunlar bir yana, fotoğraf en etkileyici kitle iletişim araçlarından biridir. Fotoğraf, büyük bir gerçeğin bir anını kaydetmektir ve bunun yanında fotoğrafçının savaş meydanına ve tehlikesine hangi açıdan baktığını ve o anları nasıl algıladığını anlatır.

 

İranlı gazeteci ve fotoğrafçı Meryem Mezrui, Musul kurtarılmadan bir ay önce Irak’ın Musul kentine gitti ve bu seyahati sırasında oradaki kimsesiz kadınların ve çocukların kaldığı kampı görüntüledi.

Meryem Mezrui’nin Musul çevresini gezmesi ve Musullu, Kobanili, Sincarlı ve İzedi mültecileri görmesinin sonucu bir dizi fotoğraf oldu ki bazılarını “Musul, sabırsızlık rallisi” adı altında bir fotoğraf galerisinde kamuoyunun ilgisine sunuldu.

 

Bu galerinin fotoğrafları üç bölüme ayrılıyor. Bunlar avare çocuklar,  mültecilerin kararsız insanlar gibi gün boyunca defalarca amaçsız bir şekilde gidip döndükleri bir cadde ve sadece bir kaç kadın ve yaşlı bir erkeğin geride kaldığı bir aileden görüntülerden ibaretti.

Bu fotoğrafları çeken Meryem Mezrui, sergideki fotoğrafların her birini birer anı gibi hafızasında kayda almış ve haklarında söyleyeceği çok şeyi bulunuyor. Mezrui şöyle anlatıyor: Musul seyahatinden önce Afganistan ve Suriye – Türkiye sınırında fotoğraf çekme deneyimlerim oldu. Ben kadın bir fotoğrafçı olarak kameramın bilinç altı sanki kadınlara yöneliyor ve onlar fotoğraflarımın konusu oluyor. Musul fotoğraf albümünde de kadınların ve çocukların üzerinde odaklanmak istiyordum, ama bu pek de kolay değildi.  Irak’ın durumu düşündüğümden çok daha karmaşıktı. Musul veya Erbil çevresinde bulunan Sincarlı, Kobanili ve İzedi kadınları görüntülemek için bölgeye gittim, ama aynı zamanda üslerde kadın peşmergeleri de görmeyi umuyordum, gerçi üslerde hep erkeklerle karşılaştım.

 

 

Meryem Mezrui deneyimlerine şöyle devam ediyor:

Bu yolculuğumda en çok azınlıkları, Kobanililerin ve İzedilerin mazlumiyetine üzüldüm. Araplar kamplarda aşiret gibi bir aradaydı. Avare olmak kötü bir şey, bu doğru, ama sankı yakında Musul’a geri döneceklermiş gibi güçlü umutları var gibiydi, ama İzediler ve Kobanililer derme çatma barakalarda ve çadırlarda barınmaya çalışıyordu. Kaldıkları yerler çok hakirdi ve hatta orada yardımcı olmaya çalışan ve tercümanlık yapan İranlı Kürt bir arkadaşın anlattığına göre BM yardımları onlara doğru düzgün ulaşmıyordu, hatta kışın üstünde yatacakları yatak veya ısınacak hiç bir şeyleri yoktu.

Musul, sabırsızlık rallisi galerisi, muhataplarından büyük ilgi gördü.

 

Geçen hafta kutsal savunma haftasında Tahran’da sanatçılar evi kutsal savunma yıllarının arşivlerinden çıkarılan fotoğraflarla bazı sanatçıların fotoğraf ve posterlerinin galerisi açıldı. Bu galeri “ve o mavi anlar” adı altında düzenlendi ve geçmiş çağların şairleri ve bazı çağdaş şairlerin şiirleri ile beraber 48 fotoğraf ve 48 posteri muhatapları ile paylaştı. Fotoğraflar İranlı fotoğrafçılar ismail daveri, kazım ahavan, said sadıki, Ali feriduni, Ali rehber, Muhammed İslamî ve diğer bazı fotoğrafçıların eserleriydi. Posterler ise mustafa guderzi, Ali vezirian, Ahmet Rıza dalvend, kuroş parsanejad, Muhammed tevekküli, Minu hayatbahş, Said saffarnejad, Muhammed samedi ve diğer bazı sanatçıların eseriydi.

 

Kutsal savunma haftasında Tahran’dan başka İran’ın diğer bazı eyaletler merkezlerinde “savaş hazinesi” adı altında fotoğraf ve poster galerileri düzenlendi. Söz konusu fotoğraf ve poster galerilerinde kutsal savunma yıllarının değerlerini gençlere ve yeni kuşağa İslam inkılabının manevi ve ebedi hazinesi olarak aktarmak amacına hizmet edecek savaştan kareler ve bazı sanatçıların posterleri sergilendi.

Tahran’da savaş hazinesi galerileri kentin ana meydanlarında, metro istasyonlarında ve bazı sanat galerilerinde düzenlenerek İran milletinin savaş yıllarında yiğitlerinin kahramanlıklarını bir kez daha hatırlattı.

 

Bilindiği üzere savaş her zaman hücum ve saldırı değildir ve bazen bir halkın veya bir milletin kendini savunmasıdır. Bir millet ki kendini ülkesinin sınırlarına saldıran ve sınır meselelerini bahane eden bir ülkeye karşı savunmaktadır. Saldırgan ülke anlaşmaları yırtar ve birden saldırıya geçer. Bu şartlarda savaş hakkında söylenen şeyler, savunma hakkında pek geçerli olmuyor. Doğrudur, savaş bir çok acı sahneleri içinde yaşatır, barındırır, ancak savaş sadece acılardan ibaret değildir. Bu durumda savaşın manevi ve hamaset boyutları başka her türlü kavrama ve görüntüye galip gelir. Bu yüzden fotoğrafçılar da o günlerin yarattığı atmosferin etkisi altında kalır ve yakaladıkları kareler sadece ölümün soğuk yüzü veya avarelik veya kimyasal bombardımandan yanık izleri ile çare arayan zavallı sivil insanlar olmuyor. Bu tanımda fotoğraf, kendi dönemi ve sonraki dönemler için medyaya bir belge olmakla beraber, muhatabına hiç bir tarih kitabında bulamayacağı ve okuyamayacağı bilgileri bir göz kırpmada aktarır.

 

 

İran milletinin Irak’ın baas rejiminin saldırısına karşı sergilediği sekiz yıllık kutsal savunma yıllarının eşsiz karelerinden biri olan ve şimdiye kadar bir çok sergide ve galeride yer alan fotoğraf hiç kuşkusuz Hasan Cengcu adında gönüllü bir savaşçıdan çekilen fotoğraftır.

Şehit Hasan Cengcu  İran’ın Tebriz kentinde doğdu ve 1983 yılında Dicle’nin doğusunda düzenlenen Hayber operasyonunda şehit oldu. Şehit Cengcu’nun naaşı ancak 5 Eylül 2017’te tespit edilerek yurda geri getirildi ve toprağa verildi.

İranlı ünlü fotoğrafçı Alfred Yakubzade 1980 yılında savaş sırasında Hasan Cengcu’dan öyle bir kare yakaladı ki İran ve Irak savaşının en ünlü İranlı asker fotoğraflarından biri olarak ün yaptı. Bu fotoğraf Hasan Cengcu şehit olmadan üç yıl önce çekildi ve dayatılan savaşın en tanınmış karelerinden biri oldu. Bu karede şehit Cengcu elinde M1 uzun namlulu tüfeği ile yerde ve çamurların ortasında sürünüyor. Bu genç sabırlı ve çamurlu yüzü ile İranlı gençlerin silahşörlüğü ve yiğitliğinin simgesi haline gelmişti.

 

 

Bu kare kutsal savunma yıllarının en güzel ve en kalıcı eserlerinden biridir ve her kuşağa en kötü şartlarda ve en basit imkanlarla vatanı nasıl savunmanın mümkün olduğunu göstermektedir. Bu kare, savaştan nefret uyandırmıyor, ama en kötü şartlarda bile vatan uğruna savaşılabileceğini muhatabına en güzel biçimde intikal ettiriyor. Fotoğrafa baktığımızda şehit Cengcu’nun çamurda uzanan vücudu ve yüzündeki sadelik ve güzellik, tüm duygularımızı alt üst ediyor. Ergenlik çağına özel yüz ifadesinin kararlılık ve azim ifadesi olan yüzündeki buruşuklukların oluşturduğu çizgiler ve çatılan kaşlar bu yiğidin küçük yaşta olduğunu örtmeye çalışıyor gibi gözüküyor. Gözleri pür dikkat kendisinden öndeki kişiyi değil, hatta üzerinde süründüğü çizginin en önünde hareket eden kişinin de ötesine bakıyor. Zekası, şecaati ve genelde istemediği bir savaşın vatanına dayatılmasından duyduğu öfke ile beraber yüzünden okunuyor.

 

 

Gerçi bu karede kaç kişinin aynı çizgi üzerinde sürünerek ilerlediği belli değil, ancak fotoğrafçının zekice aldığı kare muhataplara karedeki esas karakterin önünde çok sayıda savaşçının ilerlediğini telkin ediyor. Şehit Cengcu’nun önünden giden savaşçının bacakları daha ileri yaşta bir savaşçıya ait ve bizim genç onun peşinden gidiyor. Savaşçımızın savaşmaktan amacını ister bilelim, ister bilmeyelim, bir şey kesin, o da bir an önce düşmanla yüz yüze gelmek istediğidir. Gerçi ortam ıslak ve çamur, ama siyah beyaz fotoğrafçılık ve askeri üniformanın rengi ve dokusundaki kontrast farkı sayesinde şehit Cengcu’nun üzerindeki üniforma asla nüfuz edilemeyecek ve onu koruyacak bir zırh gibi görünüyor.

 

 

Şehit Hasan Cengcu’dan yakalanan bu kare, kutsal savunma yıllarının en iyi ve en kalıcı eserlerinden biridir ve tüm kuşaklara en basit imkanlar ve en zor çevre şartlarında en mükemmel savunmayı yapmanın mümkün olduğu mesajını iletiyor.

Bu arada şehit Hasan Cengcu’nun annesi tam 34 yıl, evladının naaşının geri dönmesini bekledi ve evladının cenazesi bulunup İran’a getirilerek toprağa verildiği gün annesi da hayata gözlerini yumdu.