Nisan 08, 2018 19:52 Europe/Istanbul
  • İslam'da insan hakları 17

Geçen bölümde yaşama hakkını insan haklarının en temeli olarak belirledik ve dedik ki islam dini açısından bu hak maddi ve manevi boyutlarda ele alınır.

Ayrıca maddi hayat insan vücudunun dünyadaki yaşamı ile sınırlanırken manevi hayat  insanın ruhu ile sıkı ilişkide bulunduğu ve bu ruhun ilâhi fıtrattan kaynaklandığı gerçeğin de altını çizdik. İnsan bir ebedi varlık olarak yaşamı ölümden sonra da devam eder. Kur'an-ı kerim açısından fıtratın üç özelliği vardır. Sadece yüce Allah'ı istemesi, tüm insanlarda bulunması ve değişikliklerden uzak kalması gibi özellikler söz konusu ortak fıtrata ait olan özelliklerdir. Bu konuya ilişkin yüce Allah Rûm suresinin 30.ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor:

Sen yüzünü (Allah'ı birleyen) bir hanif olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir ki (bütün) insanları o fıtrat (İslam fıtratı) üzere yaratmıştır. Allah'ın (bu) yaratışında hiçbir değişme yoktur. İşte kayyum (doğru-kalıcı) olan din budur. Ancak insanların çoğu bilmezler.

İnsan doğal olarak toprağa ve ilâhi ruhtan kaynaklanan bir fıtrata sahiptir.İnsanın tüm faziletleri ruha ve bütün saplantıları da doğası ile ilgilidir. Bunların arasında her daim bulunan savaş ise Cihad-i Ekber olarak adlandırılır. Bu savaşta fıtratın üstün gelmesi ile tüm melekler insan ayağında secde eder ve insanın doğası bu savaşı yenerse onun konumu tüm hayvanlardan da düşük bir seviyede kalmış olacak. Kur'an-ı kerim maddi ve manevi hayatın arasındaki ilişkiye de işaretle eğer insan bu iki yaşam arasından birini seçmek zorunda kalırsa maddi hayattan vazgeçmesi gerektiğini buyuruyor. Bu bağlamda Nisa suresinin 74.ayeti kerimesinde şöyle okuyoruz:

O halde dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşırken öldürülür ya da galip gelirse (her iki durumda da) ona büyük bir ecir-mükafat vereceğiz.

 

Demek ki manevi hayatı seçen insanlar Allah yolunda savaşır ve bu tercihi yapmayanlar ise kıyamet gününde cezalanmış olacaklar. Fecr suresinin 24. ayetinde bu konuya ilişkin şöyle okuyoruz: Der ki "Keşke (bu ebedi) hayatım için (önceden iyi şeyler) takdim edebilseydim."

Bu hususta dikkat edilmesi gereken diğer bir nokta da manevi hayatın maddi hayattan daha verimli olmasıdır. Geçen bölümde de ifade edildiği üzere maddi hayatın alınışı ölüm ve manevi hayatın alınması ise başkalarını kötü yollara yönlendirmekle gerçekleşir. Başka bir ifade ile diğer insanları yanlışlıklara götüren her kimse o insanların manevi hayatlarını da ortadan kaldırır. Bu nedenle yüce Allah Kuran-ı kerim'de Bakara suresinin 191 ve 217. ayetlerinde Fitne öldürmeden beterdir , diye buyuruyor.

 

Evet fitne halkın dini inancı ve manevi hayatlarının ortadan kaldırılması anlamına geliyor.Fitnenin en bariz örneklerinden biri sapkın düşüncelerin yayılması ve kötülük,ahlaki ve sosyal sapkınlıkların reklama girmesidir.Bu yüzden fitne ile mücadele daha zor ve gereken bir husustur ancak şimdi şu soru akıllara gelebilir ki hayat ve yaşamın iki boyuta ayrılması insan hakları için ne faydası var?

 

Bu sorunun cevabını şöyle izah etmek gerekir ki çeşitli durumlarda farklı pozisyonlar alan insanın vücudu onun en bariz özelliklerinden biri sayılıyor. örneğin hava ve iklim değişikliği, etnik ve coğrafi koşullardaki farklılıklar bir milletin kendilerine has fiziksel duruma sahip olmalarına neden olur. Hatta bir bölgede bitkilerin bile etkisi coğrafi durumlara göre farklıdır. Örneğin sıcak bir bölgede yetişen ve ilaç özelliği olan bir tür bitkinin soğuk bölgelerde başka bir özellik göstermesi gayet doğal bir meseledir. İnsan sadece beden ve vücutta sınırlanmıyor çünkü maddi cisimden ziyade ruha da sahiptir. Bu nedenle tüm insanlar arasında ortak bir yön bulunmakta ve bu yön insanın mutluluğuna yol açacak  ve gerçek  refahını sağlayacaktır.İşte Kur'an-ı kerim bu ortak yönü ruh olarak adlandırıp onun İlâhi fıtrattan kaynaklandığına vurgu yapıyor.

 

İnsan ruhu hiç bir zaman iklim değişikliklerinden etkilenmez. Coğrafik olarak  doğuda olduğu gibi batıda da bulunur. Ne yerlere bağlılığı var ne göklere, ancak aynı zamanda hem yerde bulunur hem göklerde. Başka bir ifade ile ruh cisme karşı bireydir değişken ve sabit değildir. İnsan ruhu Allah'ı deniz, toprak, gökyüzü kısacası ve her yerde bulup çağırabilir.Yüce Allah bu sınırsız ruh ile ilgili Bakara suresinin 115.ayetinde şöyle buyuruyor:

Doğu da Allah'ındır, batı da. Her nereye dönerseniz Vech-i İlahi (Allah'ın yüzü) oradadır. Şüphe yok ki Allah Vasi'dir (lutfu ve rahmeti geniştir), Alim'dir (hakkıyle bilendir). 

Geçen bölümlerde de ifade edildiği üzere ilâhi fıtrat tüm insanların ortak özelliği olarak biliniyor. Bu nedenle eğer insanların fıtratı hukukların kaynağı olarak belirlenmezse insan haklarının tedvini ve yorumlanması belli sonuçlara varamaz. Bu gerçeğin sırrı da ilahi fıtratta kişisel çıkar ve menfaatlerin olmamasında özetlenir. Gerçekten insanı kendi kişisel çıkarını düşünmesi yerine tüm insanların ortak çıkarını düşünmesine zorlayan husus nedir acaba?

 

Şimdi bu tartışmaların sonucunu yasal konularda bulmak mümkün.İnsan hakları kuralları maddi yaşamda sınırlı olduğu için kapsayıcı bir niteliği bulunmuyor ancak din ruh ile ilgilendiği ve manevi hayatta insan hakları kuralları ve ayrıntılarını ele aldığı için zaman ve mekana sığmayan kuralları içerir. Kuşkusuz hukukî yasalar gibi dinin alt kümeleri de bu özelliği sahiptir. bu nedenle ilâhi peygamberler de kararlılıkla dinin birleştirici ve vahdet mesajını insanlara getirmişlerdir. Öte yandan ilâhi olmayan marifetlerde maddi ve deneysel bilgi ile kesin bir hükme varmak imkansızdır çünkü dünya her daim yeni varsayımlarla karşılaşır ve her bir yeni kuram bir gün kendi yerini başkasına verecektir. Ancak dinin temel kavramları hiç bir zaman eskimez ve zamansal ve mekansal değişikliklerle uyumludur.

 

İnsan hakları evrensel bildirgesinin 3. maddesinde şöyle okuyoruz: Her insanın yaşama ,özgürlük ve güvenlik hakkı vardır.

Bu doğrultuda islami öğretilerde de yaşama , özgürlük ve güvenlik hakları resmiyete tanınmıştır. Ancak bu arada yaşama hakkından neyin kastedildiği önemli. Maddi mi yoksa manevi hayat mı? Hayattan kastedilen anlam burada maddi ve insanın canı ile ilgili olan hayattır. Batı düşüncesinin temelini oluşturan bu kavram insanın fıtri ve ruhi boyutuna özen göstermez.

Şimdi batı düşüncesine istinaden, eğer bu maddede insanın yaşamı doğal bir fenomen olarak farz olunursa onun önemi maddi değerinden öteye geçemez. Bu nedenle tüm kural ve yasaların geçerliliği insanın maddi hayatından öteye geçemez ve insanın ölümü ile son bulur. Böyle bir görüşün hakim olduğu müddetçe insanın hayatı sadece bu dünyadaki yaşamı ile sınırlanır. O zaman yüksek insani değerlerin ispatı için ne gerek var? Bu arada ilâhi ve maddi düşüncenin farklılıkları da ortaya çıkar. İlahi görüşe göre insanın yüksek değerleri elde edebilmesi ve ebedi bir varlık mahiyeti alması için yüce Allah ruhu insanın içine üfledi.