İslam’da Şefaat - 6
Bugünkü sohbetimizde tevessül meselesini ele almak istiyoruz.
Hatırlanacağı üzere geçen bölümlerde ziyaretin önemi ve rolü ve yapıcı tesirlerinden söz ettik ve Kur'an'ı Kerim ayetlerine ve hadislere istinat ederek tekfircilerin ve sapkın vahabilerin bu konu üzerinde ileri sürdükleri şüphelere cevap verdik.
Bugün biraz önce de belirtildiği üzere yine tekfircilerin reddettiği tevessül ameline değinmek istiyoruz. Dini kaynaklarda ve kitaplarda tevessül, yüce Allah katına yakınlaşma aracı olarak tanımlanıyor. Tevessülden maksat, insan herhangi bir ilahi ve pak şahsiyeti yüce Allah ile aralarında aracı yapması ve böylece ilahi kata yakınlaşmasıdır.
Tevessül konusu, biraz önce de belirtildiği üzere sapkın Vahabi tarikatı hakkında şüphe yaratmaya çalıştığı amellerden biridir. vahabiler tevessülü ve İslam Peygamberi –s– ve masum imamları –s– Allah teala huzurunda aracı yapmayı şirk mısdakı biliyor ve bu amelin haram olduğunu iddia ediyor. Vahibiler hatta İslam ümmetini bu semavi dinin büyük Peygamberi Hz. Muhammed’e –s– tevessül etmekten men ediyor.
Sapkın Vahabi tarikatının kurucusu Muhammed bin Abdulvahab tevessülün hürmeti hakkında şöyle diyor: meleklere, peygamberlere ve ilahi evliyaya tevessül eden ve onları kendileri için şefaatçi belirleyen ve bunların aracılığı ile Allah katına yakınlaşmak isteyenlerin kanını akıtmak helal ve mallarına el koymakta mübahtır.
Sapkın vahabiler ve tekfirci akımlara göre peygamber fani dünyadan ayrıldıktan sonra bu dünya ile irtibatı kesilir ve bu yüzden bu dünyada her türlü işi bitirmekten aciz olur ve sonuçta başkası için dua edemez veya duaların kabul görmesine vesile olamaz.
Sapkın vahabiler ve tekfirciler bu mesnetsiz ve zayıf istidlale dayanarak İslam Peygamberi –s– ve ilahi evliyaya tevessül etmek, aciz birine tevessül etme anlamına geldiği ve akla aykırı ve batıl olduğu ve şirke sebebiyet verdiği sonucunu çıkarıyor.
Gerçekte vahabileri tevessül hakkındaki demagojileri her şeyden ziyade bu kesime göre Allah’a tevessül edenlerin Allah’a ortak koştukları düşüncesinden kaynaklanıyor. Sapkın vahabiler ve tekfirciler şefaatte bulunabilenlere tevessül etmenin onları Allah’ın işleri ortak etmek ve Kur'an'ı Kerim’e aykırı bir amel işlemekten ibaret olduğu gibi yanlış bir düşünceyi telki etmeye çalışıyor. Vahabiler ilahi evliyaya tevessül etmenin reddinde Kur'an'ı Kerim’den ayetleri örnek vermek istediklerinde Allah’a ortak koşmayı tenkit eden ayetlerden söz ediyor. Oysa peygamberlere, evliyalara ve şühedaya tevessül etmek şirk olmadığı gibi, yüce Allah’ın yegane oluşuna vurgudur. Zira yüce Allah katında ancak pak ve ihlaslı amelleri sayesinde yüksek mevki kazanan ve ilahi feyze aracı olma şayesteliğine kavuşan insanlar şefaatte bulunabilir.
Kuşkusuz her insan bu denli yüce bir dereceye nail olamaz. Bu yüzden asr-ı saadetten günümüze dek ister şii ister sünni tüm İslamî mezheplerin alimleri ve izleyenler İslam Peygamberi –s– ve evliyalara tevessül etmeyi ilahi kata yakınlaşma ve günahların bağışlanması için talepte bulunma vesilesi olarak görmüş ve hiç bir zaman da şirke ve sapkınlığa kapılmamıştır.
Oysa sapkın Vahabi tarikatı İslam Peygamberi –s– ve evliyalara tevessül etmeyi şirk saymakla kalmıyor, aynı zamanda buna inananların canını ve malını almayı da helal ilan ediyor. Gerçekte bu sapkın tarikat kurulduğu günden beri maalesef bir çok mümin ve Müslüman insan sırf günahlarının bağışlanması için İslam Peygamberi –s– ve pak ehli beyt –s– fertlerine tevessül ettikleri için vahabilerce katledilmiştir. Oysa bu insanların tümü tevhide ve yüce Allah’a ve peygamberine ve İslam dininin temel ve kesin ilkelerine inanan insanlardı.
Şimdi sapkın vahabilerin bu batıl düşüncelerine cevap vermeden önce tevhid erkanlarından biri varlık alemini yaratan ve bu düzeni tedbir eden yegane gücün yüce Allah olduğuna inanmaktan ibaret olduğunu hatırlatmak isteriz. Yaratılış, rızık vermek, diriltmek, öldürmek, gece ve gündüzlerin art arda gelip geçmesi ve varlık aleminin tümünün tedbiri yüce Allah’ın güç ve iradesi ile gerçekleşir. Kur'an'ı Kerim de bir çok ayetinde bu manaya vurgu yapmıştır.
Tevessül konusunda, eğer biz Allah’tan başkasına tevessül ediyorsak ve peygamberlerden ve ilahi evliyadan yardım talebinde bulunuyorsak, bu durum kesinlikle onlara Allah tealaya ve fiillerine ortak etmek anlamına gelmez. Burada esas mesele şu ki biz yüce Allah’tan bizim isteklerimizi O’nun katına en yakın insanların bereketi ile yerine getirmesini istemekteyiz. Gerçekte biz evliyaların aracılığı ile doğrudan Allah tealaya tevessül ediyor ve O’na sesleniyoruz. Tevessül ettiğimiz kişiler de Allah tealadan bizim isteklerimizi icabet etmesini isteyen aracılardır. Nitekim bu durum Kur'an'ı Kerim’de müminlerden istenilen konudur.
Yüce Allah Kur'an'ı Kerim’in bir çok ayetinde insanlardan O’nun katına yakınlaşmak için bir yol bulmalarını buyuruyor. Kur'an'ı Kerim tevessül ilkesini iman ve takvanın insan zamirinde bekasının güvencesi olarak tanımlayarak şöyle buyuruyor:
Ey iman edenler! Allah'tan korkun. O'na yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.
Demek ki Kur'an'ı Kerim’in tavsiyesine göre yüce Allah’a yakınlaşmak ve bir talepte bulunmak için bir yol bulunması gerekiyor. Bu yol ise insanı hedefine ulaştıracak şekilde uygun olması gerekir.
Kuşkusuz hidayet meşaleleri olan peygamberler ve ilahi evliyalar yüce Allah katına yakınlaşmak için en iyi ve en uygun yoldur. Bu arada unutmamak gerekir ki Müslümanların çeşitli asırlarda bu büyük insanlara tevessül etmelerinin sebebi, bu insanların ilahi kata yakın olan pak ve ihlaslı insanlar olmaları ve ilahi katta özel ve seçkin yerlerinin bulunması yüzündendir. Bu yüzden insanlar da bu büyük şahsiyetlerin Allah katına yakın olmalarından yararlanarak kendi sorunlarının çözümü için yüce Allah’tan talepte bulunuyor. buna göre bir yol bulmak ve ilahi kata yakın olan seçkin insanlara tevessül etmek tevhid ruhu ile asla çelişki arz etmeyen bir ameldir.
Muhammed Tahir Mesut’un kaleme aldığı ehli sünnet ve cemaatin inançları adlı eserde tevessül hakkında şu ifadelere yer veriliyor:
Tevessül, birini vesile ve sebep olarak belirlemektir, nitekim ilahi evliyalara hayatta oldukları zaman tevessül etmek caiz olduğu gibi, vefat etmelerinden sonra da caizdir. Tevessül etmenin yolu ise şöyledir: Ya Allah, ben falanca dostunun aracılığı ile duamı kabul etmeni niyaz ediyorum ve sorunlarımın giderilmesini istiyorum. Ya da bunun gibi kelimeleri dile getirerek dua etmektir.
Kur'an'ı Kerim bu tür tevessül etmelere bir kaç örnek de veriyor ve böylece tevessül etmenin aslını onaylamış oluyor. Örneğin Nisa suresinin 64. Ayetinde İslam Peygamberi’ne –s– tevessül etme konusunda şöyle buyurmakta:
Biz her peygamberi -Allah'ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Resûl de onlar için istiğfar etseydi Allah'ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.
Bu ayete göre günahların bağışlanma yollarından biri Resulullah efendimize –s– tevessül etmek ve o hazretin günahkar kulların bağışlanması için dua etmesidir. Bu ayetin muhtevasına bakıldığında, İslam Peygamberi’ne –s– günahların bağışlanması için tevessül etmek ve o hazreti bu yönde aracı yapmak yüce Allah tarafından onaylanan bir amel olduğu anlaşılır. Dolaysıyla suçlu ve hatakar insanlar İslam Peygamberi’nin –s– huzuruna giderek o hazretten yüce Allah onları bağışlaması için şefaatte bulunmasını isteyebilir.
Ebul Berekat Nesefi adlı alim Nesefi tefsiri veya Medarikul Tenzil ve Hakayikul Tevil adlı eserinin birinci cildinin 370. Sayfasında bu ayetin altında şöyle yazıyor:
Bir Arap Allah Resulü –s– defnedildikten sonra geldi ve kendini o hazretin mezarı üzerine attı ve Resulullah’ın –s– mezarının toprağını başına dökerek şöyle diyordu: Ya Resulullah, siz söylediniz, biz de duyduk, ben kendime zulmettim ve şimdi istiğfarda bulunmak için size geldim ve siz de bana istiğfar talebinde bulunun.
Bu hanefi alim Nisa suresinin 64. Ayetine istinat ederek bu ayet hem Resulullah’ın –s– hayatta olduğu dönemi ve hem memat dönemini kapsadığını ve bunun şahidi de ayetin tefsirinde beyan ettiği Arap adam olduğunu vurguluyor.
Muhammed bin İsmail Buhari de şöyle yaziyor: Ne zaman kıtlık düşecek olursa, Ömer bin Hattab, İslam Peygamberi’nin –s– amcası Abbas bin Abdulmutallib aracılığı ile yağmur talebinde bulunur ve şöyle derdi: Ey yüce Rabbim, Resulullah –s– hayattayken ona tevessül ederdik ve sen de rahmet yağmurunu bize nazil buyururdun. Şimdi Resulullah’ın –s– amcası ile sana tevessül ediyoruz ki bizi sudan doyurasın ve böylece yağmur yağıyordu.
Şafii mezhebinin önderi Muhammed bin İdris Şafii bizzat ehli beyt –s– fertlerine tevessül ediyordu. Şafii, ehli beyte –s– tevessül inancını şu cümle ile ifade ediyor:
Resulullah’ın –s– hanedanı benim Allah’a doğru aracımdır, umarım onların vesilesi ile yarın kıyamet gününde amel mektubum sağ elime verilir.
Kur'an'ı Kerim bir başka surede Hz. Yusuf’un –s– öyküsünü anlatırken de tevessül meselesine işaret ediyor. Hz. Yakub’un oğulları kardeşleri Yusuf’u kuyuya attıklarında babalarının yanına gelir ve pişman olduklarını şöyle beyan eder:
(Oğulları) dediler ki: Ey babamız! (Allah'tan) bizim günahlarımızın affını dile! Çünkü biz gerçekten günahkârlar idik.
(Ya'kub:) Sizin için Rabbimden af dileyeceğim. Çünkü O çok bağışlayan, pek esirgeyendir, dedi.
Bu ayete göre de Hz. Yusuf’un kardeşleri babaları Hz. Yakub’dan onlar için yüce Allah’tan af dilemesini istiyor, zira Hz. Yakub ilahi kata yakındır. Hz. Yakub da Allah’ın büyük Peygamberi olarak bu talebi şirk veya küfür veya bidat olarak görmüyor, bilakis bu talebi kabul ediyor ve Allah’tan onlar için mağfiret dileyeceğini beyan ediyor.
Bu ayetler de özel insanları Allah’tan af dilemek için aracı yapmanın tevhidle çelişmediği gibi ilahi lütuf ve inayetten yararlanmanın bir yolu olduğunu ortaya koyuyor, yoksa Yakub peygamber asla çocuklarının bu talebine olumlu karşılık vermez ve Allah’tan onlar için af dilemezdi.
Gerçekte tüm bu örneklerden hareketle ilahi seçkin şahsiyetlere ilahi kata yakınlaşmak için tevessül etmenin Kur'an'ı Kerim tarafından kesinlikle onaylanan bir amel olduğu söylenebilir.