Temmuz 21, 2018 21:04 Europe/Istanbul

Şefaat konusunda önemli nokta, şefaat salahiyeti olan kimsenin bunu yüce Allah’ın izni ve icazeti ile yapmasıdır. Şefaat Allah teala tarafından başlar. Yani asıl Allah teala şefaatte bulunan insanı bu ameli yerine getirecek makama nail etmiştir.

Geçen bölümlerde şefaat amelini tanımladık ve şefaatin bir şeyi bir başka şeye eklemek ve birlikte olmak anlamına geldiğini beyan ettik. Bu kavramdan hareketle şefaat, kelimenin tam anlamı ile, şefaati edilen ve şefaatte bulunan iki kişi arasında kurulan içten bir bağın ürünü olduğu söylenebilir. Yani hakkında şefaat edilen kimse, hakka yönelmek ve sözle ve amelle şefaatte bulunan kimse ile bir nevi içten irtibat ve bağ kurmalı ve böylece şefaatten yararlanabilmelidir.

Geçen bölümlerde ayrıca herkes şefaatten yararlanamayacağını ve zulüm gibi günahları işleyen insanların şefaatin dışında tutulduğunu anlattık. Nitekim Kur'an'ı Kerim tabiri ile zalimlere hiç kimse şefaat edemez. Gerçekte şefaat ancak yaptıkları yanlış amelden ve işlediği günahtan pişmanlık duyan ve kendilerini ıslah etmek isteyen insanları kapsar. Bu durumda şefaat günahkar kulun tevbe etmesi ve pişmanlık duymasına bir nevi destek ve dayanak olur. Gerçekte şefaatin temel ekseni, tevhid çemberinde yer almaktır ve şefaat de onunla kalbi irtibat kurma ve hidayete erdirme aracı sayılır.

 

Din meseleleri uzmanlarına göre eğer insan ilahi evliyadan birine bağlanırsa, günahkar olsa bile hidayete erme ihtimali vardır, zira insan hidayete erdiren birine bağlanırsa, hidayete erdiren kişi nereye giderse, onu da beraberinde götürür, gerçi bazen yoldan sapabilir de. Bu durum fırtınalı bir denizde batmak üzere olan, fakat bir iple bir gemiye asılan bir insanın durumuna benzer. Böyle biri kurtuluşundan ümitvar olabilir.

Şefaat ise hidayete eren ve erdirenin bu dünyadaki bağlantısıdır. Dolaysıyla eğer insan bu dünyada evliya ile kalbi ve manevi irtibatını kesecek olursa, artık onun için hiç bir şefaat söz konusu olamaz, çünkü arada bir bağlantı yoktur ki uhrevi manada tecelli etsin. Buradan anlaşılan şu ki Kur'an'ı Kerim’de reddedilen şefaat de insanın Allah ve hidayete erdirenle bağlantısını koparmasının sonucudur. Yani kafir ve müşrik insanlar için şefaat yoktur.

 

Bundan önce belirtildiği üzere, şefaat edilen insanın bazı özellikleri olması gerekir. Örneğin şefaat edilen insan iman ve doğru inanca sahip olmalıdır, gerçi amelde bazı sapmalar yaşamış olabilir, fakat yüce Allah’a geri dönüşünden umut kesilmemiştir.

Benzer bir şekilde şefaat eden insan da özel şartları olması gerekir ki en önemlisi yüce Allah katında konumu ve kerametidir. Buna göre de ancak bazı has evliyalar bu makama nail olabilir ve yüce Allah karşısında başkalarının affedilmesini dileyebilir. Şefaat konusunda önemli nokta, şefaat salahiyeti olan kimsenin bunu yüce Allah’ın izni ve icazeti ile yapmasıdır. Şefaat Allah teala tarafından başlar. Yani asıl Allah teala şefaatte bulunan insanı bu ameli yerine getirecek makama nail etmiştir. Nitekim Bakara suresinin 255. Ayetinin bir bölümünde de hiç kimse Allah tealanın izni olmaksızın başkası hakkında şefaatte bulunamayacağı vurgulanmıştır.

 

Enbiya suresinin 28. Ayeti şefaat edenlerin bir özelliğini Allah korkusu ve O’nun rızası ile şefaatte bulunması gerektiği şeklinde ifade ederek şöyle buyurmakta: Allah, onların önlerindekini de, arkalarındakini de (yaptıklarını da, yapacaklarını da) bilir. Allah rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler. Onlar, Allah korkusundan titrerler!

Allah tealanın şefaat edenden hoşnut olma şartı, ancak rıza makamına nail olan has evliya şefaatte bulunabileceğini gösteriyor. Bu büyük insanlardan Allah teala razı ve hoşnuttur. Bu insanlar akıl ve düşüncede mükemmeldir, şefaat edilenlerin özelliklerinin bilincindedir ve yüce Allah’ın izniyle etkileme gücüne sahiptir.

Bu şartlara bakıldığında en büyük şefaat edenlerin İslam Peygamberi –s– ve masum imamlar –s– oldukları anlaşılır.

 

Kıyamet gününde şafiler çeşitlidir ve şefaat kapsamları da birbirinden farklıdır. Şii ve sünni kaynaklarda nakledilen rivayetlerden anlaşıldığı üzere, şafiler kıyamet gününde haklarında şefaatte bulunmanın mümkün olduğu günahkarlar için şefaat talebinde bulunuyor.

Kıyamet gününde ilk şafi, İslam Peygamberi Hz. Muhammed’dir –s–. O hazret bu dünyada insanların saadet ve mutluluğunu Kur'an'ı Kerim tabiri ile aşırı yürek yakmaktan dolayı kendini helak edecek noktasına kadar aşırı derecede düşünüyordu.

 

Bir hadiste ise şöyle okumaktayız: ben cennette ilk şefaatte bulunanım.

İslam Peygamberi’nin –s– has bir özelliği, kıyamet gününde geniş çapta şefaat yetkisine sahip olmasıdır. Allah teala Kur'an'ı Kerim’de “yakında Rabbin sana hoşnut olacağın kadar verecektir” şeklinde buyurmuştur.

Bu konu, Allah tealanın has kulu Muhammed’e –s– en yüksek ikramı ve saygısıdır ki onu bu dünyada düşmanlarına galip getirmiş ve dinini tüm aleme yaymıştır ve ahirette de en büyük muhibetleri ona vermektedir.

 

İmam Cafer Sadık’tan –s– bir başka hadiste de şöyle okumaktayız:

Resulullah –s– Hz. Fatıma’nın –s– evine geldi. O sırada sevgili kızının üzerinde deve yününden sert bir elbise vardı ve bir eliyle değirmenin çarkını çevirirken öbür eliyle evladına süt veriyordu. Bu manzara karşısında Allah Resulü’nün –s– gözü yaşla doldu ve şöyle buyurdu: kızım, dünyanın acısına ahiretin tadı için katlan, zira Allah teala “yakında Rabbin sana hoşnut olacağın kadar verecektir” şeklinde vahiyde bulundu.

Kuşkusuz Allah Resulü’nün –s– şefaatinden yararlanmanın bazı şartları vardır, yani o hazret ne herkes için şefaatte bulunur, ne de her günahkar insanın böyle bir beklentisi olabilir.

 

Tüm enbiya kıyamet gününde şafilerdendir. İslam Peygamberi’nden –s– bir hadiste şöyle okumaktayız: peygamberler ihlasla Allah’ın yegane olduğuna şahadet edenler için şefaatte bulunur ve onları cehennemden çıkarır.

Melekler de mahşer gününde şafilerden sayılır. Allah Resulü –s– bu konuda da şöyle buyurur: O günde meleklere ve enbiyaya ve şehitlere şefaatte bulunmaları için izin verilir. Mümin suresinin yedinci ayeti de istiğfar ve şefaat ancak mümin kullar ve ilahi yolu ve hakkı izleyenlere özel olduğunu buyurur.

 

Dünyada Kur'an'ı Kerim’i, yaşamının programı olarak seçen ve ona amel edenler kıyamet gününde şefaatten yararlanabilir. Bu konuda İslam Peygamberi –s– şöyle buyurur: Kur'an'ı Kerim, şefaati kabul edilen şafilerdendir.

İmam Cafer Sadık –s– bir hadiste şöyle buyurur: Kur'an'ı Kerim’i gençliğinde okuyan mümin insan, Kur'an'ı Kerim onun kanı ve eti ile bütünleşir ve yüce Allah onu iyilik eden elçileri ile bir tutar ve Kur'an'ı Kerim kıyamet gününde onu ateşten korur ve hak tealaya şöyle arz eder: ey yüce Rabbim, bana amel edenlerin dışında her amel eden amelinin mükafatını aldı, o zaman en iyi muhibetlerini ona var. Allah teala bunun üzerine ona cennet hillelerinden iki hille giydirir ve başına keramet tacı takar, ardından nida gelir: acaba razı oldun mu? Kur'an'ı Kerim şöyle arz eder: ben daha fazlasını umuyordum. O zaman emin ve amanı onun sağ eline ve cennetin anahtarını sol eline verilir, ardından cennete girer ve ona oku ve bir mertebe yüksel, denir. Ardından Kur'an'ı Kerim’e hitap edilir: acaba onu ideal makamına ulaştırdık mı ve sen razı oldun mu. Kur'an'ı Kerim şöyle arz eder: evet, razı oldum.

 

Masum imamlar –s– ve onların izleyenleri de şafilerdendir. Ehli beyt –s– fertleri dünyada insanları hidayete erdirerek onları kötü amellerin akibetinden kurtarır. Bunun gibi ehli beyt –s– izleyenleri de kıyamet gününde onların kurtuluş bayrağı altında yer alır , ki bu da gerçekte dünyada onları izlemelerinin tecellisidir.

Bundan başka nasıl ki bu dünyada ilahi rahmet ve mağfiret peygamberler ve evliyaların aracılığı ile insanlara ulaşıyorsa, ahirette de onların aracılığı ile insanlara ulaşabilir. Ancak ahirette sadece bu dünyada gerekli şartları hazırlayan insanlar ilahi rahmet ve mağfiret sofrasından yararlanabilir.

Nitekim İmam Ali –s– şöyle buyurur: bizim için şefaat vardır ve dostlarımız için de şefaat makamı verilir.

Rivayetlere göre alimler, bilginler ve ayrıca Allah yolunda şehit olanlar da şafilerdendir. Onlar da bir çok arkadaşını ve aile fertlerini şefaatlerinden yararlandırabilir.

İslam Peygamberi –s– şöyle buyurur: kıyamet gününde ilkin enbiya şefaatte bulunur, ardından ulema ve daha sonra da şehitler...

 

Buna göre şefaatin geniş anlamına bakıldığında, tüm maddi ve manevi sebepler ve etkenler ilahi katta şafidir, zira Allah tealanın feyzinin mahluklarına ulaşma aracılarıdır.

Evet, İslam’da şefaat adlı sohbetimizin sonuna geldik. Hepimiz kıyamet gününde Allah Resulü –s– ve masum imamların –s– şefaatinden yararlanmamızı umut ederek sizi Allah tealaya emanet ediyoruz.