İslam’da Şefaat - 7
Bugünkü sohbetimizde tevessül hakkında tekfircilerin ileri sürdüğü bazı şüpheleri ele almak istiyoruz.
Vahabiler ve tekfircilerce ileri sürülen şüphelerden biri şu ki, eğer Allah bize boynumuzdaki damardan daha yakın ise, o zaman neden dualarımızın icabet görmesi için başkalarını aracı yapmaya gerek duyuyoruz ve onlara tevessül etmek zorundayız?
Bu mantıktan hareketle vahabiler ve tekfirciler İslam Peygamberi -s- ve evliyalara tevessül etmeyi şirk sayıyor ve tevessül eden insanları da müşrik ilan ediyordu.
Sapkın vahabilerin ve tekfircilerin bu şüphesine verilecek cevapta, yüce Allah’ın kullarına boynundaki damardan daha yakın olması, tevessül meselesi ile asla çelişmediğini belirtmek gerekir.
Evet, Allah bize yakındır, peki ama, acaba biz O’na yakınlaşmak için herhangi bir adım atmış mıyız?
Gerçek şu Allah’ın bir çok kulu, kulluk hakkını yerine getirmemiş ve itaatsizlik ve isyankarlıkla kendilerini Allah katından uzaklaştırmıştır. Bu insanlar ne zaman sıkıntıya düşecek olursa ve kendilerinin elinde hiç bir şey olmadığını anlayınca, yüce Allah katında sevilen ve sayılan birini aracı yapar ve o kişiden yüce Allah’tan onların sorunlarını bertaraf etmesini ve hacetlerini yerine getirmesini talep etmelerini ister.
Aslında bu tür ilahi kata yakın insanlara tevessül etmek, gerçekte onların manevi ve ruhani makamlarına tevessül etmektir. Kuşkusuz İslam Peygamberi’nin -s- makamı ve şanı ve o hazretin erdemleri maddi cinsten değildir ki bu dünyadan ayrılınca onca fazilet ve erdem de yok olup gitsin. Dolaysıyla İslam Peygamberi’nin -s- yüce sıfatları ve o hazretin ilahi kata yakınlığı sadece yaşadığı dönemle sınırlı değildir, zira Allah Resulü -s- rihlet ettikten sonra da aynı özel erdemlere sahiptir. Bu yüzden Resulullah’a -s- tevessül etmek sadece o hazreti yaşadığı döneme özel bir amel değildir ve vefat ettikten sonra da Allah Resulü’ne -s- tevessül edilebilir.
Ehli sünnetin büyük alimlerinden Semhudi, Vefa el Vefa adlı eserinde şöyle yazıyor:
Alllah katında Resulullah’tan -s- ve makamı ve şanından medet ummak ve şefaat talebinde bulunmak, hem o hazret yaratılmadan önce, hem doğduktan sonra ve hem rihletinin ardından ve hem berzah aleminde ve hem kıyamet gününde caizdir.
Ömer bin Hattab Allah Resulü’nden -s- şöyle nakletmiştir: Ne zaman Adem yapmaması gereken işi yapınca (yasak meyveyi yeyince) başını göğe doğru kaldırdı ve mağfiret talebinde bulunmak için şöyle arz etti: Senden Muhammed hakkına beni bağışlamanı istiyorum. O sırada Adem’e vahiy nazil oldu: tevessül ettiğin Muhammed kimdir? Adem arzetti: Senin adın yücedir. Beni yarattığında şu cümleyi senin Arş’ında yazılı olarak gördüm: Lailahaillallah, Muhammed Resulullah. Kendi kendime dedim ki hiç kimse Muhammed’den daha üstün olamaz, zira onun adı, Allah’ın adı ile yan yana gelmiştir.
Şimdi de Müslümanlar her gün beş vakit namazda İslam Peygamberi -s- ile irtibat kuruyor ve o hazrete selam gönderiyor. Çünkü Allah Resulü -s- kendisine gönderilen selam ve duaları duyuyor:
السلام علیک ایهاالنبی و رحمة الله و برکاته
Selam olsun sana ey peygamber ve Allah’ın rahmeti ve bereketleri üzerine olsun.
Biz Müslümanlar da bu derin inançtan hareketle tevessül duasında İslam Peygamberi’nin -s- yüce Allah katında yüksek makamına tevessül ediyor ve şöyle arz ediyoruz: Ey yüce Rabbim, senden talep ediyorum ve sana yöneliyorum, peygamberin, rahmet peygamberi, Muhammed’in -s- vesilesiyle... ey Allah’ın Resulü, ey rahmet önderi, ey beyimiz ve efendimiz, biz senin aracılığınla Allah’a yöneliyoruz ve şefaat diliyor ve tevessül ediyoruz ve seni hacetlerimizin aracısı yapıyoruz. Ey Allah katında onurlu olan, bizim için Allah katında şefaatte bulun.
İslam kültüründen Allah teala ile irtibat kurmak hem aracısız ve hem aracı ile mümkündür ve insan her iki yoldan yüce Allah’tan isteklerini ve hacetlerini gündeme getirebilir. Gerçi Allah katına yakınlaşmak için her türlü araca tevessül edemeyiz. Diyanet işleri uzmanlarına göre tevessül için yüce Allah’ın hoşnut olduğu her şey aracı olabilir. Şimdi bu aracı Kur'an'ı Kerim okumak veya oruç tutmak gibi ibadi bir amel olabilir ve insan bu yoldan hacetini talep edebilir.
Allah teala ile irtibat kurmanın bir başka yolu ise yüce ve şerefli insanlara tevessül etmektir. Biraz önce de belirtildiği üzere tevessül peygamberlerin veya imamların kendilerinden bir şey istemek değildir. Hepimizi hacetleri yerine getirebilen tek güç yüce Allah olduğunu ve enbiya ve imamlar sadece ilahi feyze ulaşmak için sadece aracı olduklarını biliyoruz. Gerçekte bizim pak ve şerefli insanlara tevessül etmemizin sebebi, bu insanların yüce Allah katında seçkin konuma sahip olmalarıdır ve biz de onların bu seçkin konumundan yararlanarak yüce Allah’tan sorunlarımıza çare istiyoruz. Buna göre de tevessülün şirkle uzaktan yakından alakası yoktur ve tevhid inancı ile bire bir örtüşmektedir.
Ancak sapkın vahabilere ve tekfircilere göre İslam Peygamberi -s- bu dünyadan ayrıldığı için hiç kimsenin hakkında dua edemez ve bu yüzden o hazrete tevessül etmek beyhude ve şirk bir ameldir. Oysa Kur'an'ı Kerim’in Al-i İmran suresinin 169 ila 171. Ayetleri bu konuya ışık tutan bir hakikate işaret etmektedir. Ayetler şehitlerin bu dünyadan ayrılmış olmalarına karşın ölmediklerini ve hala hayatta olduklarını belirterek şöyle buyurmakta:
Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Allah'ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.
Onlar, Allah'tan gelen nimet ve keremin; Allah'ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler.
Bu ayetler açıkça şehitlerin diri olduklarını ve allak katında rızıkları ile beslendiklerini beyan ediyor. Ayetler şehitlerin ölümden sonraki alemde mutlu ve hoşnut olduklarına işaret ediyor. Onlar hayatta olan dostları ve silah arkadaşlarının durumundan haberdardır ve onlar için dua eder ve onlara da iyi bir gelecek müjdeler ve hayatta olanların da onlara katılmalarını beklerler.
Yani Kur'an'ı Kerim şehitlerin diri olduğunu ve hayatta olanların durumundan haberdar olduklarını ve onları müjdelediğini buyuruyor. Şimdi bu hakikat ortadayken acaba şehitlerin üstadı olan ve şanı ve makamı tüm şehitlerden daha üstün olan İslam Peygamberi’nin -s- fani dünyadan ayrıldıktan sonra hiç bir şeyden haberi olmaması ve hiç bir şey yapamaması veya hiç kimse için dua edememesi gibi bir durum söz konusu olabilir mi, dersiniz? Peki acaba Allah Resulü’ne -s- tevessül etmek şirk mi olur? Gerçekte Kur'an'ı Kerim’in bu ayetleri ve diğer bir çok ayet vahabilerin Resulullah efendimize -s- tevessül etmenin şirk olduğu yönündeki görüşlerini çürütmektedir.
Bedir savaşında Müslümanlar zafer kazanınca, müşrikler apar topar kaçmaya başladı ve bu savaşta büyüklerinden 70 kişi helak oldu. Müşriklerden ölenlerin cenazeleri bir çukurda toplandı. Allah Resulü -s- müşriklerin ölüleri ile konuşmaya başladı ve onlara hitap ederek şöyle buyurdu: sizler Allah Resulü için çok kötü komşular oldunuz. Siz onu evinden yurdundan kovdunuz, ardından bir araya gelip onunla savaşmaya kalkıştınız. Ben Rabbimin vadettiğini hak buldum.
O sırada orada bulunanlardan biri Resulullah’a -s- şöyle arz etti: sen cesetleri dağılan ölülerle konuşuyorsun. Allah Resulü -s- şöyle karşılık verdi: sen onlardan daha fazla duyabilen değilsin.
İslam dünyasının büyük çağdaş alimlerinden Ayetullah Subhani, vahabilerin tevessül hakkındaki şüphelerini ve görüşlerini reddederek şöyle diyor: bizim alemimiz sebep sonuç alemidir ve her hadise bir başka hadiseden doğar. Kur'an'ı Kerim çeşitli ayetlerde doğal sebep sonuç hakkında açıklamada bulunmuş ve tesirini ve rolünü anlatmıştır. Buna karşın bazen bazı hadiselerin bu doğal sürecin dışında şekillenmesinin bir sakıncası yoktur. Örneğin Hz. Yakub -s- uzun yıllar oğlu Hz. Yusuf’un -s- hicranında göz yaşı döktü ve bu yüzden gözleri kör oldu. Hekimler onun için hiç bir şey yapamadı, ama ne zaman oğlu Yusuf’un gömleğini yüzüne sürünce gözleri iyileşti ve görmeye başladı. Kuşkusuz görmenin hakiki sebebi Allah’tır, ancak bu hadisede ilahi meşiyet ve irade, Yusuf’un gömleğinin Yakub’un yüzüne sürülmesi ile tecelli etmiştir.
Kur'an'ı Kerim Yusuf suresinin 96. Ayetinde bu macerayı şöyle anlatıyor: Müjdeci gelince, gömleği onun yüzüne koyar koymaz (Ya'kub) görür oldu. Ben size: "Allah tarafından (vahiy ile) sizin bilemeyeceğiniz şeyleri bilirim" demedim mi! dedi.
Bu hadise aynı zamanda evliyaların hatta elbiseleri veya herhangi bir özel eşyaları bile faydalı ve etkili olabileceğini gösteriyor.
Ayetullah Subhani açıklamasının devamında vahabilerin çelişkili sözleri hakkında da ilginç bir noktaya temas ederek şöyle diyor: nasıl oluyor da peygambere hayattayken tevessül etmek tevhid simgesi ve tevhid doğrultusunda bir amel oluyor, ama vefatından sonra şirk ve küfür simgesi oluveriyor? Bu düşüncelerin batıl ve akıl dışı olduğu açıkça ortadadır.
Maalesef bazı Müslümanların Kur'an'ı Kerim’i yanlış anlamaları ve özellikle bazı yanlış ve sapkın düşüncelerin Müslümanların üzerinde etki yapması bu zümreyi saptırmıştır. Bu tür sapkın düşünceler vahabiler ve tekfircilerce yayılmaktadır, oysa hiç bir ilmi ve akli dayanağı da bulunmamaktadır. Nitekim bu tür sapkın düşüncelerin yayılması, tekfirci cani terör örgütlerinin türemesine yol açmıştır. Bu caniler dinden yanlış algıları yüzünden masum insanların canına, malına ve namusuna barbarca saldırıyor ve geniş çaplı yıkımlara neden oluyor.