Semavi nidalar - 19
İslam dünyasına ciddi bir şekilde zarar veren şom fenomenlerden biri, cahilliktir.
İmam Ali -s- mübarek Ramazan ayının 19. Gününde haricilerin zehirli kılıcı ile ibadet mihrabında aldığı darbe sonucu şehit düştü ve şehadeti ile birlikte İslam dünyası büyük yasa büründü.
Emirülmüminin Ali’nin -s- şehadet yıldönümünün yaklaşması dolaysıyla taziyelerimizi sunarak sohbetimize başlıyoruz.
İnsan yaratılışı doğal olarak uzak yakın soydaşları ile alışmasına ve onlara gönül vermeye yöneliktir. Bu ilgi ailevi ilişkilerde daha derin ve daha koyudur, öyle ki insan ailesinin refahı ve huzuru için elinden gelen her türlü çabayı harcar ve bazen bu uğurdu hatta insani ve ahlaki sınırları da gözardı eder. İlgileri ve bağları dengeleyen tek etken ise ülküler ve inanç hedefleri gündeme gelmesidir. Bu bakış duygusal ilişkilere yön verir ve insan yaşamında mantıklı ve ilkeli çizgileri belirler.
Bir başka ifade ile, imanlı ve Allah’a inanan insan doğal olarak bireysel ve ailevi çıkarları gözetler ve eşini ve evlatlarını sever. Ancak bu tür dostlukların ve gönül bağların iman ve hedefle sınırlı olduğu belirtilmelidir. Dolaysıyla insan için en iyi kişiler, inanç ve hedef bakımından eşgüdümlü olan kişilerdir. Bu yüzden Kur'an'ı Kerim imanlı insan servet ve ailevi duyguların etkisi altında kalmaması ve sorumluluklarını unutmaması için şöyle buyurmakta: Ey İnananlar! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.
Burada bazıları neden onlar ziyan edenlerden olduklarını sorabilir? Zira onlar tüm alemlilerden bağımsız olan hekim ve rahman Allah ile alış veriş yaparak ebedi çıkarlarını temin etmek yerine maddi ve geçici çıkarları gözetmiş ve en çok ölüm anına kadar eşlik eden evlatlara gönül bağlamıştır. İnsanın ebedi dünyayı fani dünyadaki maddi yaşamla değişmesi kadar daha büyük ziyan yoktur, üstelik bu durumda insan ilahi mahkeme karşısında yanlış amelinden ötürü hesap vermeye de hazırlanması gerekir.
Aslında burada maksat insanın maddi gelir ve çabaya karşı duyarsız olması ve bağımsızlığı ve izzeti nefsi için çaba harcamaması veya evlatlarını umursamaması değildir. Burada maksat, mal ve evlat insanı Allah’ı anmaktan gafil etmemesidir. Bir başka ifade ile eğer insan bir yol ayrımına gelir ve mal ve sevret ve evlatlara bağlılık ile ilahi sorumluluklarını yerine getirmek arasında bir seçim yapmak zorunda kalırsa Allah’ı anmayı her şeye tercih etmesi ve Allah’ın onun için belirlediği yolu izlemesidir.
Bu bağlamda asrı saadette en iyi şekilde tecelli eden bariz ve seçkin örneklerden biri İslam Peygamberi’nin -s- sevgili eşi Hz. Hatice -s- idi. Hz. Hatice -s- ilahi ve İslamî ülkülerin ve hedeflerin gerçekleşmesi için tüm malından ve servetinden vaz geçti ve böylece Allah Resulü -s- ile birlikte İslam’ı takviye etme yolunda adım attı. Bir başka örnek tevhid ülkülerini savunmak için Allah Resulü’nden sonra Medine’ye hicret eden ve ata yurdunu ve Mekke’deki tüm varlıklarından el çeken ve Medine’ye gelerek İslam Peygamberi -s- ile birlikte ilahi ülkülerin gerçekleşmesi için çaba harcayan muhacirlerdir.
Ancak bir grup daha vardı ki bu ata vatanı ve gönü bağları ve mal varlığı yüzünden Mekke’den Medine’ye göç edemedi ve şirk ve putperestlik üssü olan Mekke’de kalmayı tercih etti. Bazı durumlarda sadece evlatlar değil, bazen eşler de aile içinde eşlik etmez ve tevhid ülküleri ile muhalefet etmekte iyice ilerler ve düşman rolünü ifa ederdi. Böyle bir zamanda Kur'an'ı Kerim hakiki müminlere şu mesajı vermişti:
Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve bağışlarsanız, bilin ki Allah çok bağışlayan çok merhamet edendir.
Ve son olarak şunu da hatırlatmak isteriz ki Kur'an'ı Kerim kriterleri belli bir zaman veya mekana özel değildir ve her asırda ve her yerde bu kriterleri fikri ve inanç durumumuzla düzenlemeliyiz ve bu yolda hiç bir maddi, Irak, milliyet, ailevi etken bizim tevhidi ve İslamî ülkülerimizin yolunda engel oluşturmamalıdır. Hepimiz her zaman dini sorumluluklarımızın karşısında yerimizde durmalı ve hiç bir koşul altında tevhid hedeflerimizden el çekmemeliyiz.