Ağustos 28, 2018 10:16 Europe/Istanbul

Geçen bölümde Suudi Arabistan, Amerika ve işgalci Siyonist Rejimi işbirliğini ve bu ortaklığın Yemen'deki göstergelerini ele almıştık.

Bugün ise Suudilerin Yemen'de askeri kuvvete başvurmalarını ve bunun uluslararası hukuka aykırı olduğunu incelemek istiyoruz. Bizi takip edin.

Uluslararası hukukta genel olarak ve Birleşmiş Milletler Teşkilatında özel olarak, uluslararası ilişkilerde güç kullanmama veya tehdit etmeme ilkesi ve askeri müdahalenin yasak olması ilkesi, uluslararası kuralların temelini oluşturan ilkelerdendir. Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 2. Maddesinin 3. Fıkrasına esasen ülkeler arasındaki sorunlar barışçıl bir şekilde çözülmeli ve böylece adalet, uluslararası barış ve güvenliğin tehlikeye atılmaması gerekiyor. Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 2. Maddesinin 4. Fıkrasına göre ise Birleşmiş Milletler Teşkilatına üye olan ülkeler kuvvete başvurmaktan sakındırılmış ve kuvvete başvurmakla bir ülkenin bütünlüğünü veya bağımsızlığını ihlal etmekten men edilmiştir. Birleşmiş Milletler Teşkilatının 1970 bildirgesine göre saldırgan savaş, barışa karşı yapılan bir cinayettir ve uluslararası sorumluluk içerir. 1970 bildirgesine göre devletler uluslararası sınırlar ve başka uluslararası uyuşmazlıklar yüzünden her türlü kuvvete başvurmaktan sakındırılmıştır. Bu konuda devletler misilleme olarak kuvvete başvurmaktan bile men edilmiştir. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, uluslararası siyasi bir organ olarak, Suudi Arabistan'ın Yemen'de kuvvete başvurmama ilkesini ihlal ettiği gerçeğine göz yummaktadır.   

 

Birleşmiş Milletlerin 1970 bildirgesine esasen devletler güce başvurarak milletleri kendi kaderini tayin etme hakkından ve bağımsızlık hakkından mahrum bırakmamalıdırlar. Ayrıca başka ülkelerdeki iç isyanlara, terörist hareketlere destek vermekten, mali kaynak sağlamaktan ve kışkırtması veya organize etmesinden de sakınmalıdırlar ve silahlı grupların başka ülkelerde faaliyet göstermelerini himaye etmemelidirler. Başka uluslararası belgeler de kuvvete başvurmama ilkesiyle ilgili birçok madde içermektedir. Bunun içindir ki, milli siyasetlerin yürütülmesi ve başka ülkelerin iç meselelerine karışmak amacıyla kuvvete başvurulması, uluslararası kuralların açık bir ihlalidir. Kuvvete başvurmama ilkesinin uluslararası emredici kurallardan sayıldığında bir şüphe yoktur. Bundan dolayı bu ilkeyi bozacak her türlü anlaşma veya koalisyon da hiçbir zaman itibar kazanmayacak ve gayri meşru olarak bilinecektir.

 

Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 6. Bölümünde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin ülkeler arasındaki uyuşmazlıkları nasıl çözeceğine dair konulara yer verilmiştir. Buna göre Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ilk olarak uyuşmazlık yaşayan tarafların sorunları barışçıl bir şekilde çözmelerini ve hukuki temellere bağlı kalmalarını isteyecek. Bu gerçekleşemezse uyuşmazlık yaşayan taraflar, söz konusu sorunu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine götürecekler ve BMGK de sorunun çözülmesiyle ilgili öneriler sunacaktır.

 

Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 7. Bölümü, barışın tehdidi, bozulması ve saldırı eylemiyle ilgilidir ve bu bölümde meşru müdafaa hakkının da altı çizilmiştir. Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 7. Bölümün 51. Maddesinde, Birleşmiş Milletlere üye ülkelerinden her hangisine bir saldırı yapıldığında, BMGK uluslararası barışın ve güvenliğin sağlanması için alınacak kararlara dek, Birleşmiş Milletler Antlaşmasının hiçbir maddesi, ister kişisel meşru müdafaa hakkına ve ister toplumsal müdafaa hakkına hiç bir zarar vermeyecektir. Ama kuvvet kullanmama ilkesiyle ilgili de birkaç önemli istisna mevcuttur. Bu istisnalar ise başka ülkelerin iç meselesine karışmak isteyen ve başka ülkelerde savaşmak isteyen birkaç güçlü ülke tarafından suiistimal ediliyor. Kendini savunma veya meşru müdafaa hakkı geçmişten beri toplumsal ilişkilerde, bir kişinin, grubun veya milletin doğal bir hakkı olarak sayılıyor. Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 51. Maddesinde de bu doğal hakka vurgu yapılmış ve devletlerarasında müdafaa hakkının var olduğu ve bunun da kuvvet kullanmama ilkesine bir istisna olduğu açıklanmıştır.

 

Bir ülke yabancı bir ülke tarafından saldırıya uğramışsa kendini savunabilecek meşru müdafaa gücüne sahiptir. Ama bir saldırı gerçekleşmemişse, meşru müdafaa hakkı bahanesiyle kuvvete başvuramaz. Ayrıca uluslararası hukukun genel temellerinden olan zaruret ve orantılılık, kendini savunma hakkında göz önünde tutulması gereken unsurlardandır. Müdaffa hakkında zaruret ve orantılılık ilkelerine riayet etmek, Uluslararası Adalet Divanının kararı ile onaylanmış ve pekiştirilmiştir. Uluslararası Adalet Divanı'na göre meşru müdafaa hakkından yararlanan bir devlet veya onu savunan başka devletler, sadece askeri saldırıya uğramışlarsa bu haklarından yararlanabilirler.

 

Kuvvet kullanmama ilkesi ve meşru müdafaa ilkesi ile ilgili bütün kurallar, Suudi Arabistan'ın Yemen saldırısında ihlal edilmiştir. Suudi Arabistan'ın Yemen saldırısının gayri meşru olduğunu gösteren ilk hukuki ilke, Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 53. Maddesinin 1. Fıkrasında yazılan ilkedir. Bu ilkeye göre ülkeler birbirine karşı askeri müdahaleye başvurmak için ilk olarak BMGK iznini almaları gerekiyor. Suudi Arabistan yetkilileri ise Birleşmiş Milletler Antlaşmasına açık bir şekilde aykırı olarak, bu ülke ve Yemen arasındaki uyuşmazlıkları çözmek için BMGK'ne müracaat etmediler. Ama BMGK de Suudi Arabistan koruyucuları tarafından yönetildiği için 14 Nisan 2015'te çıkardığı 2216 sayılı kararıyla Suudilerin açık ihlallerini göz ardı ederek Fars Körfezi İşbirliği Konseyi'nin Yemen iç meselelerine karışmasını ve Suudilerin Yemen'e saldırısını onaylamış oldu. Bu saldırı sonucunda ise binlerce sivil, suçsuz çocuk öldürüldü ve Yemen altyapısı da yok oldu.

 

Suudilerin Yemen saldırısını izah etmek için ise Mansur Hadi'nin Suudi Arabistan'dan askeri müdahale yardımı istemesini içeren mektuba ve bir de El-Kaide gibi terör örgütleriyle mücadele etme amaçlı Suudi liderliğinde olan beş Arap ülkesinin bildirgesine başvurduğunu görüyoruz. Halbuki bu izahlar hiçbir hukuki meşruiyet taşımamaktadır. Çünkü ne Suudi Arabistan ve ne Fars Körfezi İşbirliği Konseyi ülkelerinden hiçbiri Yemen tarafından bir saldırıya maruz kalmamıştır. Yemen konusunda, önleyici müdafaa hakkı bile geçerli değildir. 21. Yüzyılın başlarında önleyici savunma hakkı adıyla tanınan yeni bir kavram ortaya atıldı. Ama Suudi Arabistan ve ortaklarının önleyici savunma hakkına sahip olduğu kesinlikle söylenemez. Çünkü bu ülkeler hiçbir zaman Yemen'in yakın gelecekte onlara saldıracağını ispat edemez. Zaten Yemenliler de Suudilerin saldırısından sonra uzun bir zaman diliminde meşru savunma haklarından bile mahrum kalmışlardı ve bir süreliğine koalisyona karşı hiçbir operasyon da yapılmamıştı.

 

Amerika gibi kimi ülkeler, son yıllarda kuvvete başvurmayı, önleyici savunma hakkı ile ilişkilendirip izah etmeye çalışıyorlar. Onlara göre hedef ülke tarafından bir saldırı yapılacağı kesin ve yakın olmasa bile, saldırı olasılığının yüksek olduğundan dolayı önleyici savunma hakkı kullanılmalıdır. Böyle bir şey kabul edilebilir mi sizce? Sadece ihtimaller üzerinden bir ülkeye askeri saldırıda bulunmak mantıklı mıdır? Aslında bu mesele, uluslararası kurallar ve ilkelere hiçbir şekilde uymayan bir meseledir.

 

İran Mufid Üniversitesi, Hukuk Fakültesinin dekanı Dr. Nasır Kurbanniya bu konuyla ilgili şöyle diyor: " Kesinlikle, kuvvet kullanmama ilkesi, uluslararası hukukta emredici bir kuraldır. Bu kurala aykırı olan her türlü anlaşma veya faaliyet de tamamen gayri meşrudur. Suudi Arabistan ise Yemen'de hem sivil ve hem askeri hedefleri bombalamaktadır ve böylece büyük küçük gözetmeksizin her yeri kendi insafsızca saldırısına maruz bırakmaktadır. Bu doğrultuda, Yemen'de oksijen ve oksijen donanımlarını üreten tek fabrikasını da hava saldırılarıyla bombaladı. Böylece Suudilerin açıkça uluslararası hukuku çiğnediğini görüyoruz.

 

Sonuçta, Suudilerin izahları ve Ensarullah halk hareketini bölgedeki güvenliği bozmakla itham etmesi gibi girişimleri, bu askeri müdahaleye meşru zemin hazırlamak için hiçbir şekilde yetmeyecektir. Suudilerin, El-Kaide ve IŞİD gibi terör örgütleriyle mücadele etme bahanesi de büyük bir yalandan ibarettir. Çünkü bugünkü belgelere göre Suudi Arabistan'ın Yemen müdahalesi terörist grupların daha da güçlenmelerine yol açmıştır. Özellikle de daha önceden yayınlanan ve Suudi Arabistan'ın El-Kaide ve IŞİD'in kurulması ve büyümesindeki rolünü gösteren belgelere bakılırsa Suudi Arabistan'ın Yemen saldırısına bahane gösterdiği terörizmle mücadelenin ne kadar boş bir iddia olduğu da gözden kaçmamaktadır.