Nisan 09, 2016 09:24 Europe/Istanbul

Geçen bölümlerde sünni alimler açısından müslümanlar arsında yaşanan tefrika ve zafiyetin nedenlerini inceledik.

Gelecek iki programda ise şii düşünür ve alimler içinde islami vahdet meselesinin konumu ve önemine değineceğiz. Bilindiği üzere islami vahdet konusuna ait olan tartışmalar daha çok 150 yıl öncesine dayanıyor ve sözü geçen tartışmalar genellikle dış müdahalelerin baskısı ve onlarla mücadele yolunda bir tepki olarak kendini hissettirmiştir. Ancak şii müslümanlar ile sünnü müslümanlar arasında ihtilafları kaldırma yolunda ki harcanan çaba uzun bir geçmişe sahip olmaktadır. Bu yüzden bu sohbetimizde ehli sünnet ile şiiler arasındaki ihtilafları gözden geçirerek şii alimler tarafından yapılan çabaları ve özellikle El Gadir kitabının yazarı Allame Emini’nin Kadiri Hum olayına ilişkin bakışını sizlere aktarmak istiyoruz.

Geçen bölümlerde anlatıldığı üzere şiiler ile sünniler arasında ihtilafların tam islam’ın başlangıç döneminde ve Peygamber efendimizin vekilinin tayini sırasında şiddetlenen tartışmalarla ortaya çıktığı ifade edildi. Öyle ki Beni Ümeyye’nin güçlenmesiyle bu ihtilaflar da şiddetlenmiş oldu. Geçmişe bakıldığında Beni ümeyye’nin iş üstüne gelmemesinden önce müslümanlar arasındaki çelişkili tutumlar, çatışmaların meydana gelmesine sebep olmamıştır. Ancak Beni ümeyye kendi hükümetinin temelini ehli beyt ve şiiler ile düşmanlık üzerinde kurdu ve bu da ihtilafların derinleşmesine ve kanlı savaşların vuku bulmasına sebebiyet verdi. Aslında Şiiler ve ehli beyte yönelik hakaret etme ve aşağlamayı başlatan da Beni Ümeyye idi.Kendilerini Peygamber efendimizin ailesinden sayan Abbasiler ise kendi dönemlerinde elden gelen baskı ve saldırılarını şiiler ve özellikle Alevilere karşı sürdürdüler. Abbasiler ilk önce şii düşüncesi ve alevilere destek sloganıyla işe başladılar ancak ne var ki zaman zaman siyasi amaçlar uğruna şiilerle düşmanlık tutumlarını sürdürdüler ve Alevilerin ölümü için birleştiler. Bu durum ihtilafların şiddetlenmesine ve Kufe ve Basre kentlerinden tüm islam dünyasına doğru yayılmasını hızlandırdı. Beni Abbas hükümeti şii müsülümanların düşmanlrına ve karşıt mezheplere maddi yardımlarda bulunarark bu müslümanları zulüm ve baskı altında tutmaya çalışıyordu. Ancak bu zalimane girişimler karşılıksız kalmadı ve şii müslümanlar gereken tepki ve cevabı bu saldırılara vermiş oldular.Ehli sünnetin tarafsız düşünceli alimleri gibi islam dünyasını birleştirmeye çalışan şii alimler, her zaman sünni imamlar arkasında namaz kılmaya ve sünni hastalarını ziyaret etmeye tavsiye ediyorlardı çünkü ehli sünnet müslümanları ile ihtilafları düşük bir seviyede tutmak onların asıl amaç ve isteği idi.

Şii müslümanlar hakkında yapılan zulümlere rağmen bu mezhebin müslümanları her zaman kendi aralarında ve ehli sünnet ile ittihadın koruyucusu olarak mücadele veriyorlardı ve şii alimler ve düşünürler her dönemde ehli sünnet alimleri ile birlikte hareket etmeye, tefrika oluşturan etkenlerden uzak durmaya ve vahdeti tüm anlamıyla islam ümmiti içinde sağlamaya çalışıyorlardı. Örneğin dördüncü ve beşinci yüzyılda İmam Hüseyin’e (as) yapılan zulümleri telafi etmek amacıyla o hazret hakkında Harezmi Hanefi’nin Maktelul Hüseyin kitabı gibi bazı eserler ele alındı. Altıncı yüzyılda ise Rey kentinde Abdul Celil Kazvini gibi şii düşünürlerden bazıları şiilerin ehli sünnete karşı aşırı tavırlarını düşürmeye çalıştıkları görülürdü. Şii alimlerin başında gelen Abdul Celil Kazvini Razi hicri 560 yılında şii nüfuslu merkezlerden olan Rey kentinde yaşıyordu. O şii ve sünni arasında vahdet tartışmalarını ciddi bir şekilde sunmaya çalışan ve bu mezhep arasında mesafeyi azaltmaya çalışan ilk bilgin insanlardan biridir. Kazvini Elnegz isimli kitabında, Fezaeh El Ravafiz kitabını incelemye çalışmış ehli sünnetin şii müslümanlar hakkındaki aşırı görüşlerini eleştirip ve şiilerin bir takım görüşlerini siyasi açıdan ılımlı kılmaya çalışmıştı. Politik olarak da şii hareketini dönemin hakimiyeti olan Selcuklulara yakınlaştırma yolunda çaba harcadı.

Düşünce ve fikri açısından Abdul Celil kazvini Razi İran’ın Ortaçağ tarihinde tüm islami mezhepler arasında sağlanması gereken ittihad ve birlikteliğin müslümanlar arasında gerçekleşmesine vurgu yapan en önemli şii teorisyenlerden biridir. Ancak o bu fikirlerin sunulmasında sadece tek bir şii alim değildir aynı zamanda altıncı, yedinci ve sekizinci yüzyılda tasavvufun şekillenmesiyle mezhepler arasında vahdetin sağlanmasını çok etkileyen kişilerden biridir. Sufiler mezhebe karşı hassas olmadıkları için ehli sünnet ile şiiler arasında hiç bir fark tanımayarak, bunları birbirine yakınlaştırmak için uygun bir ortam oluşturdular ve şii alimleri o dönemlerde daha da çok çalışmaya ve araştırma yapmaya sevk ettiler. Moğol kavminin hükümettiği dönem olan yedinci yüzyılda, şii mezhepli Hace Nasireddin Tusi kendini hükümete yakınlaştırarak Marağa kentinde rasathanenin inşaatını tamamlayıp ve burada şii ve sünni alimleri ve bilim adamlarını bir araya toplayarak herkes için kendi görüş ve fikirlerini özgürce yaymak için uygun bir ortam oluşturdu. Hace Nasir’in öğrencisi olan Allame Hilli’nin düşünceleri Şii fıkhını tamamlamakta çok önemli idi ve mezhepsel çekişme ve ihtilafları düşürme yolunda çaba harcayan insalar arasında kendini hissettirmiştir.

Müslümanlar içinde birlik ve ittihadı uygulamaya çalışan tüm şii alim ve aydınların çabalarının yanısıra, bazıları da Allame Emini gibi şiilik üzerinde durarak şiilerin hakkaniyetinin islam dünyasında isbatlanması için önemli eserler kaleme almışlar.Hz. Ali (as)’ın hakkaniyetini ispatlamak için Allame Emini tarafından kaleme alınan El-Gadir kitabının dili arapçadır ve kimileri bu eseri şiiliğin ispatı için en önemli kaynak olarak tanıtıyorlar. Yazar bu kitapta Kadir hadisini rivayet eden 110 sahabeye ve 84 tabiine işaret edip ve ikinci yüzyıldan ondördüncü yüzyıla değin kadir hadisini rivayet eden toplam 360 kişinin adını bu eserde yazıyor. Sonunda ise bu konuda çeşitli şairlerin şiirlerini getiriyor. Ayrıca yazar bu kitabı hazırlamak için Irak, Hindistan, Pakistan, Mısır ve diğer batılı ülkelerin kütüphanelerine müracaat ederek seferler düzenlemiştir.

El-Gadir kitabının 3.cildinde, Reşit Rıza tarafından kullanılan ’’ şii müslümanlar, müslümanların ecnebi karşısında yenilgilerinden her zaman sevinir öyle ki Rusların İran’da müslümanlara karşı zafer kazanmalarını kutlamışladır’’ cümlesine şöyle yanıt veriyor:’’ Böyle yalanlar ve palavralar ancak Reşit Rıza gibi şahsiyetlerden ortaya çıkar.Bu suçlamaların hedefinde İran ve Irak şiileri vardı. Üstelik diğer islami ülkelrin temsilcileri ve başkanları İran ve Irak’a düzenledikleri seferleri sırasında böyle bir olaydan habersiz oldukları dillendirildi. Şii bir müslüman şii ve sünni müslümanların kanı, şerefi ve malının korunması yolunda her zaman saygılı olmuştur.Ne zaman ki islam alemine ve islam coğrafyasında bir felaket gelmişse, onların üzüntüsünü paylaşmıştır.Şiiler hiçbir zaman Kuran ve sünnette vurgu yapılan islami kardeşliği sadece şilik alemine mahsus tanımamıştır ve bu yüzden şii ile sünniler arasında hiçbir ayrım yapmamıştır.’’

Allame Emini ayrıca üçüncü cildinin sonunda eskideki eserleri eleştirerek şöyle diyor: Bu kitapların eleştirilerinden güddüğümüz amaç islam ümmetinin uyandırılmasıdır ve onlara bu kitapların islam toplumu için en büyük tehlike oldukalarını göstermektir. Çünkü hepsi islami vahdeti baltalıyor, müslümanların saflarını bozuyor öyle ki hiçbir kitap bunlar gibi müslümalraın arasındaki birlikteliği zedelemiyor ve islami kardeşliğin kökünü kurutmuyor. 017 015