İran İslam inkılabı ve sosyal bilimler tezleri - 6
Geçen bölümlerde İran İslam İnkılabının dünyanın diğer büyük inkılapları ile farklılıklarından söz ettik ve bu inkılabın ona 20. Yüzyılın diğer inkılaplardan farklı kılan ve bu inkılaplardan daha üstün ve daha seçkin hale getiren kendine özel bileşenleri ve özellikleri bulunduğunu anlattık.
Geçen bölümde yine dedik ki İran’da Şubat 1978 tarihinde gerçekleşen İslam inkılabı İran’da 2500 yıllık saltanat düzenini yıkmaktan başka dünya inkılap tarihinde gündemde olan tezlerini de değiştirdi ve gerçekleşmesi ile beraber inkılap tezlerinde dördüncü inkılap kuşağını gündeme getirdi ve bazı eski inkılap tezlerini çürüttü.
İran’da İslam inkılabı vuku bulmadan önce, inkılapların vuku buluşu hakkında bazı tezler söz konusuydu. Bu tezler daha çok iktisadi, psikolojik ve yapısal konuların üzerinde odaklanmıştı. Ancak bu tezlerden hiç biri inkılapların vuku bulmasında din ve inancın rolüne temas etmiyor ve daha çok hatta üçüncü dünya ülkelerinde bile hareketlerin daha çok dinin toplumdan soyutlandırılmasına yönelik olduğunu savunuyordu. Ancak İran İslam İnkılabı 1970’li yılların sonlarına doğru dinin inkılapların vuku bulmasında yerini belirgin hale getirdi ve sonuçta bu tezi inkılap tezlerine eklemiş oldu.
Gerçekte İran İslam İnkılabı güçlü dini eğilimler ve köklerle zafere ulaşması dünya siyaset arenalarında dinin siyasetten ayrı olduğu eğilimini ön plana çıkarmaya çalışan Batılı düşünürlerin düşüncelerini çürüten bir gelişme oldu. Batılı düşünürlerin görüşlerini yenileme ekolü ve marksist ekol olmak üzere iki genel kategoriye ayırmak mümkün.
Yenileme ekolünün teorisyenleri, biri din ve mezhep olan sünnet simgeleri hızla yerini modernite simgelerine bırakacağı tezini ispat etme peşindeydi. Bu kesim din ve mezhep hatta bekasını sürdürmesi durumunda tamamen kişisel bir konu olmakla sınırlı kalacağını savunuyordu. Bu kesime göre ülkeler moderniteye doğru hareket edecektir, zira modernite, gelenekle tezat içindedir ve buna göre toplum dinden ve mezhepten uzaklaşacaktır. Bu kesime göre bu süreç Batılı toplumlarda yaşanmış ve inkılapçı gelişmelere vesile olmuş ve bu süreç şimdi gelişmekte ve yenilenmekte olan üçüncü dünya ülkeleri başta olmak üzere diğer ülkelerde de başlamıştır.
Yenileme ekolünün teorisyenlerinden biri Danial Lerner’di. Lerner geleneksel toplumun geçişi adlı eserinde İran, Türkiye, Lübnan, Suriye, Mısır, ve Ürdün olmak üzere altı ülkede modernizasyon teorisini ele aldı. Lerner’e göre bu toplumlarda kentleşme ve okuma yazma oranının genişlemesi ile birlikte geleneksel topluma ait olan din marjinalleşecek ve tamamen bireysel bir konu hale gelecek ve toplumda ve hükümette yeri olmayacaktı. Lerner’e göre din ve dini değerler ülkelerin imar ve kalkınması yolunda engeldir ve sonuçta başkalar ülkelerde modernize olmak ve iktisadi büyüme ve sermaye birikimi diğer sosyal ve kültürel alanları etkileyecek ve Batılı düzenlerin tarzında demokrasinin oluşumu ile din ve dini değerler rengini kaybedecektir.
Aslında bu tür bir düşünce, 19. Yüzyılın tekamül eksenli tezlerden ve 1950’li ve 1960’lı yılların işlevsel tezlerinden etkilenmiştir. Bu düşünceyi Rosto, Almond ve Pay gibi teorisyenler temsil ediyordu.
Ancak Danial Lerner’in üzerinde araştırma yaptığı ülkelerde yaşanan gelişmeler onun tezinin tam tersini ispat etti. İran’da İslam inkılabı mezhep ekseninde ve hatta din adamlarının önderliğinde gerçekleşti. Türkiye’de islamcı politikacılar iktidarın başına geçti. Mısır ve Lübnan’da ise güçlü İslamî akımlar ortaya çıktı. Hal böyleyken ve özellikle İran’da İslam inkılabı zafere kavuşması ve bir çok İslamî hareket bu inkılaptan esinlenerek şekillenmesi, modernitenin kaçınılmaz sonucu olarak görülen dinin siyasetten ayrı olduğu yönünde tüm yenileme tezleri çürümüş oldu ve bu tez tarihin çöplüğüne atıldı.
İkinci grup siyasi açıdan din ve mezhep için muhafazakar bir rol biçen ve dini iktidarların halkı kontrol etme aracı olarak bilen teorisyenlerdir. Marksistler bu grupta yer alır. Onlara göre din ve mezhep hakim sınıfın elinde bir araçtır. Marksistler din için hiç bir inkılapçı rol tanımaz ve toplumda da din için ikinci derecede ve marjinal bir konum tanır. Marksistlelr inkılapları analiz ederken sadece toplumun sınıfsal genel yapısını göz önünde bulundurur. Onlara göre inkılapçı şartlarda bu sınıfların arasındaki sürtüşme şiddetlenir ve baskıcı hakim sınıf çöker ve itibarının dini boyutunu kaybeder.
Bu yüzden İran’da şia mezhebi ekseninde İslam inkılabının zafere kavuşması pratikte tüm bu tezleri çürüttü. Buna göre marksistler de İran’da İslam inkılabının gerçekleşmesi dinin temelinde değil, ekonomi temelinde gerçekleştiğini ve bu inkılabın dini bir inkılap olmadığını ispat etmek için büyük çaba harcadılar, ancak sonunda bunu başaramadılar ve Teda Skaçpul gibi inkılapların hakkında marksist tezi benimseyen bir teorisyen tezini ıslah ederek marksist tezin eksik kaldığını itiraf etti.
Din ve mezheplerin inkılaplarda ve sosyal seferberliklerde etkileri üzerinde araştırma yapan uzmanlar din için üç temel rolü tanımlıyor. Bunlar dinin halkın inkılap sürecine katılımını arttırmak, dinin mevcut düzenden hoşnutsuzluk yaratmak ve inkılaptan sonra milli kimlik ve dayanışma oluşturmakta ifa ettiği rolüdür. İlginçtir ki din her üç rolü İran’da İslam inkılabının vuku bulması ve inkılaptan sonraki atmosferde ifa etti ve bu inkılabın gerçekleşmesinde eşsiz bir etkisi oldu.
Din İran’da saltanat düzenine karşı halkın en önemli bütünleşme etkeni olduğu gibi, dinin önderler de halkı organize etmek ve saltanat düzenine karşı hoşnutsuzluğu harekete geçirmekte etkili oldu. Gerçi İran İslam İnkılabı tüm halk kesimlerinin katılımı ile gerçekleşti, fakat Pehlevi rejimi ile mücadelede esas üs, camiler ve dini ilimler merkeziydi ve her iki üs din adamları tarafından yönetiliyordu.
Bundan başka dini sloganlar da halkın Pehlevi rejimine karşı birleşmesinde etkili oluyordu. Adalet, istikbar karşıtlığı, islamtaleplik, insani değerler, mazlumlara destek, hatta özgürlüktaleplik gibi sloganların kökü şia mezhebine uzanan şiarlardır. Dolaysıyla din ve mezhep hem halkın katılımında ve hem Pehlevi rejiminden hoşnutsuzlukların artmasında temel rolü ifa etti ve sonunda Şubat 1979 tarihinde İslam inkılabı zafere ulaştı.
İslam inkılabı zafere kavuştuktan sonra da din ve mezhep ilerlemede önemli bir etken oldu. Nitekim din ve mezhebin rolü her geçen gün artmaya başladı, öyle ki mezhep ve mezhepsel ilişkiler halkın eşsiz birlikteliklerinin şekillenmesinde önemli bir etken oldu, ki buna her yıl Muharrem ayında düzenlenen etkinliklerde yaşanan ve İran milletinin özgüvenliğinin şekillenmesinde etkili olan yas merasimlerini örnek vermek mümkün. İslam inkılabı zafere kavuştuktan sonra bu inkılabın düşmanları ve en başlarında ABD İslam inkılabını hezimete uğratmak için türlü kumpaslar kurdu, fakat İran milletinin Allah’a iman ve inancı sayesinde bu kumpasları bozguna uğrattı ve bundan sonra da uğratacaktır.
Bundan başka mezhep, İran toplumunun inkılaptan sonra ilerlemesinde etkili olan bir etken oldu. Bu ilerleme ise tüm alanlarda göze çarpıyor. Batı toplumunda akılcılıktan maksat, aklın bir araç olarak kullanılmasıdır ve akıl ve düşünce sırf ilerlemelerde rol ifa eden araçları belirlemekte rol ifa eder ve hedefleri belirlemez. Gerçekte Batı’da akıl ve düşünceye asgari düzeyde değer verilir, oysa şia mezhebinin bakışında insanın dünyevi ve uhrevi olmak üzere iki boyutu vardır. Akılcılık İslamî bakışta hem hayat felsefesini belirler, hem ahlakiyatı düzenler, hem insanın yücelme araçlarını belirler. Bu yüzden mezhep insanın hem dünya hem ahirette ilerlemesinin etkenidir.
Mezhep İran’da İslam inkılabı zafere kavuştuktan sonraki kırk yılda İran’ın bilimsel ilerlemesinde büyük rol ifa etti. İran inkılaptan sonra bölgede ve dünyada bilimsel referans olmak için büyük adımlar attı.
İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Hamanei bu konuda şöyle buyurdu: bilim meselesinde kendi vagonlarımızı Batı’nın lokomotiflerine bağlamamalıyız.
İran’ın bilimsel ilerlemeleri nükleer, nano, kök hücre ve tıp gibi büyük alanlarda ilerlemeleri ülke yaptırımlara maruz kaldığı halde gerçekleşti, fakat İran milleti Kur'an'ı Kerim tealimi ve Allah’a iman gücü ve İranlı gençlerin iradesi ile bu başarılara imza attı.
Bu arada mezhep İran milletinin inkılaptan sonra yaşamında maneviyatın ve sosyal ilişkilerin gelişmesine katkı sağladı. İran milletinin dini merasimlere coşkulu katılımı ve özellikle Aşura ve Erbain etkinliklerinde yer almaları milli dayanışmaya ve sosyal sermayelerin gelişmesine yol açtığı gibi bu milletin maddi alanda ilerledikleri gibi manevi ve uhrevi hayatı da gözetlediğini ortaya koyuyor.