Nisan 11, 2016 11:42 Europe/Istanbul

Geçen bölümlerde sekularizmin dinin insan yaşamının çeşitli alanlarından soyutlandırılmasından ibaret olduğunu ve bu düşünce aslında Batı'nın kültürel ve tarihi şartlarından kaynaklandığını anlattık.

Gerçekte Batı'da aydınlanma döneminde yaşanan fikri değişim, Avrupa'da ortaçağda hakim olan fikri akımlara gösterilen bir tepkiydi. Bu fikri akımlar ortaçağda Avrupa'nın tarihi ve sosyal arenalarında büyük değişimlere sebep oldu.

Öte yandan Batı'da kültür ve düşünce tarihine şöyle bir bakıldığında, sekularizmin her bir bileşeni ortaçağda kilise patronları tarafından Hristiyanlık adına dayatılan uygulamalara gösterilen tepkilerin birer yansımasından ibaret olduğu anlaşılır.

Geçen bölümlerde ayrıca Batılı kültürde sekularizmin türeme sebeplerinden bazılarını irdeledik ve İslamî kültür ve düşünce ile farklılıklarını anlatmaya çalıştık. Akıl ve imanın sürtüşmesi, din ve dünyanın karşı karşıya getirilmesi ve yine yeni bilimlerin Hristiyanlık öğretileri ile uyumsuzluğu, Batı kültürünün sekularizm düşüncesinin ortaya çıkmasına yol açan bazı özellikleridir. Ancak İslam dini ile aşina olan herkes, bu özelliklerin İslam dininde geçerli olmadığını çok iyi bilir. İslamî düşüncede aklın özel bir yeri vardır, öyle ki hatta akıl ve düşünmeye dayanmayan iman asla kabul edilemez. Yine İslam öğretilerinde dünya insanların saadete erme beşiğidir ve Allah Teâlâ da dünyevi ve maddi eğilimleri güdümlü olarak insanın içine yerleştirmiştir. Bu yüzden İslam dininde din ve dünya birbirinin karşısında yer almaz, bilakis ilahi kata yakınlaşmak ve ebedi saadete ermek için ilahi hidayet ışığında şu maddi yaşamı yaşamak gerekir.

Şimdi sekularizm türeme sebeplerini irdeledikten sonra sekularizmin fikri temellerini irdelemek istiyoruz.

Düşünürler hümanizmin (insancılık) sekularizm düşüncesinin en önemli ve en temel ilkelerinden biri olduğuna inanıyor. Aslında sekularizm için başka ilkeler de söz konusudur ki bunları hümanizmi tanıdıktan sonra irdelemek daha kolay olur. Bu ilkelerin en önemlileri scientism (bilimselcilik), pozitivizm (olguculuk), liberalizm ve rasyonalizm (akılcılık) ilkeleridir. Bu ilkeleri de daha ileriki programlarımızda kısaca gözden geçirip İslamî ilkelerle karşılaştıracağız.

İnsanın gerçek kimliği, yetenekleri ve kabiliyetleri hakkında farklı görüşler beyan edilmiştir. Hümanizm olarak ün yapan görüştü insan insanı bağımsız ve Allah ve başka dünya ile ilgisi olmayan bir varlık olarak görür. Bu görüşte insanın kendi saadetine erişebilecek güçte olduğu ve bu da şu maddi dünyada mutlu ve güçlü olmasından ibaret olduğu ve bunu insani gücü ile elde edebileceği iddia edilir. Bu görüşe göre insan özerk ve mutlak güç sahibi bir varlıktır ve kendi istek ve iradesinin dışında hiç bir şeye karşı sorumlu ve yükümlü değildir. Hümanizm insanın Allah'tan ve yardımlarından bağımsız olduğunu savunur ve insanı varlık aleminin ekseni sayar ve alemde tüm kanunlar ve ilişkiler insanın istek ve iradesi ile şekillenmesi gerekir. Bu düşünce beşeri sorunların çözümü ve varlığın gerçeklerinin beyan edilmesi için her türlü doğa üstü çabayı reddeder.

Hümanizm hakkında bazı kaynaklarda şu ifadeler yer alır:

Hümanizm terimsel tanım açısından "sevgi" içermez. Daha felsefi ve bilimsel bir temeli ifade eder. Türkçe karşılığı "insan-merkezcilik"tir. Yani tanrı-merkezcilik geri plana atılır ve bir anlamda reddedilir, insan-merkezcilik esas alınır. Bu kavram psikolojik derinliği olan sübjektif bir kavram değil, felsefi temelli objektif bir kavramdır. Örneğin bir fiilin değerlendirmesinde "tanrının/tanrıların hoşnutluğu" değil "insana faydası/hoşnutluğu" esastır. Bu açıdan da sekülarizmle sıkı bir ilişkisi vardır. Yine kanunların düzenlenmesinde tanrı-merkezciliği değil insan-merkezciliği önermektedir.

Hümanizm ilkin Rönesans çağında kültürel bir akıma verilen addı. Bu akımın amacı eski Yunanın klasik eserlerine göre insanın içindeki gücü açığa çıkarmak ve insanların bilimini, ahlaki ve dini yaşamını kilisenin egemenliğinin altından kurtarmaktı. Fakat bu kavram zamanla geniş mana kazanmaya başladı ve siyaset, kültür, felsefe ve diğer bilimleri etkilemeye başladı. Bir başka ifade ile günümüz Batı dünyasına hakim olan düşünceyi hümanizmin yankılarından bağımsız olarak yorumlayamayız.

Eski Yunan düşüncelerinde insan ve sıfatları eksendi. Hatta Yunan tanrıları insan kılığındaydı. Sanat ve düşüncelerin konusu insan ve yetenekleriydi ve Yunanlı sofistler insanı her şeyin temeli ve kriteri olarak görüyordu. Gerçi bunlar bu düşüncede ifrata kaçtıkları için kuşku vadisine düştüler. Öte yandan Yunan kültürünün sönmeye yüz tutması ve Hristiyanlığın kilise yorumunun yaygınlaşmasının ardından durum tamamen değişti ve Hristiyanlığın insan bilimi Yunan kültürünün insan bilimine galip geldi.

Kilisenin yorumunda insan, Hz. Adem'in günah işlemesi yüzünden cennetten kovulan ve günahkar olarak bu dünyaya gelen bir mahluktu ve akıl ve düşüncesi saadet veya şekavetinde hiç bir etkisi yoktu ve bu yüzden akıl ve düşüncenin rafa kaldırılması daha iyidir.

Ortaçağ kilisenin insandan yorumunda insanın doğal ve içgüdüsel eğilimleri tam imana kavuşması yolunda birer engeldir ve bu yüzden ruhanilerin imanın daha yüksek derecelerine ermeleri için bu doğal ve içgüdüsel eğilimleri terk etmeleri gerekiyordu. Gerçekte hümanizm ve eski Yunanlıların insan eksenli inançlarına geri dönüş, kilisenin insana ve yeteneklerine ve Allah vergisi doğasına kapalı ve akılcı olmayan yaklaşımına gösterilen bir tepkiydi. Hümanistler açıkça kilisenin ortaçağda insandan gasp ettiği haklarını ona iade etmek istediklerini belirtiyordu.

Günümüzde hümanizme bir çok eleştiri yöneltiliyor ki bu eleştirilerin büyük bir bölümü hümanistlerin insanın yeteneklerine yönelik aşırı ilgisi ve beşeri akıl ve deneyimlerinin kısıtlı oluşunu göz ardı etmesidir. Hümanizmi eleştirenler bu kısıtlamalar ve eksikliklerin üzerinde durulmaması bireyi ve modern toplumu ciddi zararlara ve krizlere maruz bıraktığını belirtiyor.

Aslında hümanizme yöneltilen eleştirileri irdelemek için uzun süre gerekiyor ve yine bu kısa söyleşiye sığmayacağını da belirtmek gerekiyor. Fakat burada hümanizmin İslam öğretileri ile aralarındaki bazı farklılıklara değinmek ve böylece bu düşüncenin İslam öğretileri ile karşılaştığında hangi konumda yer aldığını aydınlatmak istiyoruz.

İslam öğretilerine göre varlık aleminin ekseni insan değil, yüce Allah'tır. Fakat varlık ekseni olmamak insan şanına aykırı bir durum değil, bilakis onu başka düşüncelerde elde edemediği bir konuma yerleştirir. İslam'da insan sırf maddi bir varlık değil ve insaniyeti ona bağlı bulunduğu bir ruha sahiptir. İnsan ebedi bir varlıktır ve her türlü kirlilikten ve kötülükten arınmış bir şekilde dünyaya gelir ve Allah Teâlâ da onu iç peygamber yani akıl ve dış peygamber, yani ilahi resullerle ebedi saadete doğru hidayete erdirir. Yine insanın hayatı ölümle sona ermez, bilakis hakiki ve ebedi hayatı ölümden sonra ahiret dünyasında belirlenir. Kur'an'ı Kerim insanı eşrefi mahlukat ve Allah'ın yeryüzündeki halifesi bilir. İnsan meleklerin karşısında secde ettiği bir mahluktur ve Allah Teâlâ dünyadaki tüm nimetleri ve imkanları ona sundu ve ebedi saadete ulaşmasını istedi. İnsan yaratana en yakın yaratılandır, eğer hidayet yolunu izlerse ve tüm mahluklardan daha alçaktır, eğer sapkınlık yolunu tutarsa ve insan bu iki yoldan birini seçmekte hürdür.

Daha önce de belirtildiği üzere İslam dinine göre insanın akıl ve düşünce özelliklerinin büyük önemi vardır ve akla dayalı olmayan iman asla kabul edilmez. Fakat insanın aklı ve tecrübesinin de bazı kısıtlamaları vardır ve genelde hatadan arınmış değildir. Nitekim zaman beşeri bilimlerin hataya açık olduğunu göstermiştir.

Bundan başka İslam dinine göre insan sırf maddi bir mahluk değildir ve yaşamı da şu maddi dünya ise sınırlı sayılmaz. İnsan başlangıç ve sondan bağımsız değildir ve onun için yaşam hakikati bu dünyadan daha üstün bir dünyada yaşanır. Fakat insan aklı bu alemle ahiret alemi arasındaki ilişkileri tanıyabilmesi ve insan ruhunu ve ebedi saadetinin etkenlerini anlayabilmesi için vahye muhtaçtır.

İnsan değerleri yaratmaz ve kendisi ve içinde yaşadığı dünya ve bu dünyaya hakim olan tüm kanunlar hedefsiz hiç bir şey yapmayan hikmetli Allah'ın mahlukudur. Kur'an'ı Kerim açısından insanın ahlaki değerleri heva ve hevesleri ve istek ve eğilimlerine tabi değildir ve ancak alemdeki diğer mahluklarla ilişkileri ve karşılıklı etkileşimleri ve yine ebedi uhrevi saadeti ve yaşamı üzerindeki etkilerine göre şekillenir.

Dolaysıyla İslamî öğretiler açısından Batılı hümanizme yöneltilen önemli eleştirilerden biri, hümanizmde insandan tamamen maddi bir tanım sunulması ve gerçek şanı ve manevi ve kudsi cevherinin göz ardı edilmesidir. Bu konuda İranlı büyük düşünür şehit üstad Mutahhari şöyle diyor: İnsan Batı'nın gözünde bir makine seviyesine indirilmiş ve ruhu ve asaleti inkar edilmiştir.

Hümanizm ya da insancılığın aslında kilisenin asırlar boyun insana ve yeteneklerine yönelik duyarsızlığı ve itinasızlığına yönelik bir nevi tepkiydi. Öte yandan eski Yunan düşüncesine alelacele geri dönmek ve insanı tanrı yerine oturtmak ve dini tamamen silmek ve ancak insanın dünyevi yeteneklerine vurgu yapmak, kilisenin insandan sunduğu yanlış yorumun sonucuydu. Oysa böyle bir bakış açısına İslam'da asla yer yoktur. İslam açısından ortaçağın insandan sunduğu yorum, hümanizmin sunduğu yorum kadar yanlış ve gerçekten uzaktır. Bu yüzden sekularizmin temel ilkelerinden biri olan hümanizm İslamî düşüncede İslam'ın insandan sunduğu yoruma göre anlam kazanmaz. 015