Nisan 16, 2016 07:36 Europe/Istanbul

Geçen bölümlerde sekularizmin genel anlamında dinin insanın yaşamından soyutlandırılması ve bireysel bir zevk seviyesine indirgenmesinden ibaret olduğunu ve bu düşüncenin Batı kültürü ve hristiyanlık inancının ürünü olduğunu ve Batı alemini ve hristiyanlığı derinden etkilediğini anlattık.

Yine geçen bölümlerde hristiyanlık aleminde sekularizmin ortaya çıkış nedenlerini ve şartlarını irdeledik ve İslamî düşünce ile hristiyanlığın bu bağlamda farklılıklarını masaya yatırdık ve ardından sekularizm düşüncesinin fikri temellerini ele aldıktan sonra ilkin bu düşüncenin önemli temellerinden hümanizm ve bilimselcilikten söz ettik ve İslamî düşünce ile Batı’nın hümanizm ve bilimselcilik düşünceleri arasındaki farklılıkları irdeledik.

Şimdi sohbetimizin devamında sekularizm düşüncesinin bir başka fikri temeli olan akılcılıktan söz etmek ve ilkeyi irdelemek istiyoruz.

Akılcılık veya aklın asaletini temel alan ilke aslında düşünce, söz ve amelde akli ilkelere dayanmaktır. Bu düşüncenin öncüleri ve temsilcileri 17. Yüzyılda Rene Dekart, Baruh Espinoza ve Laypnitz gibi düşünürlerdi. Bu düşünürlerin akılcılıktan maksadı, insan aklının tanım için tek muteber ve geçerli kaynak olmasıdır. Espinozaya göre tanımın çeşitleri vardır ve hepsi de akla dayalıdır.

Akılcılar gözlem ve tecrübe, güvenilemeyecek kadar kırılgındır. Buna göre bu düşünürler varlık aleminin hakikatlerini ancak akli deliller ve gerekçelerle ispat etmek istiyordu.

Akılcılara göre ancak belli akli yöntemleri kullanarak yakin marifetine kavuşulabilir. Böyle bir marifetin de hiç bir durumda hata ve yanlış olması mümkün değildir. Dekart’ın ünlü cümlesi “Düşünüyorum, o zaman varım” gerçekte hissi durumlara ve tecrübeye kuşkulu bakışın somut bir örneğidir. Dekart gördüğü ve hissettiği şeylerin yakine sebebiyet vermediğine inanırdı ve hatta acaba kendisi var mı, yoksa yok mu, konusunda da şüpheye düştü ve kendi varlığını ispat etmek için tamamen akli bir delil peşindeydi. Dekart şöyle diyordu: Ben her şeyin varlığından kuşku duyarım, fakat kendimin kuşku duysasından kuşku duymak ve kuşku duymak, kuşku duyan kimsenin varlığına akli bir delildir. Dekart bu yüzden “düşünüyorum, o zaman varım” dedi.

Espinoza ve Dekart gibi bir çok akılcı düşünür tanrının ve ahiret dünyasının varlığını da akli istidlallerle ispat etti ve bu alanda tecrübecilerin karşısında durdu, çünkü tecrübeciler şöyle diyordu: Tanrı, hissi tecrübe çerçevesinde yer almadığından, o zaman tanınmaz.

Ancak 18. Yüzyılın büyük filozofu Kant tanrıya iman ve tasdik etmek akılcılık karşıtı öğretilerden olduğunu iddia ederek tanrıyı ispat etmenin temeli ancak vicdan ve ahlak olması gerektiğini belirtti.

Bundan böyle radikal akılcılık geniş iddialarda bulundu ve aklın insan yaşamında hükümet, ahlak, siyaset ve iktisat gibi alanlarda yeterli olduğunu ileri sürerek insan yaşamının tüm boyutlarında dine olan gereksinimi reddetmeye başladı.

Öte yandan akılla bağdaşmayan öğretilerle dolu olan hristiyanlık, akıl ve akılcılık iddiasında bulunanların karşısında yer aldı. Geçen bölümlerde teslis, tecessüt, ilk günah, Allah meselesi, esirgemename satışı, kilise ve Papa’nın kudsiyeti ve ismeti, hiç bir zaman akılcı bir izahı bulunmayan hristiyanlığın bazı öğretileri olduğunu anlattık. Tüm bunlara kutsal kitapta göze çarpan çelişkileri de eklemek gerekir.

Akılcılar bu akılcı olmayan öğretilere dayanarak dinin hüccet oluşunu sorgulamaya başlamıştı. Nitekim aklın hiristiyanlığın bazı ilkelerine ve tealimine galip gelmesi aydınlık çağının insanını aklın gücü ve yeterliliği konusunda gurura sürükledi.

Akılcılık da diğer ekoller gibi muhaliflerce eleştirilmiştir. Örneğin gerçi akılcılar sürekli aklın hüccet olduğu ve yakine vesile olduğu üzerine vurgu yapar, fakat akılcıların kendi aralarında varlık aleminin hakikatini beyan etme konusunda sürekli anlaşmazlık ve çelişki yaşanmıştır. Nitekim her akılcı filozofun kesin yakinle iddia ettiği her hakikat, bir başka akılcı filozof tarafından aynı güven ve yakinle reddedilmiş ve bu görüşün tam tersine zıt bir görüş beyan edilmiştir. Bu arada akılcılığı eleştirmenin aklın reddi anlamına gelmediği ve sadece insan aklı tek başına ve başka tanım kaynaklar olmaksızın hakikati doğru idrak edemeyeceği anlamında olduğu belirtilmelidir.

Geçen bölümde İslam’ın tecrübi bilimler ve getirileri ile ilgili görüşünü birlikte gözden geçirmiştik. Yine İslam’ın akıl hakkındaki görüşünü daha önceki bölümlerde ve akıl ile iman ilişkilerini irdelediğimiz tartışmamızda masaya yatırdık.

İslam akıl ve aklı kullanmaya karşı olmadığı gibi bir çok yerde insanı aklını kullanmaya davet ediyor ve akıldan batıni resul şeklinde söz ediyor. Kur'an'ı Kerim’de yer yer aklın kullanılmaması tenkit ediliyor.

Şimdi aklın insanın tek tanım kaynağı olduğu iddiasının İslamî öğretilerin açısından doğru olup olmadığını irdelemek istiyoruz.

İslam dini dinin ahkamını ve kanunlarını tanımak için dört kaynaktan söz ediyor. Akıl ise Kur'an'ı Kerim ve Resulullah’ın –s– sünnetinin yanında sözü edilen dörtlü kaynaklardan biridir. İranlı büyük düşünür şehit Ayetullah Mutahhari bu konuda şöyle diyor:

İslam dini yasamada aklın üzerinde duruyor. Yani aklı kanun için bir ilke ve bir başlangıç noktası olarak tanıyor. Bir dinde aklı semavi kitapla aynı seviyede görmek için çok tuhaftır.

Bu durum İslam’da akıl ile semavi kitap ve sünnet arasında herhangi bir tezat bulunmadığını gösteriyor. Fakat İslam öğretilerine göre akıl insanın tek tanım kaynağı olamaz ve tek başına insanın dünyevi ve uhrevi saadete ermesi için yeterli sayılamaz.

İnsan genelde aklı delillerle varlık aleminin yaratanı olan yegane ve adil Allah’ın varlığını ispat edebilir. Yine insanın ebediliği ve ölümden sonraki alemin varlığının ispatı, ilahi peygamberlerin ve evliyaların insanları hidayete erdirmek için varlığının zarureti, insanın aklını kullanarak elde edebileceği sonuçlardır. Tüm bunlar İslam’a göre her müslümanın ilkin aklını kullanarak yakin etmesi gereken konulardır. Ancak tüm bu hakikatleri genel olarak idrak etmek akıl için mümkün olmasına karşın, Allah’ı ve sıfatlarını doğru biçimde tanımak, aklın tek başına üstesinden gelebileceği bir durum değildir ve insan bu konuda beşeri akıldan daha ötede bir kaynağa muhtaçtır ve bu kaynak da bilinen ilahi vahiydir.

İnsan aklı ancak özetle tanıyabileceği bir başka önemli mesele, ahiret alemi ve ölümden sonraki yaşamın varlığıdır. Fakat ahiret aleminin detayları ve ölümden sonraki yaşamın biçimi ve yine bu iki alemin birbiriyle irtibatı, aklın vahiy olmadan tanıyabileceği durumlar değildir. Bu konuda şehit Mutahhari şöyle diyor: Eğer biz sadece ahiret meselesini kabul edecek olursak, hiç kuşkusuz ahiret meselesi üzerinde araştırma yapmak ve uhrevi saadet için neyin yararlı ve neyin zararlı olduğunu anlamak için insan aklı ve ilmi yeterli olamaz.

İslam öğretilerine göre insan aklı Allah’ı ve ahiret alemini doğru tanımak için vahyin yardımına muhtaç olduğu gibi bu alemde bireysel ve sosyal yaşamı için de akıl tek başına yeterli olamaz. İnsan sosyal bir mahluktur, fakat sosyal yaşamı olan hayvanların aksine insanın sosyal olması içgüdüsel değildir. İnsan diğer canlıların aksine irade sahibidir. Bu konuda şehit Mutahhari şöyle diyor: Beşer hür ve iradeli yaratıldığından herdaim görevinden sapma ihtimali vardır ve hayat içgüdüsü sahibi olduğundan ve yaşamak istediğinden, menfaatçi yaratılmıştır ve sürekli kendi menfaatleri peşindedir ve bu yüzden her insan en başta düşündüğü şey, toplumda sosyal maslahat değil, asıl kendi kişisel hedeflerinin peşinden gitmektir.

Ancak peygamberler maddi ve kişisel çıkarların ötesinde çıkarları ve maslahatları glöstererek insanın pratik aklını gerçek kurtuluş ve saadete doğru hidayete erdirir.

İslam açısından akıl, tecrübe, kalbi şahitler ve gayet tabi vahiy, insanın tanım kaynaklarıdır. Gerçi akıl, İslam açısından çok daha geniş manası vardır. Ama her halükarda akıl alemin temel hakikatlerinin genel hatlarını belirlemek ve bu hakikatleri özetle idrak etmekte temel rolü ifa eder.

İslam dini akıl için şerefli ve yüce bir mevki belirlemiştir. Buna karşın aklın hataya açık olduğunu ve kısıtlamalarını gözden uzak tutmamak gerekir.

Akıl ve vahiy İslam açısından iki kanat gibidir ve insan düşüncesi bunlardah her birinin yokluğunda hakikat semalarında uçamaz. 015