Haziran 29, 2019 22:09 Europe/Istanbul
  • Orta Asya'da Su Krizi

Suyun önemi konusunda birçok düşünür ve bilim adamı bu hayat veren maddeyi uygarlık bileşeni olarak adlandırmaktadır.

Bu doğrultuda kullanılan " su temelli uygarlıklar" terimi bu gerçeği açık şekilde göstermektedir.

Su hayatın özü ve hayat veren madde olarak insanlık tarihinde medeniyetlerin ortaya çıkmasında dikkat çekici bir role sahip olmuştur. Suyun bolluğu insanlık medeniyetlerinin filizlenmesine zemin hazırlamakta temel unsur sayılmıştır. Öyle ki su kaynaklarının insani topluluklardaki belirleyici konumu yadsınamaz bir gerçek sayılmalıdır. Tarih, büyük medeniyetlerin hepsinin büyük nehirler çevresinde oluşup ortaya çıktığını açıkça göstermektedir.

Günümüz dünyamızda su alternatifsiz bir doğal kaynak sayılır. Bu yüzden su hayati bir öneme sahiptir. İşte bu nedenden dolayı bu hayati maddenin eksikliği siyasi ve güvenlik sorunu mahiyeti taşımaktadır. Böyle bir ortamda, önemli mesele, su kaynaklarının ülkeler arasında işbirliği ve ihtilaflarının oluşturulmasındaki rolünü göz önünde tutan farklı teorik konuları içeren yaklaşımların mahiyetidir.

Bilindiği üzere ülkeler arasındaki etkileşim otomatikman çalışan bir mesele değildir. Bu etkileşimin şeklinin belirlenmesi için planlama ve müzakere yapmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Bundan ötürü su kaynaklarının eksikliğine bu açıdan bakılırsa su müzakere, işbirliği ve ülkeler arasındaki etkileşimi olumlu yönde etkileyecek bir etken haline gelir. Bu bakımdan su, siyasi anlamda yakınlaşma etkeni olarak köprü görevi yapan bir kaynaktır.

Ancak genelde hükümetler su kaynakları gibi ortak meselelerde savunmaya geçip işbirliği çıkarlarının sağlanmasını vaat ettiği sıralarda bile temkinli davranmayı tercih ederler. Bu sebepten dolayı hükümetler az bulunur su kaynakları konusunda yapılan ekonomik işbirliklerinden çıkar elde etmelerine rağmen bu işbirliği genellikle siyasi yaklaşımların etkisi altında kalır.

Böyle bir yaklaşım çerçevesinde su kaynakları meselesi ele alınırsa su, bir rekabet alanı, gerilim nedeni ve ülkeler arasındaki ihtilafların kayağı haline gelebilir. İşte bu yüzden su, ulusal güvenliğin ayrılmaz bir parçası olarak değerlendirilmektedir. Buna esasen kimi araştırmacılar gelecek savaşların su kaynakları anlaşmazlıklarından kaynaklanacağına dair teoriler öne sürmektedirler. Artık günümüzde akademik ve araştırma çevrelerinde su savaşı konusun geniş bir şekilde tartışılmaktadır. Tabii tarihi belgelerde su kaynakları anlaşmazlıkları nedeni ile yapılan savaşların az olduğunu gösteriyor. Ancak görünen o ki kuraklıklar ve nüfusun artması ile gelecekte suyun ülkeler arasındaki anlaşmazlıklar ve uzlaşmazlıklarında rolü de artacaktır.

Elde olan tarihi gerçeklere esasen su kaynakları savaştan ziyade işbirliği zemininin oluşmasında büyük rol oynamıştır. Araştırmacılar 1948 ile 1999 yılları arasındaki ülkelerin su kaynakları konusundaki iki taraflı ilişkilerinin 1831'ini inceleyerek önemli bir noktaya varmışlardır. Bu araştırmalara göre bu ilişkilerin üçte ikisi kadarı ülkeler arasındaki işbirliklerin gelişmesine neden olup her hangi bir savaşa yol açmamıştır.

Buna rağmen su, hala ülkeler arasındaki anlaşmazlıkların önemli bir kaynağıdır. Su kaynakları konusundaki anlaşmazlıklar ülkeleri savaşın eşiğine götürmesinin yanı sıra en azından ülkeler arasındaki ihtilafları şiddetlendiren ve savaşa ve çatışmalara yol açabilen bir dinamo etkeni olduğunu açıkça gözler önüne sermiştir. Ancak günümüze dek su kaynakları konusundaki anlaşmazlıklardan dolayı resmi bir savaş en azından 20'inci yüzyılın ikinci yarısına kadar yaşanmamıştır.

Mevcut istatistiklere göre yer yüzünün yüzde 66'sı su ile kaplanmıştır. Ancak bu oranın yüzde 2.6'sı tatlı sudur. Yıllık yağış oranı ise 216 bin milyar metre küptür. Bu kadar yağış oranı günümüz dünyamızdaki nüfusun iki katına kadar bir nüfusun ihtiyacını karşılayabilir. Buna rağmen dünyanın bir çok yerinde içme ve tatlı suyu eksikliği yaşanmaktadır.

Dünya nüfusunun dörtte biri, içme suyuna erişimden mahrumdurlar. Bu doğrultuda tatlı su kaynakları kişi başına 1000 ila 1700 metre küp arasında ise, o ülkede su kıtlığı yaşanmaktadır. Yerkürenin üçte ikisini su kapladığı bir dünyada bu topraklarda yaşayan insanların su kıtlığı yaşamasına inanmak zordur.

Tatlı su kaynaklarının en değerli yenilenebilir doğal kaynaklar olmasına rağmen ancak suyun taşınması ve arıtılması bile zor, masraflı ve alternatifsiz bir süreçtir. Tatlı su, içmek, gıda ürünleri üretmek, ekonomik kalkınma, çevrenin canlandırılması ve canlılar ve bitkilerin kuşaklarını devam ettirmek için hayati bir öneme sahiptir.  

Uluslararası aktörlerinin sayısının artması, devletlerin egemenliğinin zayıflaması ve insanoğlunun açık bir şekilde ulusal ve sınırötesi boyutlara sahip olaylara daha fazla odaklanması güvenlik kavramı ile ilgili yeni tanımların yapılmasına yol açmıştır. Bunların arasında ise insani güvenlik kavaramı tanımı da ilgi çekicidir. Bu tanıma göre bir insan, uyruk veya vatandaş olarak değil bir insan olduğu için önem taşımaktadır. Böylece su kaynaklarının kıtlığının tehdit düzeyinin en önemli ve en gözde olanı sağlıklı içme suyunun kıtlığıdır. Bu sorun ise insanın yer yüzündeki hayatını doğrudan etkileyip beka sorunu haline gelmiştir.

Su kıtlığı, insanın tarımsal ve endüstriyel faaliyetlerini tehlikeye sokup yoksulluk, göç, çevre sorunları, tehlikeli hastalıkların yayılması, kanlı çatışmalar, ayaklanmalar ve savaşlar gibi tehditleri ortaya çıkarmaktadır. Hâlihazırda ise Batı Asya bölgesinde su kaynakları konusundaki rekabetlerden kaynaklanan bazı şiddet dolu anlaşmazlıklar ve sürtüşmelere şahitlik yapmaktayız.  

İran Orta Asya bölgesinin komşusu olarak Herirud nehri havzasında yer almaktadır. Herirud nehri havzası İran, Afganistan ve Türkmenistan'ı kapsamakta olan bir su havzasıdır. Bu üç ülkenin yer aldığı bu su havzası, su kıtlığı yaşayıp nüfusun artması, tarımsal ve endüstriyel sektörlerin su ihtiyacının artması gibi sorunlar ile karşı karşıyadır.

Son yıllarda ise İran'ın Kuzeydoğu bölgeleri özellikle de Golestan eyaleti gibi bölgeler, toz parçacıkları ve toz dumanları gibi sorunlardan etkilenmektedir. Uzmanların değerlendirmelerine göre bu doğal olayın yüzde 80 ile yüzde 90'ı sınır dışı kaynaklı olup su kıtlığı ve çölleşme sürecinin Türkmenistan'ın Karakum çölündeki şiddetlenmesinden kaynaklanmaktadır. Su anlaşmazlıkları, baraj inşa etme projeleri, Orta Asya'nın üst bölgelerinden aşağı bölgelerine gelen suyun azalması ve bu bölgedeki çölleşmenin artması İran'ın Kuzeydoğu bölgesinde telafi edilemeyecek çevre tehditlerinin oluşmasına yol açmıştır.

Orta Asya ülkelerinin su kaynakları konusundaki siyasi ihtilafları ve anlaşmazlıklarının artması bu bölgenin görece istikrarı ve güvenliğini ciddi derecede sarsacak bir mahiyete sahiptir.

Bu konu ile ilgili Uluslararası Su Sorunu Grubu'nun Kırgızistanlı uzmanı Alina Dalbaeva 15 Mart 2018'de şöyle bir açıklamada bulunmuştu:" " Özbekistan, Tacikistan ve Kırgızistan arasındaki derin güvensizlik duygusu bu ülkelerin işbirliğini engellemektedir. Ancak su kaynakları alanında olduğu  gibi kimi gelişmeler, bu ülkeler arasındaki güvensizliğin bir fırsata dönüşüp işbirliği zemini hazırlaması ihtimalini gözler önüne sermektedir. Böyle olursa Orta Asya'nın yukarı ülkeleri su rezervlerinin korunması doğrultusunda işbirliği yapıp buna paralel olarak su kaynaklarının siyasi bir araç olarak kullanılma telakkisini tamamen önleyebilir. "

Değinilen sorunlar ve sıkıntıların yanı sıra Orta Asya ülkelerinin su kaynakları, bölge ülkeleri için fırsatlar yaratıp çıkarlar sağlayabilme potansiyele sahip. Bunun için doğru planlamalar yapılarak bölgesel ilişkilerin gelişmesi doğrultusunda önemli adımlar atılabilir. Bölgenin su kaynakları ve nehirlerinin adil ve ortak bir şekilde paylaşılması, suyun kentsel ve kırsal bölgelerin yanı sıra endüstriyel bölgelerde de optimum şekilde kullanılması, tarımsal ürünlerin özellikle de Türkmenistan ve Özbekistan'daki pamuk gibi ürünlerin sulama yöntemlerindeki değişiklikler ve çölleşme ve toz parçacıkları sorunları karşısında ortak eylem sergilenmesi, İran, Orta Asya ve Afganistan arasındaki işbirliklerinin geliştirilmesinde göz önünde bulundurulabilecek hususlardır.

Orta Asya'nın Sovyetler Birliğinin dağılması sonrası yıllarındaki gelişmeler, farklı dönemlerde su ve enerjinin bölge milletlerinin hayatının ve işbirliğinin gelişmesi gibi doğal mahiyetinden uzaklaştığını ve  ihtilaf yaratan bir mesele haline geldiğini gösteriyor.

Bu sıkıntılı, masraflı ve sonuçsuz süreci bitirmek için Orta Asya'daki su kaynakları gibi sorunları güvenlik dışılaştırması doğrultusunda hareket edilmelidir.

Bu güvenlik dışılaştırma sürecinde ise güvenlik boyutu kazanan konuları, normal siyasi, ekonomik ve çevresel görüşmeler ve işbirlikler çerçevesinde değerlendirmek lazım. Böyle bir süreç neticesinde ise Orta Asya ülkeleri insani güvenlik doğrultusunda hareket edecektir. Bu çerçevede " Sınıraşan Sular Diplomasisi" bölge ülkeleri ilişkilerinde anlam kazanıp böylece su anlaşmazlık ve uzlaşmazlık sebebi değil işbirliği ve olumlu etkileşime zemin hazırlayacak bir kaynak haline gelecektir. Bundan ise siyasi liderler daha iyi ilişkiler kurmak için yararlanacaktır.