Ekim 01, 2019 19:53 Europe/Istanbul
  • Afganistan'da IŞİD-6

Bu bölümde Amerika'nın Afganistan'a 2011 yılında başlattığı savaşı ve bu savaşın radikalizmi nasıl şiddetlendirdiğini konu edineceğiz.

Geçen bölümlerde de değindiğimiz gibi Pakistan'ın Beluçistan ve Hayber-Pahtunhva eyaletlerinde Vahabi misyonerlerin Diyobendi misyonerlerinin yanında gençlerin eğitim merkezi olan dini medreseleri kuruldu. Bu medreselerin ağır maliyeti ise her daim Fars Körfezi çevre Arap ülkeleri özellikle de Suudi Arabistan tarafından karşılanıyor. 

Pakistan'daki dini okulların Vahabi Arap misyonerleri aslında öğretilerinde Selefi-Vahabi ve Selefi-Diyobendi ekollerinin ortak noktalarına odaklanmış durumdadır. Afganistan'da Taliban'ın başında bulunanlar ve de Pakistan Taliban'ında belirgin şahsiyetlerin çoğu genellikle Suudi Arabistan tarafından desteklenen bu dini medreselerin mezunlarıdırlar. 

Pakistan'daki dinî medreseler aslında Diyobendi'ye yakın bir şahsiyet olan General Ziya El Hak hükümeti döneminde önemli derecede artmış oldu. Bu dönemde aynı zamanda Diyobendi'ye bağlı İslami partilere yakın isimler Pakistan ordusuna girip bu ülkenin ordusunun ideolojikleştirilmesinde önemli roller ifa ettiler. Öyle ki bu ideolojik değişim sayesinde dinî medreseler ülkenin dört bir yanına yayılmış ve ülkenin resmi eğitim düzeni ve sistemi ile rekabet etmeye bile başlamıştır. Pakistan hükümeti ise Amerika tarafından cihadî derslerin bu dinî medreselerden silinmesi ve onun yerine İngilizce ve bilgisayar bilimleri öğretilmesi konusunda ciddi bir baskı altındadır.

Aslında bu dinî medreseler Hindistan'dan kaynaklanan Diyobendi ekolü ve tekfirci-Arap Vahabiyet ekolünü ideolojik bakımdan yakınlaştırmasına rağmen pratikte sahada da organik bağlar kurmalarına yol açıp Afganistan'daki cihat ve savaş alanında da bu iki ekolü birleştirmiştir. 

Kurulan bu bağlar sayesinde ise Diyobendi ve Vahabiyetin hedefinin İslami Hilafeti tekrar kurmak olduğu da öne sürülmüştür. Bu ortak fikir, dinî medreselerin ürünü olsa da ancak pratikte Afganistan'da Sovyetler işgaline karşı yaşanan cihat hareketinden başlamıştır. Bu fikrin ve aslında cihat hareketinin devam etmesi ise Amerika'nın Afganistan'a yönelik askerî müdahalesine ve Taliban'ı iktidardan düşürmesine borçludur. Böylece cihat fikri hala varlığını sürdürebilmiştir. Tabii hem Diyobendi hem Vahabi düşüncesi içten de hiziplere bölünmüşlerdir. Bu bölünmelerden dolayı bu düşünceleri üçe ayırmak mümkün. İlk olarak resmi partilerden oluşan ılımlılar, ikinci olarak geleneksel cihat ve terör gruplarından oluşan radikaller ve üçüncü olarak da tekfirci gruplar. 

IŞİD'in kurulmasından yani Irak ve Şam İslami Devleti'nin Arap Batı Asya'sında varlık göstermeden önce El Kaide örgütü genel olarak Afgan-Arap cihat grupları ve Hindistan Diyobendi cihat gruplarından üye alıyordu. Ancak IŞİD'in faaliyetlerine başlamasının ardından bu terör örgütü El Kaide ve Taliban'ın yerini tutarak üye alımında bu iki grubu zor durumda bıraktı. 

El Kaide örgütü İslami Hilafet çerçevesinde kendine çizdiği yol haritasında dünyanın beş kıtası için de planlar yaptığında Hindistan alt kıtasını öncelik açısından ilk sıraya yerleştirmişti. Aslında bu harita 11 Eylül 2001 ve Afganistan işgalinden önce Amerika ve NATO tarafından çizilen bir harita idi. 

Gerçekte Amerika baskıları ile Usama bin Ladin'in Sudan'dan ihraç edilmesi  ve Arap-Afganların Afganistan'a geri dönmesi sonucunda El Kaide Amerika'yı dünya küfrünün başı olarak saydı. Buna esasen Arap-Afgan savaşçıları Afganistan'da düzenledikleri toplantıda Komünizm ile savaştıkları gibi Amerika'nın şeytani gücü karşısında da savaşacaklarına dair anlaştılar. 

Halbuki El Kaide ve Mücahitlerin Sovyetler ile mücadelesinde destekçilerden sayılan CİA, Komünizm, Hinduizm ve Şiilik ile düşmanlığın  Amerika düşmanlığına dönüşeceğini hiç düşünmüyordu. 

1998 yılında Amerikan büyükelçiliklerinin  Kenya'nın başkenti Nairobi'de ve Tanzanya başkenti Darüsselam'da eş zamanlı olarak patlatılması El Kaide'nin Amerika aleyhinde resmi olarak savaş ilanı sayılıyordu. Ancak bu savaş Amerika'nın 11 Eylül 2001 Afganistan saldırısı ile yeni bir merhaleye geldi. 

Amerika'nın Afganistan'a saldırıp Taliban'ı iktidardan uzaklaştırması ve de El Kaide'yi Afganistan sınırlarının dışına Pakistan'ın aşiretlerin yaşadığı bölgelere kovması, Afganistan Taliban'ı, Pakistan Taliban'ı, Keşmir, Orta Asya, Çin ve Çeçenistan cihat gruplarının stratejik bir ortaklık çerçevesinde El Kaide'nin alt bölümleri olarak Amerika ve NATO aleyhinde bir mücadelenin başlatılmasına neden oldu. 

Tabii bu dönemde de Taliban kendine has özelliklerini de korumuş oldu. Buna rağmen radikal Arap-Afgan, Vahabi-Cihat ve Tekfir hareketlerinin radikal Selefi-Hanefi ve Dioyobendi hareketleri ile daha da güçlendi. Bu yakınlaşmadan doğan yeni radikal hareketler ise gelecek yıllarda IŞİD'in oluşması için zemin hazırladı. 

IŞİD'in kurulması ve sözde Irak ve Şam İslami Devletinin Ebu Bekir El Bağdadi tarafından ilan edilip daha sonra Güney Asya, Orta Asya, Çin ve Rusya Müslümanlarından radikal güçlerin katılımı ile bu örgütün sözde Horasan kolunun oluşması ile Taliban ve El Kaide de çok ciddi bir sorun ile karşı karşıya kaldı. 

Kimi gözlemcilere göre halihazırda IŞİD'in tamamen Taliban ve El Kaide'nin yerine geçmesi mümkün. IŞİD mevcut durumda hala kendilerini cihat düşüncesine bağlı bilen IŞİD'i hilafet konusunda El Kaide'den güçlü gören radikal güçleri kendine çekerek bölgede yeni bir ortam medyana getirmiştir. 

Özellikle de IŞİD terör örgütü Irak ve Suriye'de vekalet savaşlarına girme kapasitesine sahip olabileceğini göstermiş oldu. Aslında IŞİD görünürde Amerika ve NATO ile çatışma halinde olsa da Batı Asya'da ortak hedefler peşinden koşmayı da bildi. 

Böyle koşullar altında ise Amerika ve Avrupa, kendilerini Rusya ve Çin ile yeni sorunlar içerisinde bulduklarından dolayı IŞİD'in cihatçı ve hilafetçi düşüncelerini suiistimal ederek Afganistan'da IŞİD'e katılan Özbek, Çeçen, Tacik ve Uygur güçlerini Orta Asya ve Fergana vadisine doğru yönlendirdi. Amerika böylece Rusları, Ukrayna ve Suriye'de dengelemek ve Çin'i da dizginlemek istedi. 

Başka bir ifade ile Amerika ve NATO El Kaide'nin Sovyetler Birliğinin yenilgisinden sonra radikal grupları  Amerika ve Avrupa çıkarları aleyhinde yönlendirmesinden kaygı duyarak bir kez daha  radikal grupları eski yollara yönlendirmek istediler. 

Bu doğrultuda Amerika, IŞİD'i Rusya ve Çin düşmanlığına doğru yönlendirerek Batının desteğini almasını hedefledi. Yani Afganistan'da Sovyetler Birliğindeki cihat sürecinde olduğu gibi bir dönem medyana getirilmek istendi. 

Böylece bu dönemden itibaren Afganistan'da İslam içinde Şii ve Sünni arasında çatışmalar çıkarılması fikri de Amerika ve Batı'ya bağlı tekfirci güçler tarafından gündeme taşındı. 

Amerika IŞİD'den hem Afganistan'da hem bölgede yararlanarak aslında kendi Büyük Ortadoğu Projesini hayata geçirip Siyonist Rejimi kurtarmak ve İslami bölgeleri mezhepsel ve etnik olarak parçalamak istedi. Bu yüzden IŞİD'i yeni bir radikal hilafetçi hareket olarak addetmek mümkün. Aslında IŞİD, Pakistan Taliban'ı, Sahabe Ordusu ve Jhangvi(Savaşçı) grubunu,cihatçı Özbek, Çeçen, Tacik, Kırgız ve Uygurlar ayrıca tekfirci-cihatçı Arap radikalizm yanlıları ile aynı cephede hilafetin yeniden canlandırılması ekseninde toplama kapasitesine sahiptir.  

Bu özelliğin yanı sıra IŞİD'in kendinden başka tüm İslami kolları ve mezhepleri küfür olarak sayması, IŞİD terör örgütünü Amerika için çok yararlı bir araç haline getirmiştir. Daha önce de değindiğimiz gibi Amerika bu araçtan yararlanarak İslam'ı şiddet yanlısı olarak gösterip İslam'dan kötü bir izlenim bırakmak, Çin ve Rusya gibi küresel rakiplerine karşı bir baskı aracına sahip olmak ve İslam aleminde savaş çıkarmak ve çatışmaları körüklemek istiyor.