Aralık 08, 2019 19:24 Europe/Istanbul

Bugünkü sohbetimizde Batı toplumunda evde yaşanan şiddet olaylarının nasıl bir toplumsal soruna dönüştüğünü konu edineceğiz.

Batılı ülkelerde aile şiddeti yarım yüzyılı aşkın bir süredir ciddi bir toplumsal sorun haline gelmiştir. Henry Camp 1962 yılında bu sorun ile ilgili kaleme aldığı makalede ailede şiddet gören ve hastanede yatarak tedavi gören çocukları klinik yöntemleri ile ele aldı. Camp, bu makalede yanıkların, kırıkların ve sair vücut yaralarını odak sorun olarak incelemeye başladı. Daha sonra ise bu olgunun ortaya çıkışı nedenlerini açıklayarak, sosyal hizmetler uzmanları, danışmanlar, okullar, hekimler, hemşireler, güvenlik ve asayiş güçleri, kriminologlar, kadın ve çocuk hakları aktivistlerinden yasaları ve kuralları şiddet kurbanları lehine değiştirmelerini istedi. 

İşte o günden itibaren şiddet konusu gündeme taşındı ve gereken bazı önlemler bile alındı. Ancak caydırıcı yasaların var olmasına rağmen Batı dünyasında ev şiddeti hususu hala sosyal bir sorun olarak insanları kurban etmeye devam etti. 

Ev şiddetinden kastedilen, aile bireylerinin bir birlerine karşı sergilediği şiddet şekilleridir. Eşe veya çocuğa fiziki veya cinsel taciz ve şiddet, aile ortamında yaşanan şiddetin en bariz örnekleridir. Ancak ailevi şiddet sadece vücuda verilen zarar veya fiziki şiddetle kısıtlı kalmayıp ekonomik, psikolojik, sözlü ve cinsel olarak da görülmektedir. 

Fransa'da her üç gün içerisinde bir kadın eşinin veya boşandığı eşinin şiddeti yüzünden hayatını kaybediyor. Fransa İçişleri Bakanlığının bildirdiğine göre 2017 yılında bu ülkede 100'ü aşkın kadın ev ortamındaki şiddet yüzünden hayatlarını kaybetti. 

Amerika'da ise 2016 yılında her gün Amerikan kadınlarının dörtte birinin ailevi şiddetti tecrübe ettiği görülmektedir. 

İngiltere'deki şoke edici başka bir rapora göre ise 2017 yılında bu ülkede 139 kadın tanıdık erkekler tarafından öldürülmüştür. 

Şiddet konusu araştırılırken göze çarpan bir başka husus da aşırı şiddettir. Aşırı şiddet bir insanın ölmesine veya ölmesi için gereken şiddetten de daha fazla olan bir olgudur. 

Şimdi akla önemli bir soru gelmektedir. Neden Batılı hayat tarzında yaşayan toplumlarda ailevi şiddet oranı bu kadar yüksektir? 

Kimi uzmanlara göre modern hayat tarzı erkek, kadın ve çocukların aile içindeki geleneksel rollerini bozmuştur. Öyle ki evin geçimini sağlamakla sorumlu evin erkeği artık kadınların da bu işe karışması ile eski gücünü bu alandaki tekelini de kaybetmiştir. Geçmişte çocukları yetiştirip eğitmek ve aile bireyleri için huzurlu ve güvenli bir ortam yaratmakla görevli kadınlar ise ekonomik faaliyetlere başlayarak bu alanda büyük bir güç kaybı ve görev kaybı yaşamışlardır. Ev dışında çalışan kadınlar yorgun bitkin bir şekilde eve gelip böylece çocukları ve eşlerinin duygusal ihtiyaçlarını karşılayamaz olmuşlardır. Bu konu ise aile bireyleri arasında memnuniyetsizliklere yol açarak nihayetinde de huzur sahası olması gereken evi savaş meydanına dönüştürmüştür. 

Batı toplumlarında feminist hareketler ve bakışlara ayrılan geniş yer ve yaygınlaşmasına yönelik aşırı destekler de evde yaşanan şiddeti tırmandırmaktadır. Feminist bakış açısına bağlı olanlar erkeklerin aile kurumundaki veli olarak gücünü aile şiddetinin nedenlerinden biri olarak göstermek istiyorlar. Bu yüzdendir ki ailedeki şiddetin kontrolünün tek yolunu bu erkek erkinin kırılması, bireyselcilik kültürünün ve de  müsamaha ruhunun yaygınlaşması olarak görülmektedir. Feminist bakış açısından aile fertleri bireyselci davranıp sırf kendi istekleri peşine düşebilir. Fransız film yapımcısı Andre Michel ise bu hususta şöyle diyor: " Bireyselcilik ve neşeli yaşama isteği her şeyden daha üstün görülmektedir.  Şimdi ise Avrupalılar, yasa düzenleyenlere kişisel hayatlarına müdahale edip onlar için davranışsal yasalar belirlemesine karşıdırlar. "

Halbuki Batı toplumlarında var olan böyle bir düşünce, gelecek nesillere birlikteliğin, yardımlaşmanın, kanaatkarlığın, sabrın, duygusal değerler gibi ahlaki özelliklerin değerli ocağı sayılan aile kurumunu bozarak toplumda en az taahhüde dayanan bir birliktelik ortamı yaratıyor. 

Bunun ailevi ilişkiler üzerindeki etkisi de feci olacaktır. Çünkü böyle zayıf bağlara sahip bir ailede yetişen bir kişi sadece kendi neşe ve mutluluğunu düşünür. Böylece aile ortamında da özellikle kadın aleyhindeki şiddet artmış olur. Çünkü böyle bir toplumda kişiler aile çatısı altında kolektif çıkarlar ve maslahatlar için kendilerini sınırlandırmayı öğrenememişlerdir. 

Batılı hayat tarzı süren toplumlarda aile içi şiddetinin yüksek düzeylerde olmasının nedenlerinden biri de ailevi sorunların çözümü için yasalara ve hukuka baş vurulmasıdır. İlk bakışta Batı dünyasında kadınların yasalar tarafından desteklendiği için daha az şiddete maruz kalacakları düşünülmektedir. Ancak bu yüzeysel bir bakıştır. Batılı ülkeler tarafından yayımlanan istatistiklere baktığımız zaman bunun doğru olmadığını gerçekte Batı dünyasında kadınların da evde şiddete ve iş yerinde de cinsel tacizlere maruz kaldığını anlamak mümkün. Aslında kadınlar lehine onaylanan ve yürütülen yasaların işlevsizliği, ailevi şiddetin daha farklı etkili kaynaklardan ortaya çıktığını gösteriyor. Kim bilir belki de kadınları desteklemek için ön görülen yasalar bile ailevi şiddetin tırmanmasındaki önemli etkenlerdendir. 

Günümüzde Batılı ailelerde, yasalar ve hukuk, ahlaki değerlerin yerine geçmiştir. Halbuki ev dediğimiz özel bir alandır. Böylece bir şiddetin farklı şekillerinin ispatı da zordur. Bu yüzden özellikle de kadınlar ve çocuklar gibi aile bireylerinin haklarını korumak için onaylanan ve yürütülen yasalar da işlevsiz kalmıştır. Buna karşın istatistiklere göre zaman içerisinde bu şiddet tüm yasalara rağmen daha da artmıştır. 

Öyle ki son zamanlarda İtalya'da kadınlar aleyhindeki şiddete karşı cezaların artmasına dair yeni yasalar onaylandı ve eski yasaların yetersizliği ve işlevsizliği pratik bir şekilde gözler önüne serildi. 

İtalyan Kadınların Şiddete Karşı Hakları derneğinden Mercela Pierone  bu hususta şöyle diyor: "Maalesef İtalya'da kadın öldürme ve kadınlara yönelik şiddet vakaları günden güne artmaktadır. 2000 yılından günümüze dek 3100'ü aşkın kadın eşleri veya ayrılmış eşleri tarafından katledilmiştir. Umarım yeni yasalar bu alandaki şiddetin azalmasına neden olur. 

Batı'da veya Batı tarzında yaşamak isteyen toplumlarda yasaların düzenlenmesinde unutulan temel mesele ise aile ve evdeki hükümlerin şefkat ve merhamete dayalı olup kuru sıkı hukuki kurallara dayalı olmamasıdır. Ev ve aile, huzur kaynağı, neşe ocağı ve eşlerin bir birine  saygı duyması gereken bir ortamdır. Sadece Batı'da değil dünyada ailelerin ihtiyaç duyduğu şey, ailevi ortamda yani genel olarak toplumdaki insanlar arasında ahlakın ilişkilerde hüküm sürmesi ve tarafların bir birlerine karşı taahhütlü olmasıdır. Kuşkusuz ahlak eksenli kültürel değişikliklere gidilmezse hukuksal düzenlemeler temel bir çözüm yolu olmayacaktır. 

Ailenin sağlığı aile bireylerinin huzur içerisinde uygun ilişkilerine bağlıdır. Aile, çocukların psikolojik ve ahlaki olarak eğitilmesi ve yetiştirilmesinin odağı olup onların en büyük mali ve manevi hamileridir.

Aile bu alanda uygun bir performans çizemezse özellikle de çocuklar için huzursuz bir alana dönüşür. Şiddet ortamına sahip ailelerde ise aile bireyleri farklı şekillerde olumsuz yönden etkilenir. Ancak çocuklar böyle bir ortamda herkesten daha fazla zarar görür. 

Ailenin sağlığı ve güvenliğini tehlikeye atan önemli olaylardan biri de cinsel taciz ve şiddettir. 2018 istatistiklerine göre Almanya'da 14 bini aşkın çocuk cinsel tacize uğramış ve 100'ü aşkın çocuk da şiddetten dolayı hayatlarını kaybetmişlerdir. 

Almanya Kriminal Daire Başkanlığı Müdürü ise bu hususta şöyle bir açıklamada bulundu: "Bu istatistik yapılan ihbarlar sayesinde kaydedilen bilgilere göredir.  "

İngiltere gazetelerinden İndependent sitesinde verilen rapora göre halihazırda bu ülkede 250 bin çocuk aile şiddetine maruz kalmaktadır. İngiltere'deki hayırsever kuruluşlardan NSPCC ise 18 yaş altı İngiliz çocukların yüzde 14'ünün yaşamları boyunca ailevi şiddeti tecrübe ettiklerini duyurdu. Amerika'da ise Cinsel Tacizler ile Mücadele Ajansı'nın bildirdiğine göre bu ülkede yaşanan cinsel tacizler faillerinin yüzde 70 kadarı  tanıdıklar ve yüzde 35'inin de aile bireyleri ve mahremlerdendir. Başka bir ifade ile Amerika'da çocuklar ve gençlere yönelik cinsel tacizlerin üçte biri kurbanların aile bireyleri tarafından gerçekleştirilmektedir. 

Şimdi ise dikkat çekici asıl nokta ise  kendilerini insan hakları özellikle de çocuk ve kadın hakları savunucusu olarak gören ve bunu bir baskı aracı olarak kullanıp diğer ülkeleri siyasi hedefleri çerçevesinde yönlendirmeye çalışan Batılı devletlerin ve ülkelerin bu toplumsal sorun ile ciddi bir şekilde uğraşmasıdır.