Nisan 25, 2016 06:27 Europe/Istanbul

Geçen hafta korsan İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun işgal altındaki Suriye’nin Golan tepeleri ile ilgili iddiaları geniş tepkilere neden oldu.

BM genel sekreteri Ban Ki Moon’un İsrail’in cinayetleri ve yayılmacı politikaları hakkında raporu, Netanyahu’nun Rusya ziyareti, Lübnan Hizbullah hareketinin İstanbul’da düzenlenen İslam işbirliği teşkilatı İİT’nin sonuç bildirisine tepkisi ve Kuveyt’te petrol sektöründe çalışanların grevi, bölgenin diğer önemli bazı gelişmeleriydi.

Geçen hafta korsan İsrail Başbakanı Netanyahu 21 Nisan Perşembe günü resmi bir ziyaret çerçevesinde Rusya’nın başkenti Moskova’ya geldi ve Rusya lideri Vladimir Putin ve bu ülkenin diğer bazı üst düzey yetkilileri ile görüştü. Bu ziyaret Netanyahu’nun Rusya’ya altıncı ziyareti sayılıyor. Netanyahu en son geçen yılın Eylül ayında Moskova’yı ziyaret etmişti. Bundan Başkan Putin ve Netanyahu Kasım 2015’in sonunda BM’nin Paris’te düzenlediği iklim değişikliği konferansının kulisinde bir araya gelmişti.

Bölgesel ve küresel meseleler ve özellikle İsrail ile Filistin arasındaki münakaşa ve bu münakaşanın çözüm ufku ve ayrıca Suriye krizi, Netanyahu ve Putin’in en çok görüştükleri konulardır. Netanyahu’nun Moskova iyaretinin amacı ise iki taraf arasında güvenlik işbirliğini geliştirme ve sürdürme şeklinde açıklandı. Fakat Netanyahu bu ziyareti sırasında Putin’in Lübnan Hizbullah hareketine silah satışını durdurma ve İran ile silah ticareti yapmama konusunda ikna etmeye çalıştı. Suriye krizi Netanyahu ve Putin’in üzerinde durdukları bir başka konuydu.

Moskova ile Tel aviv ilişkileri 1990’lı yılların başlarında ve Rusya’nın İsrail’e ilk büyükelçisini atamanın ardından 1991 yılında başladı ve eski sovyetler birliğinin son günlerine doğru normalleşmeye başladı. Aslında İsrail’in Rusya’ya ve bundan önce de eski sovyetler birliğine yaklaşımı bir kaç açıdan dikkat çekiyor. İlkin Moskova başta Irak ve Suriye ve Filistin olmak üzere bazı Arap ülkeleriyle 1960’lı ve 1970’li yıllardan itibaren çok özel ilişkileri olmuş ve Tel aviv de sürekli bu ilişkileri bozmakla uğraşmıştır. Şam yönetimi sovyetler birliği dağıldığı güne kadar Moskova’nın önemli müttefiklerinden biriydi ve aynı zamanda Moskova’nın da sürekli Filistinlilerin haklarını desteklemesi ve uluslararası platformlarda bu hakları savunması bilinen bir gerçektir.

Öte yandan siyonist rejim İsrail, Rusya ile ilişkilerine yahudi kökenli Rus göçmenlerin Moskova tarafından işgal altındaki Filistin’e gönderilmeleri penceresinden bakmıştır. Nitekim işgal altındaki Filistin’de siyonist nüfusun önemli bir bölümünü eski sovyetler birliği döneminden beri Ukraynalı, Rus ve Moldova’nın yahudi asıllı vatandaşları oluşturuyor.

Netanyahu İsrail’in Rusya ile ilişkilerine genel bakışı çerçevesinde şimdi bu ilişkileri geliştirmek ve böylece Rusya’nın bölge ülkeleri ile askeri anlaşma imzalamasını ve uygulamasını engellemek istiyor. Ancak Rusya’nın Ortadoğu bölgesinde izlediği politikalar, Moskova’nın Irak, Suriye ve Filistin gibi bölgedeki geleneksel dostları ile ilişkilerini korumak istediğini gösteriyor.

Geçen hafta korsan İsrail Başbakanı Netanyahu’nun işgal altındaki Golan tepeleri üzerinde ebedi egemenlik hakkını iddia etmesi, uluslararası camianın sert tepkisine ve Netanyahu ve iddiasının kınanmasına yol açtı.

BM, Amerika, Almanya, Arap birliği, İİT ve bazı ülkeler bu iddiayı illegal ilan ettiler ve asla İsrail’in Golan tepeleri üzerindeki hakimiyetini tanımayacaklarını belirttiler.

Siyonist Başbakan Netanyahu, işgal altındaki Golan tepelerinde düzenlediği bakanlar kurulu oturumunda Golan ebediyen İsrail’in egemenliği altında kalacağını iddia etti.

Golan tepeleri aslında Suriye topraklarının ayrılmaz bir parçasıdır ve 1967 yılında 6 günlük savaş sırasında İsrail tarafından işgale uğramıştır. Golan tepeleri Lübnan, Suriye, ürdün ve Filistin ülkeleri arasında yer alan ve 1860 kilometrekarelik alanı bulunan bir bölgedir. Golan tepelerinin şam, Beyrut, Tel aviv ve Amman’a musallat olması, İsrail rejiminin bu tepelerin işgalini sürdürmeye karar vermesinde etkili olan etkendir. Bundan başka Golan tepeleri Cebelul Şeyh sıradağlarından akan ırmakların sayesinde önemli içme suyu kaynağıdır ve bu açıdan da İsrail için önem arz etmektedir. Nitekim bu tepelerin işgal altında bulunduğu son yarım asırda İsrail’in içme suyunun önemli bir bölümünü karşılamıştır.

Korsan İsrail ayrıca askeri ve nükleer silahlarını ürettiği teçhizatlarının önemli bir bölümünü de Golan tepelerine yerleştirmiş ve burada 30 yerleşke inşa ederek bölgeye musallat olmuştur. Ancak BM güvenlik konseyinin 242 ve 338 sayılı kararnamelerinde Golan tepelerinden Suriye’nin işgale uğrayan toprakları şeklinde söz ediliyor ve korsan İsrail’den bu bölgeden kayıtsız şartsız geri çekilmesi isteniyor.

Geçen hafta BM genel sekreteri Ban Ki Moon, siyonist rejimin işgal altındaki Filistin topraklarında yerleşke inşaatını arttırması ve Batı şeria ve Beytulmukaddes’te Filistinlilerin evlerini yıkması, bölgede kalıcı bir barışı her zamankinden daha çok imkansız hale getirdiği konusunda uyarıda bulundu.

Filistin konusunu ele almak üzere özel oturum düzenleyen BM güvenlik konseyine bir rapor sunan Ban Ki Moon, son altı aydı işgal altındaki Filistin’de yaşanan çatışmalarda ve şiddet olaylarında 200 Filistinli katledildiğini belirtti. Moon raporunda ayrıca korsan İsrail kaygı verici artan bir ivme ile Batı şeriada Filistin milletine ait evleri yıkmayı sürdürdüğünü ve bu süreç 2015 yılına kıyasla daha da şiddetlendiğini kaydetti. Moon, bu tür tahribatın aslında toplu cezalandırma sayıldığını ve uluslararası yasalara aykırı olduğunu vurguladı.

Öte yandan Filistin kurtuluş örgütü FKÖ icra komitesi üyesi Ahmet Mecdelani Filistin’in korsan İsrail’in işgal altındaki topraklarda yerleşke inşaatını sürdürmesine karşı BM güvenlik konseyine bir kararname taslağı sunmak üzere istişarelerini sürdürdüklerini açıkladı. Filistinli diplomat, İsrail’in işgal altındaki Filistinli bölgelerde yerleşke inşaatını sürdürmesi bölgede Filistin meselesinin çözümü ve barış yolunda en temel engel olduğunu kaydetti.

Uluslararası hukuka göre İsrail’in işgal altındaki Filistin topraklarında yerleşke inşaatı illegaldir ve BM bildirgesine aykırı sayılır. Filistin’in BM temsilciliği ise bu süreci kınamak amacıyla bir kararname taslağı üzerinde çalışıyor ve BM üyelerinden kararnamenin onaylanması için destek istiyor.

Bu arada dünyanın bir çok ülkesinde Filistin taraftarları bazı yaptırım kampanyaları başlatarak İsrail rejiminin işgal altındaki Filistin’de yerleşke inşaatını durdurması için bu rejime baskı uygulamaya çalışıyor.

Arap birliği genel sekreteri Nebil Arabi ise siyonist rejimin cinayetleriyle ilgilenmek üzere bir Arap mahkemesi kurulmasını önerdi. Arabi, korsan İsrail yerleşke politikasının sürdürdüğünü ve Filistin krizinin çözümü için uluslararası konvansiyonları benimsemek de istemediğini vurguladı.

Geçen hafta Rusya Dışişleri Bakanı Yardımcısı Sergei Riabekov, Amerika ve Suriyeli muhaliflerin Cenevre’de düzenlenen Suriye barış müzakerelerini başarısızlığa sürüklemeye çalıştıklarını açıkladı. Suriye’nin Halep eyaletinde teröristlerin Şam yönetimine karşı operasyonları sürdüğünü belirten Riabekov, Amerika ve Suriyeli muhaliflerin Cenevre müzakerelerini başarısız bırakmak istediklerini, Amerika ve bazı Suriyeli muhalif örgütler kışkırtıcı hareketlerini sürdürdüklerini belirtti.

Gerçi Suriye’da son aylarda ateşkes uygulanmaya başladı, fakat son iki haftada teröristlerin ve silahlı muhaliflerin Halep ve Hama eyaletlerinde Suriye ordusu ve halk güçlerine karşı ağır saldırıları ateşkesi tehdit etmeye başladı.

Öte yandan İngiliz medyası da Amerika yönetiminin Suriyeli muhaliflere üç bin ton silah ve mühimmat gönderdiğini açıkladı.

Cenevre’ye gelen Suriyeli muhaliflerin heyeti ise barış müzakerelerine katılmayı reddetti. BM Suriye özel temsilcisi Stephan De Mistura da Şam yönetimi ile muhaliflerin arasındaki diyaloğun siyasi geçiş sürecinin anlamı üzerinde odaklandığını belirterek muhaliflerin geçiş heyeti üzerinde ısrar ettiğini, şam yönetimi ise geniş kapsamlı hükümeti savunduğunu belirtti.

De Mistura, muhalifler müzakerelere katılımlarını ertelettiklerini, fakat Cenevre’de kalacaklarını ve arabulucularla gayri resmi müzakerelerini sürdürebileceklerini ifade etti.

Muhaliflerin müzakerelerin ertelenmesini talep ettiğini belirten De Mistura, Suriye’de beş yıl süren çatışmanın ardından siyasi geçişin bir hafta içinde gerçekleşmesini beklememek gerektiğini, ateşkes hala devam ettiğini, fakat bazı bölgelerde çatışmaların şiddeti kaygı verici boyutta olduğunu vurguladı.

Geçen hafta Lübnan Hizbullah hareketi İİT İstanbul sonuç bildirisini kınadı. 13. İİT liderler zirvesinin sonuç bildirisinde Arabistan’ın lobileri sonucu Hizbullah hareketinden terör örgütü şeklinde söz edildi. Gerçi Hizbullah’ı terörist hitap eden bu bildiri zirvenin sonunda okunmadı, ancak yine de uluslararası arenalarda tepki ve kınama ile karşılaştı.

Tunus Cumhurbaşkanı bildiriyi eleştirdiği açıklamasında Hizbullah hareketi siyonist karşıtı bir hareket olduğunu ve Lübnan devletinin bir parçası sayıldığını ve Lübnan’ı katil İsrail’e karşı savunmak için kurulduğunu belirtti.

Irak Dışişleri Bakanlığı de İstanbul bildirisine gösterdiği tepkide, Bağdat yönetimi siyonizm karşıtı hareketlerin terörist olmakla suçlanmalarına karşı olduğunu ve bunu asla benimsemediklerini belirtti.

Bundan önce Arap birliği de Mart 2016’da eklenmedik bir çıkış yaparak ve Riyad ve Maname’nin yönlendirmeleri ile Hizbullah hareketini terör örgütü ilan etmişti.

Lübnan Hizbullah hareketi 1982 yılında ve Lübnan toprakları İsrail ordusu tarafından işgal edilmesinin ardından şekillendi. Bundan sonra ve 22 yıl direnişin ardından korsan İsrail 2000 yılında gece yarısı Lübnan’dan kaçmak zorunda kaldı ve Hizbullah hareketi zafer bayrağını göndere çekti. Bundan başka siyonist ordunun 2006 yılında 33 günlük savaş sırasında Hizbullah karşısında uğradığı hezimet o kadar ağır geldi ki bir çok siyonist yetkili görevinden çekilmek zorunda kaldı.

Şimdi de bölgede tekfirci teröre karşı mücadelede Hizbullah hareketi Suriye’de teröristlerin Lübnan topraklarına doğru ilerlemelerini engelliyor. Gerçekte Batı ve Arabistan Lübnan’da da el Nusra ve IŞİD terör örgütlerini yapılandırmak sureti ile Lübnan’ın iç güvenliğini bozmaya ve böylece siyonist rejime hizmet etmeye çalışıyor. Nitekim Hizbullah hareketi son aylarda bir çok Arabistan uyrukluyu Lübnan’da terör saldırısı düzenlemeden önce yakaladı. Söz konusu teröristlerin Arabistan uyruklu ve IŞİD üyesi olmalarının ifşa edilmesi ise Suud rejiminin terörün baş hamisi olduğunu ortaya koyarken, Lübnanlı yetkililerin de Riyad’ın gerçek mahiyeti konusunda gözlerinin açılmasına vesile oldu.

Geçen hafta Kuveyt’te petrol ve petro kimya sanayiinin çalışanları hükümetin ücretleri düşürme kararına gösterdiği tepkide greve gitti. Kuveyt petrol firmasının işçi sendikası bu grevi organize etti.

Kuveyt’te enerji sektörü çalışanları greve gidince, Kuveyt petrol firması acil bir karar alarak petrol üretiminin %60 seviyesine düşürdü ve rafinerilerin çalışma kapasitesini da azalttı. Firma aynı zamanda Mısır ve Hindistan’dan grev sırasında teknik elemanlarını Kuveyt petrol tesislerinde çalıştırmak üzere firmaya vermelerini talep etti.

Kuveyt’in petrol sektöründe söz konusu grev yüzünden yaşanan hasar ise günde 40 milyon dolara ulaştı. Kuveyt yönetimi dünya petrol piyasalarında fiyatların düşmesi yüzünden bu sektörde çalışanların maaşını azaltma kararı aldı. Bu karar aslında ülkenin bölgedeki diğer Arap emirlikleri gibi karşılaştığı bütçe açığını kısmen kapatma yüzünden alındı.

Petrol fiyatları Haziran 2014’ten beri bilinen nedenlerden ötürü düşmeye başladı ve 100 doların üzerinden 40 doların altına indi.

Öte yandan Kuveyt petrol bakanlığı vekili petrol sektöründe greve gidenlerden grevlerine son vermelerini ve müzakere masasına geri dönmelerini istedi.

Kuveyt OPEC üyeleri arasında petrol üretimi bakımından dördüncü sırada yer alıyor ve günde ortalama üç milyon varil petrol üretiyor.

Gerçekte petrol fiyatlarının düşmesi Fars körfezinde yer alan Arap emirlikleri yüz milyarlarca dolarla ifade edilen bütçe açığı ile karşı karşıya getirdi.

Kuveyt petrol sektörü çalışanları bir hafta grevin ardından greve son verme kararı aldı. 015