Ağustos 25, 2020 16:20 Europe/Istanbul

Hatırlanacağı üzere geçen bölümde Aşura kıyamının ebedileşme sırrı hakkında kısa bir yorum yaptık ve Hüseyni hamasetin ebedileşme sırlarından biri, Emevi hanedanın ciddi tehditlerine maruz kalan İslam’ı korumak olduğunu beyan ettik.

Kur'an'ı Kerim İslam’ı anlatırken Al-i İmran suresinin 19. ayetinde şöyle buyurmakta:

Allah nezdinde hak din İslâm'dır.

Yüce Allah bu dini iç ve dış düşmanların tüm komploları ve sinsi çabalarına rağmen bekasını ve kalıcılığını güvence altına alarak şöyle buyurmakta:

Onlar ağızlarıyla Allah'ın nûrunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nûrunu tamamlayacaktır.

Dolayısıyla Hüseyin bin Ali’nin -s- amacı ve İslam dinini koruma çabası ilahi irade ve takdirin doğrultusundaydı ve buna göre de ebedileşti. Nitekim Emevilerin iktidar düşkünü bencil elebaşıları kamuoyuna İmam Hüseyin’in -s- kıyamı ve Yezid’le savaşının amacı Emevileri devirerek iktidarın başına geçmek olduğunu telkin etmeye kalkışınca o hazret açıkça şöyle ilan etti:

Ey yüce Rabbim, kuşkusuz sen bilirsin bizim kıyamımızın amacı siyasi iktidarı ele geçirmek veya mal ve servet ve maddiyat gibi şeyler olmadığını, bizim esas amacımız senin dinini ihya etmek ve fesadın kökünü kurutmak ve senin topraklarında ıslah yapmak olduğunu bilirsin. Biz zulme uğrayan kullarını kurtarmak ve onların çiğnenen haklarını savunmak ve onlara iade etmek ve ayrıca senin kulların için vacip kıldığı ahkama ve sünnetlerine uymak istiyoruz.

Bu sözlerin tümünde ilahi saikler her açıdan ve her alanda açıkça göze çarpıyor, ki bu da Aşura kıyamını ebedileştiren sırlardan biridir. Nitekim hangi amel veya hangi söz ilahi rengi ve kokusu olursa ebedileşir. Kur'an'ı Kerim Rahman suresinin 26 ve 27. ayetlerinde bu inkar edilemez gerçeği ve ufkunu şöyle çizerek beyan ediyor:

Yer yüzünde bulunan her canlı yok olacak. Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacak.

Hidayet meşalesini daima parlamasını sağlayan ilahi irade ve takdirden başka, halk kitleleri ve özellikle ulema ve dini aydınlar da sorumluluk taşımalı ve düşmanla savaş meydanına katılarak hakiki önderlere destek vermeleri ve birlik içinde küfür ordusu ile çarpışmalıdır. İşte bu anlayıştan hareketler şehitlerin efendisi Hüseyin bin Ali -s- çağdaşı olan alimlere hitaben şöyle buyurdu:

Eğer siz bize yardım etmez ve hakkı gözeterek bizimle tek yürek olmazsanız, zalimler size karşı daha da güç kazanır ve peygamberinizin parlayan güneşini söndürmek için daha da aktifleşir.

İmam Hüseyin -s- beyanatının devamında bir kez daha Allah’ı eksen almaya vuru yaparak şöyle buyuruyor:

Eğer bize yardım etmezseniz, Allah bize yeter ve biz O’na dayanır ve tevekkül eder ve O’na doğru gideriz, zira kaderimiz O’nun güçlü ellerindedir ve hepimiz O’na döneceğiz.

Yüce Allah’a inanç ilkesini ifade eden bu sözlerden başka, Hüseyin bin Ali’nin -s- gerçekleştirdiği kıyamın her aşamasında bu ilkenin izlerine rastlamak mümkün. Medine valisi Velid’le görüştükten sonra hükümet konağından ayrılan İmam Hüseyin -s- İslam Peygamberi’nin -s- mezarını ziyaret ederek yüce Allah katına dua etti:

Ey yüce Rabbim, senden Senin rızana ve peygamberinin hoşnutluğuna vesile olacak bir yol göster.

Öz Muhammedi -s- İslam irfanının hakiki salikleri, seyir ve sülukün en yüksek derecelerinden biri ilahi rıza makamına ulaşmaktan ibaret olduğuna inanır; zira bu derecede insan kendini tüm varlığı ile yüce Allah’a emanet eder ve sonuçta Allah tealanın onun için belirlediği tüm hadiselere karşı İmam Hüseyin -s- gibi hakiki rızasını beyan eder.

İmam Hüseyin -s- Mekke’de bir hutbede öngördüğü tüm acı gelişmeleri ve başına gelecekleri beyan ettikten sonra şöyle buyurdu:

Yüce Allah’ın razı olduğu her şeye biz de razıyız ve O’nun belirlediği hadiselere ve imtihanlara sabırlı oluruz ve Allah bize sabredenlerin mükafatını verecektir.

Şehitlerin efendisi İmam Hüseyin -s- daha sonra da sözünü ettiği rızanın kalbinin ta derinlerinden yükseltiğini göstermek için tüm tavsiyelere ve Kerbela’ya gitmesine karşı çıkanların muhalefetine rağmen şöyle buyurdu:

Ey insanlar, bilin ki kim bizim ilahi yolumuz uğruna kalbinin kanından vazgeçer ve O’nun yolunda şehit olup hakka kavuşmak istiyorsa, hareket etmek üzere hazırlansın, zira ben, eğer Allah irade buyurursa, yarın yola çıkıyorum

İmam Hüseyin’in -s- Allah ekseninde hareket etmesini yansıtan bir başka nokta, Mekke valisi Ömer bin Said’in Hz. Zeyneb’in -s- eşi Abdal bin Cafer aracılığı ile kendisine verilen aman mektubuna verdiği cevaptır. İmam bu mektuba şöyle cevap verdi:

Kim Allah’ın ve peygamberinin davetine uyar ve salih amelde bulunur ve hakkın emirlerine teslim olursa, hiç kuşkusuz Allah’a ve peygamberine karşı çıkmaz. Ancak bana getirdiğiniz şu aman mektubuna gelince, bilin ki en iyi aman, yüce Allah’ın verdiği amandır. Kim din ve Allah’tan korku alanında yer almazsa, ahirette de amanda olmayacaktır. Yüce Allah’tan bize bu dünyada O’ndan korkmayı nasip etmesini ve böylece ahirette de aman vermesinden yararlanmayı niyaz ediyoruz.

İmam Hüseyin, hiç bir insani ve ilahi haddi tanımayan ve tevhide aykırı hareket eden düşmanın aman mektubuna gönül bağlamadığını pratikte de göstermek için, Emevi uşakları Mekke’de ilahi güvenli haremde kendisine suikast düzenlemek ve Kâbe’nin hürmetini çiğnemek istediklerini öğrenince de şöyle buyurdu:

Allah’a and olsun eğer Mekke’den bir adım uzakta öldürülürsem benim için bu kutsal mekanda kanımın akıtılmasından daha iyidir ve eğer Mekke’den iki adım daha uzakta öldürülürsem, buraya yakın bir yerde kanımı akıtmalarından daha iyidir.

Bundan başka güya İmam Hüseyin -s- Yezid ve uşaklarının mahiyetini bildiğinden, bu zümrenin sonunda Kâbe’nin hürmetini çiğneyeceklerini tahmin ediyordu. Nitekim İmam’ın -s- geleceğe yönelik öngörüsü kameri 64 yılında gerçekleşti ve Yezid iktidarının üçüncü yılında Mekke’ye çıkarma yaptı. Yezid ordusu Mekkeli Müslümanların kısa süren direnişini kırdıktan sonra Kâbe’yi yakarak hürmetini çiğnedi.

Evet, İslam hanedanının hakkına aykırı olarak ilahi dini ve ahkamını yok etmek isteyen ve bu yüzden iktidarın ve saltanın başına geçen Emevilerden farklı olarak nübüvvet ve imamet odağında yetişen Hüseyin bin Ali -s- Emevilerin bu şom hedeflerinden derin kaygı duyuyor ve tüm tepkilerinde ve muhalefetlerinde başlattığı kıyamın her açıdan ilahi bir kıyam olduğunu göstermeye çalışıyor ve insanları ve ulemayı Allah’ın rızasını kazanacak şekilde sorumluluklarını yerine getirmeleri konusunda uyarıyor ve bencillikten ve Kur'an'ı Kerim, İslam, nübüvvet hanedanı ve Müslümanları yok etmekten başka hiç bir amacı olmayan zalim hükümdarların açık gizli sapkınlıklarına itiraz etmelerini ve sessiz kalmaları ve duyarsız davranmaları ile bu zümrenin İslam karşıtı hedeflerinin gerçekleşmesine zemin hazırlamamalarını istiyordu.

İmam Hüseyin -s- bu doğrultuda şöyle haykırıyordu:

Ey insanlar, bilin ki onlar, yani Yezid ve uşakları, şeytana uymayı vacip bilmiş ve Allah’a itaat etmeyi bırakmış ve fesadı yaygınlaştırarak ilahi ahkamı rafa kaldırmış ve beytülmali talan ederek kendi tekellerine almış ve Allah’ın haramını helal ve helalini haram yapmıştır ve ben bu şartları önlemek ve değiştirmek için en şayeste kişiyim.

Şehitlerin efendisi İmam Hüseyin’in -s- yüzde yüz ilahi saiklerle başlattığı kıyam ve mücadelede en büyük dayanağı, o hazrete her zaman ilham kaynağı olan yüce Allah ile daimi irtibatı ve savaş meydanlarının tüm engebeli süreçlerinde ona eşlik eden salih insanlardı.

İmam Hüseyin -s- Aşura gününe bağlanan gecede düşmanların saldırı ve savaş niyetini hissettiğinde Hz. Ebulfazl Abbas’ı düşmandan o gece onlara mühlet vermesini istemekle görevlendirerek şöyle buyurdu:

Biz Rabbimiz için namız kılmak, O’nun katına dua etmek ve mağfiret talep etmek istiyoruz. Rabbim bilir ben namazı, Kur'an'ı Kerim tilavetini, bol bol dua etmeyi ve istiğfarda bulunmayı çok severim.

Ve bu güvenli ilahi sığınakta İmam Hüseyin -s- ve vefakar arkadaşları kendilerini öylesine yüce Allah’a ibadet ve münacata kaptırmıştı ki arifane fısıltıları adeta bal arılarının vızlaması gibi duyuluyor ve öylesine huzur içindeydiler ki güya hiç biri yarın Aşura gününde asla eşit olmayan bir savaşta çarpışıp şehit olmaktan en ufak kaygı duymuyordu. Nitekim bu emsalsiz ruh hali ve eşsiz manevi duruş yüzündendi ki düşmanın düşmanlığının doruk noktasında ve Aşura’nın öğle saatlerinde, Ebu Samame Saedi İmam Hüseyin’e -s- öğle namazı vakti olduğunu hatırlatınca İmam -s- ona şöyle buyurdu: Bize namaz vaktini hatırlattın; Rabbim seni Allah’ı yad eden namaz kılanlarla mahşur eylesin.

Yine böyle bir hengamede ve düşman okları gök taşları gibi İmam Hüseyin -s- ve fedakar arkadaşlarının üzerine yağdığı bir sırada o hazret ve arkadaşları baştan başa maneviyat olan muhteşem bir cemaat namazı kılmaya başladılar ve bu namaz o hazretin seyrek sayıda arkadaşından bir kaçının şehadeti ile son buldu ve Aşura kıyamının ebedileşen tarih sayfalarına altın bir sayfa daha eklendi.