Aşura’nın ebedileşme sırrı - 4
Bugünkü sohbetimizde İmam Hüseyin -s- ve arkadaşlarının Kerbela olayında hürriyet meselelesi ve bu dereceye nail olmalarını ele almak istiyoruz.
Öz Muhammedi İslam’ın erdeme ulaştıran kültüründe her insanın arzu ettiği derecelerden biri hürriyet zirvesine ulaşmaktır. Zira insan ancak bu mevkiye kavuşarak hafifleyebilir ve rahat bir şekilde yaşayarak hareketli ve neşeli olabilir. İnsan ancak bu dereceye nail olduktan sonra maneviyat ve insaniyet alanında hür bir şekilde kanatlanabilir ve yaşam mücadelesinde maddi yaşamın şatafatla cazibelerine galip gelerek tüm bağımlılıkların esaretinden kurtulabilir. Hürriyet her türlü hareketin ve sıçramanın temel şartıdır. İlkeli ve köklü bir bakışta, en zorlu mücadeleler hak ve batıl yol ayrımında daha sağlam temellere dayanan insanlarca verilmiştir. Nitekim hiç bir dini veya siyasi gerçek lider refah içinde yaşayarak dünyada herhangi bir değişime vesile olmadığı da kesin bir gerçektir.
Bu çerçevede hiç kuşkusuz şehitlerin efendisi Hüseyin bin Ali -s- ve vefakar arkadaşları hür olmanın en mükemmel simgeleriydi, ki bu da Aşura kıyamını ebedileştiren etkenlerden biri sayılır. Bu insanlar dünyanın şatafatına ve güç ve servetin cazibesine kapılmaksızın sırf Allah vergisi insani kerametleri ve değerleri korumak için kıyam etti. Bu insanlar aşağılanmayı ve esareti reddederek, yüce konumlarını mali dünyanın naçizane pahasına satmak yerine hürriyeti seçti ve kulla pazarlığa oturmak yerine insanı hür yaratan Allah ile pazarlığa oturdu. Kur'an'ı Kerim bu insanları şöyle anlatıyor:
Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaattir. Allah'tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır
Hüseyin bin Ali -s- dünyanın hür insanlarına hürriyetini ve bağımsızlığını göstermek için Küfe’ye doğru yola çıktığında çağının ünlü şairi Ferzadak’la karşılaştı. Ferzadak o hazrete şöyle arz etti:
Ey Resulullah’ın oğlu, sen nasıl Küfe halkına itimat edersin. Bunlar amca oğlun Müslim bin Akil ve arkadaşlarını öldürdüler?
İmam Hüseyin -s- Müslim ve arkadaşlarına rahmet ve yüksek dereceleri talep ettikten sonra şöyle buyurdu: Müslim ilahi rıdvana gitti. O üzerine düşeni yaptı ve biz, üzerimize düşenlere halâ bağlıyız. İmam -s- ardından şu şiiri okuydu: Eğer dünya nefis gibi görünüyorsa, o zaman sevap ve ilahi mükafat alemi olan ahiretin çok daha yüce ve çok daha şerefli olduğunu bilmek gerekir. eğer ilahi takdir, insanlar ölmek üzere yaratılmaya yönelikse, o zaman Allah yolunda kılıçla ölmek çok daha üstün olduğunu bilmek gerekir. Eğer insanların rızkı belli miktarda belirlenmişse, o zaman rızık için daha az hırslı olmak daha güzel ve daha iyi olduğunu bilmek gerekir. Eğer mal ve serveti biriktirmenin sonucu onları ölümden sonrası için bırakmak ise, o zaman öyle bir şey geride bırakıp gitmeliyiz ki insan onu kıskanmasın.
İmam Hüseyin’in -s- seçkin arkadaşları o hazreti örnek alarak tüm dünyevi bağımlılıklarına sırt çevirdi ve kanatları hafifleyerek şehitlerin efendisinin yardım çağrısına tüm benlikleri ve kalplerinin en derinliklerinden karşılık verdi. Bu insanlardan biri Hac ziyaretinden Kufe’ye dönmekte olan Zahir’di. İmam Hüseyin -s- Zahir’in çadırının yakınında çadır kurmuştu. Zahir bazı yakınları ve arkadaşları ile sofraya oturmuştu ki birden İmam’ın kuryesi geldi ve onu İmam’la görüşmeye çağırdı. İmam Hüseyin -s- kafilesinden uzak durmaya çalışan Zahir bu çağrının karşısında şaşırmıştı. Ancak basiretli eşi ona şöyle dedi: Allah münezzehtir acaba sen Resulullah’ın oğlunun sana gönderdiği kuryeyi cevapsız mı göndereceksin? Hadi kalk ve telaşa kapılma, git bak Resulullah’ın torunu senden en istiyor, öğren ve geri dön.
Bu sözlerin üzerine Zahir hemen ayağa kalktı ve İmam Hüseyin’in -s- huzuruna müşerref oldu. Henüz pek fazla bir zaman geçmeden Zahir hızla ve büyük bir mutluluk içinde arkadaşlarına geri döndü ve çadırının toplanmasını ve İmam Hüseyin -s- ve arkadaşlarının çadırının yanı başında kurulmasını emretti. Zahir ardından eşine dönerek şöyle dedi: Sen kendi akrabalarına katılabilirsin, zira benim yüzümden sana bir şey gelmesini istemem. Ben sadece sizin iyiliğinizi istiyorum.
Zahir ardından arkadaşlarına dönerek şöyle dedi: Sizden kim arzu ediyorsa Resulullah’ın oğluna yardım etmeye gelsin; bu bizim son görüşmemiz olacaktır.
Yolunu tamamen hür ve bilinçli bir şekilde seçen Zahir, Hüseyni hamasetin tüm engebeli sürecinde rol ifa etti ve İmam’ı yalnız bırakmadı. Zahir ne zaman düşman tarafından bir tehdit savrulursa ayaklanıyor ve bazen bir konuşma yaparak ve bazen de kılıcını kuşanarak tehdit ve tehlikeleri bertaraf ediyordu, Aşura günü sabahında Zahir, düşman ordusu İmam Hüseyin -s- kampına saldırmak üzere harekete geçtiğini görünce hemen savaş meydanına çıktı ve güçlü bir konuşma yaparak düşmana şöyle dedi:
Ey Küfe halkı, ben sizi Allah’ın çok ağır azabından sakındırıyorum. Kuşkusuz her Müslümanın Müslüman kardeşi üzerindeki hakkı, onu nasihat etmek ve bilinçlendirmektir. Biz hepimiz burada kardeşiz ve aynı dine inanıyoruz. Kuşkusuz bizle sizin aramızda kılıç durmadığı ve körü körüne düşmanlığınızı sürdürmediğiniz müddetçe nasihat etmeye layıksınız. Ancak ne zaman kılıçlar bizim hak cephemizle sizin batıl cepheniz arasına girerse, artık aramızda hiç bir sınır ve hürmet kalmayacaktır. Evet, Allah teala bizi ve sizi İslam Peygamberi’nin -s- pak hanedanı ve Ehl-i Beyt’i -s- ile imtihan ederek onlara nasıl davrandığımızı sınamaktadır.
Ancak tüm bağımlılıklarından sıyrılan Zahir’in bu aydınlatıcı konuşması, Emevilerin tehdit veya rüşveti ile savaş meydanına gelen hainleri etkilemedi ve bilakis güç ve para düşkünü olan bu zümre ona hakaret etmeye başladı ve sonuçta din düşmanı cani Emevilere bağlılıklarını ve köleliklerini beyan etmeye başladı. Bunca cahillik ve uşaklıktan usanan Zahir sonunda İmam Hüseyin’den -s- izin alarak savaş meydanına girdi ve cihat ederken ve şehit düşmeden önce şu şiiri okumaya başladı:
Ben Zahir Yesrekeyn’im ve kılıcımla Hüseyin’in hürmetini savunuyorum. Hüseyin Resulullah’ın iki torunundan biridir; iyilik ve takva ziyneti olan bir hanedandandır ve o, nebevi kuşaktan, Resulullah’ın pak soyundandır ve ben sizinle savaşır ve bununla onur duyarım.
Aşura kıyamında hürriyet sözcüğünü somut bir şekilde ortaya koyan İmam Hüseyin’in -s- arkadaşlarından biri da Hür bin Yezid Riyahi’ydi. Hür aslında Ubeydullah’ın Kerbela’ya yolladığı ordunun komutanlarından biriydi ve görevi İmam Hüseyin -s- kafilesini, hangi konumda ve mevkide olursa olsun, durdurmaktı.
Hür bin askerle birlikte İmam Hüseyin -s- ve arkadaşlarının karşısına çıktı. İmam -s- arkadaşlarına Hür ordusunda yer alan askerlere ve atlara su verilmesini emretti. O sırada namaz vakti gelmişti. Hür ve ordusunun da uyduğu namaz kılındıktan sonra Hüseyin bin Ali -s- kafilesine hareket etme emri verdi; ancak o sırada Hür şöyle dedi: Biz sizi Ubeydallah’a götürmekle görevlendirildik. Ancak İmam -s- Hür’e karşı çıktı.
Sonunda Hür Ubeydullah’ın ordusuna geri döndü. Hür şimdi bir yol ayrımı ve bir seçim karşısında şaşkındır. Sonunda Hür güç ve servetin fani cazibelerinden kurtulmaya karar verdi. Hür özellikle Hüseyin bin Ali’nin -s- yardım çağrısını duyduğunda Ömer Saad’ın yanına gitti ve sordu: Acaba sen Hüseyin’le savaşmak mı istiyorsun? Ömer Saad şöyle karşılık verdi: Evet, Allah’a and olsun onunla en azından elleri ve kafaları kesilinceye dek savaşacağım. Uyanan vicdanı ona sürekli haykıran Hür sonunda kaderini belirleyen kararını verdi ve Hüseyin bin Ali’nin -s- kampının yolunu tuttu.
Bu diyaloğa şahit olan adamlardan biri, Hür’ün Ubeydullah ordusunu terk edeceğini hissedince olan neden böyle bir seçim yaptığını sordu. Hür şöyle karşılık verdi: ben kendimi cennetle cehennem arasında görüyorum ve Allah’a and olsun ki cennetten başka bir yeri seçmeyeceğim.
Hür İmam Hüseyin -s- ve arkadaşlarını susuz ve çorak bir yerde kuşatmaktan duyduğu utanç ve pişmanlık duygusu ile İmam Hüseyin’in -s- kampına geldi ve şöyle arz etti: Ben geri döndüm ve pişmanım. Acaba tevbemi kabul eder misin? İmam -s- şöyle buyurdu: Rabbim senin tevbeni kabul etmiştir. Hür bu sözlerine üzerine her hür insan gibi hafiflediğini hissetti ve kısa bir süre sonra savaş meydanına çıktı ve Yezid’in uşakları ile çarpıştı. Hür şehit düştü. Hür’ün pak naaşını Kerbela şehitlerinin yanına getirdiklerinde İmam -s- şöyle buyurdu: Senin şehadetin peygamberlerin ve enbiya hanedanı fertlerinin şehadeti gibidir.
Yine bir başka rivayete göre Hür hakka kavuşmadan önce İmam Hüseyin -s- ona baktı ve şöyle buyurdu: Sen artık hürsün; annen sana Hür adı verdiği gibi ve sen şimdi dünya ahiret hürsün.
İmam Hüseyin -s- ve arkadaşlarının hürriyetinin bir başka örneği Vahab hanedanıdır. Bu hanedanın oğlu, eşi ve annesi Kerbela olayında önemli rol ifa etti. Vahab gençliğinin en doruk noktasında Yezid ordusu ile savaş meydanına ayak bastı ve düşman ordusundan çok sayıda askeri helak ettikten sonra nihayetinde iki eli kesildi. Eşi elinde bir mızrakla kocasının yanına geldi ve her ne kadar Vahab geri dönmesini istediyse fayda etmedi ve şöyle dedi: Ben senin yanında kalıp şehit oluncaya dek düşmanla savaşacağım. İmam Hüseyin -s- ona şöyle buyurdu: Ehl-i Beyt’imden size hayır mükafat dilerim. Rabbim seni merhametinden nasipsiz bırakmasın. Hadi, kadınlara geri dön.
O sırada Ubeydullah uşaklarından biri, Vahab’ın başını kesti ve İmam Hüseyin -s- kampına doğru attı. Vahab’ın annesi evladının kesilen başını eline aldı, yüzündeki kanı sildi ve ardından şöyle dua etti:
Hamd yüzümü aklayan ve gözümü oğlumun şehadeti ile aydınlatan Rabbime özeldir.
Vahab’ın annesi ardından oğlunun başını Ubeydullah’ın ordusuna doğru attı. Vahab’ın başı Ubeydullah’ın uşaklarından birinin başına isabet ederek helak etti. Bu sahneyi gören Şimr’in adamlarından biri Vahab’in annesine saldırdı ve onu şehit etti.