İslam ve Azınlıkların Hakları-14
Bu bölümde Ehli Kitap'tan olmayan azınlıkların İslam açısından konumunu ele alacağız.
Hz. Ali as açısından Ehli Kitap'ın mal ve namus güvenliği tıpkı Müslümanların mal ve namus güvenliği hükmündedir. Bu yüzdendir ki Hz. Ali as Muaviye ordusunun Ehli Zimmet'ten olan gayrı Müslim ve Müslüman kadınlara el uzattığını ve onların depolarını talan ettiğini duyunca abası yerlerde süründüğü sırada minbere çıktı ve şöyle buyurdu:" onlardan birinin İslam'ın sayesinde mal ve canı güvence altına alınan Müslüman bir kadının ve gayrı Müslim bir kadının evine girdiğini onların ayak süslerini, kolyelerini ve küpelerini zorla aldığını hem de kadınların yalvarıp yakardığını duydum. Bu olaydan dolayı bir Müslüman esef duyarak hayatını kaybetse bile azarlanmamalıdır. Bence bu ölüm tam da yerinde olur. "
Allah Resulü Hz. Muhammed saa ise İslam hükümeti sığınmasında bulunan Ehli Zimmet ile uzlaşma ve onlar ile beraber yaşama önemi hususunda da önemli noktalara vurgu yapıp kim ki İslam sayesinde bulunan bir şahsa zulüm yaparsa , onu aşağılarsa ve ona kapasitesinden daha fazla yük ve görev yüklerse kıyamet gününde Allah Resulünün düşmanı olacağını belirtiyor. Buna esasen Hz. Muhammed saa şöyle buyurmuşlardır: Zimmet ehlinden olanlara da eziyet eden bizim düşmanımızdır. " Böylece kimse başka dinlerin mensuplarına, can, mal ve namuslarına zarar verme hakkına sahip değildir.
Şimdiye kadar programımızın 13 bölümünde bahsettiklerimiz dini azınlıkların hakları ile ilgili idi. Bu doğrultuda Yahudilik, Hristaynlık ve Zerdüştilik, Saibilik ve benzer kitaplara sahip ilahi dinlerin İslam'daki haklarını ele aldık.
Geçmişte ise sadece tanınmış azınlıkların Zimmet anlaşması ve cizye vergisi sayesinde İslami toplumda dini ve akide özgürlüğü ve ekonomik faaliyetlerde bulunma özgürlüğü haklarına sahip olabilecekleri düşünülüyordu. Bu çerçevede ilahi kitaba sahip olmayan azınlıklar ve ilahi olduklarını iddia eden azınlıklar örneğin Saibiler ve ilahi olduklarını iddia etmeyen müşrikler ve mülhitlerin de toplumsal haklara sahip olmadıkları ya İslam'ı kabul edip ya da öldürülecekleri düşünülüyordu. Sonuçta böyle gruplar da İslami toplumda varlık gösteremeyip toplumsal avantajlar ve haklardan bile yoksundu.
Son dönemde ise kimi Şii ve Sünni hukukçulardan bir grup bu alanda yeni hususlara odaklanmışlardır. Buna esasen tüm ilahi ve gayrı ilahi milletler tabii İslami devlet ile savaşmamak ve barışçıl bir şekilde yaşamak şartı ile İslami toplumda da toplumsal, akide ve ekonomik güvenliği hakkından yararlanabilirler. Bu durumda İslam'ın hukuki düzeni hiçbir zaman bu kişilere engel oluşturmayacaktır. Bu tür kişiler sırf tavsiyeler çerçevesinde ve öğüt mahiyeti taşıyan çağrılarla İslam'a davet edilebilir.
Çağdaş fakihlerden Mohsen Eraki ise El Hekem fi İslam isimli kitabında şöyle yazıyor:" Kitaba sahip olan azınlıklar, İslami ülkede saygın sayılıp belli görevleri ve hukuki hakları bulunmaktadır. Diğer azınlıklara karşı da İslam kötü davranmıyor. Tam tersi onların İslam'a yönelmeleri için uygun ortamı hazırlar. Buna esasen Allahu Teala Nahl suresinin 12'inci ayetinde şöyle buyurur:" «ادْعُ إِلی سَبیلِ رَبِّکَ بِالْحِکْمَةِ وَ الْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَ جادِلْهُمْ بِالَّتی هِیَ أَحْسَنُ إِنَّ رَبَّکَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَبیلِهِ وَ هُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدینَ»"
"﴾125﴿ Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et; onlarla en güzel yöntemle tartış. Kuşkusuz senin rabbin, yolundan sapanların kim olduğunu en iyi bilendir; O, doğru yolda bulunanları da çok iyi bilir."
Bu ayete göre davet için üç yöntem sunulmuştur: "Argüman, hitap etme ve tartışma" Bu yöntemler ise anılan ayette, hikmet, öğüt ve tartışma kelimeleri ile belirtilmiş ve hasene ve Ahsen vasıfları ile süslenmiştir. Böylece bu yöntemlerin en iyi şekilde uygulanmasına vurgu yapılmıştır. Ayetin sonunda ise Allah'ın en iyi bilen olduğu, sapanları ve hidayete erenleri en iyi şekilde tanıdığı belirtiliyor. Böylece davet için gerekli olan en önemli etkenin de iyi tartışma ve iyi öğüt ve hikmet olduğu belirtilmektedir.
Gayrı Müslimlerin İslam'a yönelmesi için zemin hazırlamalar etkili olmadığı durumunda İmam Ali as'ın Malik Eşter'e yazdığı mektuptaki hüküm geçerli olur. Buna esasen Hz. Ali as şöyle buyurmuştur:" İnsanlar iki gruptandırlar. Ya senin dini kardeşin ya da yaratılışta seninle aynı olanlar. "
Allah Resulü Hz. Muhammed saa ve İmam Ali as siyerlerinde de kitap sahibi olmayan Ehli Kitap'tan olmayan dini azınlıklara mensup olanlara kılıç ve kaba kuvvet ile İslam'ı kabul ettirme gibi bir durum söz konusu olmadı. Allahu Teala da Gaşiye suresinin 21 ve 22'nci ayetlerinde Hz. Muhammed'e şöyle hitap ediyor:" «فَذَکِّرْ إِنَّما أَنْتَ مُذَکِّرٌ، لَسْتَ عَلَیْهِمْ بِمُصَیْطِرٍ»
"﴾21﴿ Artık sen öğüt ver, çünkü sen ancak bir uyarıcısın."﴾22﴿ Onlara egemen bir zorba değilsin."
Allahu Teala bu ayetlerde Peygamber Efendimiz'e insanları zorla Müslüman yapmaması gerektiğine vurgu yapıp gönülleri kazanarak bunu yapmasına odaklanmasını istiyor. Allahu Teala Peygamber Efendimiz'in zorla yönetim yapamayacağını, onların kaderlerine hüküm süremeyeceğini, onların uhrevi cezalarını ve mükafatlarını belirleyemeyeceğini, görevinin sırf aydınlatma ve öğüt verme olduğunu hatırlatıyor. Bu yüzden Peygamber Efendimiz'den zaten bu büyük ve geniş yelpazeli görevle yetinmesini ve tam sabırlı bir şekilde ilahi mesajları iletmesini istiyor.
İslam'ın her zamanki sloganı Bakara suresinin 256'ncı ayetinde«لا إِکْراهَ فِی الدِّینِ قَدْ تَبَیَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَیِّ» olduğu gibi " dinde zorlama yoktur. Doğru eğriden açıkça ayrılmıştır."ifadesi olmuştur. Bu ayette Allahu Teala açık bir dille doğru ve yanlış yolu ayırdığını ve herkese bu yolu tanıttığını ifade ediyor. Bu da itikadi ve gönülle alakalı bir husus olan dinde zor ve kaba kuvvetin bir anlamı olmadığı insanın seçme hakkına sahip olduğunu gösteriyor.
İnsanları şehadet getirmeye mecbur bıraksanız bile bu zoraki şehadet getirme dini kabul etmek anlamına gelmez. Öte yandan birini şirk içerikli sözler sarfetmeye zorlamakla o şahıs müşrik veya kafir olmaz. Bilindiği üzere İslam'da cihat hep tağut ile mücadele ve zorbalığa dayalı düzenlerin yıkılması için olmuştur. Bu çerçevede bu haksızlıklara karşı susmak da insanlığa büyük bir cefadır. Buna ilaveten Kuran-ı Kerim'in birçok ayetinde de kafirlere hitaben şöyle buyrulmuştur:" «هاتُوا بُرْهانَکُمْ إِنْ کُنْتُمْ صادِقینَ»،
""Eğer sözünüzde doğru iseniz kesin kanıtınızı getirin!"
Allah'u Teala'nın da memnun kaldığı din Al-ı İmran suresinin 19'uncu ayetine göre İslam dinidir. Kuran-ı Kerim ise hidayet kitabı olup İslam'ın Allahu Teala nezdinde kabul gören din olduğunu tasdiklemiştir. Bu çerçevede Al-ı İmran suresinin 19'uncu ayetinde şöyle buyrulmuştur: "«إِنَ الدِّینَ عِنْدَ اللَّهِ الْإِسْلاَمُ وَ مَا اخْتَلَفَ الَّذِینَ أُوتُوا الْکِتَابَ إِلاَّ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْیاً بَیْنَهُمْ وَ مَنْ یَکْفُرْ بِآیَاتِ اللَّهِ فَإِنَ اللَّهَ سَرِیعُ الْحِسَابِ»،
"﴾19﴿ Kuşkusuz Allah katında din İslâm’dır. Kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki hak tanımazlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah’ın hesabı çok çabuktur."
Özet olarak Kuran-ı Kerim ayetlerine esasen İslam'ın Allah katında kabul görmüş bir din olduğu söylenmelidir. Bu din tam ve kapsamlı olduğundan dolayı Ehli Kitap'tan olmayan gayrı Müslimlere bile haklar tanımış ve bu haklardan da gaflet etmemiştir. İslam dini de Kuran-ı Kerim'de ve Ehli Beyt siyeri çerçevesinde Müslümanların gayrı Müslimlere nasıl davranacağı kurallarını belirlemiş ve mensuplarına hatırlatmalarda bulunmuş ve onlar için belli görevler yüklemiştir.